Dünya Dilleri / Yeryüzündeki Diller
Tarih: 30 Eylül 2011 | Bölüm: Dilbilim | Yorumlar: 3 Yorum var.
Bugün yeryüzünde kaç dil konuşulduğunu, kesin bir sayı vererek söylemek güçtür. Bu güçlük, kimi lehçelerin bir dil durumuna gelmeleri dolayısıyla ayrı birer dil sayılıp sayılmayacakları konusundaki kararsızlıktan, yeryüzünün iyi tanınmayan bölgelerinde daha işlenmemiş, incelenmemiş, yazı dili durumuna gelmemiş dillerin varlığından ve bir dile ya da dil ailesine bağlılığı kesinleşmemiş dillerin bulunmasından doğuyor. Bununla birlikte biz; yeryüzünde konuşulan dil sayısını, ortalama bir hesapla 3.000-3.500 olarak gösterebiliriz.
Burada önce dil akrabalığı, dil ailesi ve dil grubu terimleri üzerinde durmak gerekiyor.
Dil akrabalığı, dillerin, ses dizgesi, biçim, yapı, sözdizimi bakımından kesinliği ortaya çıkan ilişkileri, yakınlıkları sonucunda beliren bağlılıklardır. Dil akrabalığım ortaya koyan ilişkiler arasında, özellikle biçim ve yapı yakınlıkları önemlidir. Ayrıca, söz hazinesi arasındaki benzerlikler de değerlidir; etimolojileri, tarihsel gelişmeleri aydınlık olan öğeler, akrabalık için sağlam dayanaklar, tanıklar durumundadır. Özellikle Hint-Avrupa dilleri üzerindeki çalışmalar, dillerin birbirinden türeyişi, akrabalığın ne yolda gerçekleştiği konusunda, derinliğine araştırmalara gidilmesine, önemli yargılara varılmasına olanak sağlamıştır ki, bunlara Hint-Avrupa Dil Ailesi bahsinde kısaca değineceğiz.
Türk Dilinin Yaşı Sorunu
Tarih: 12 Eylül 2011 | Bölüm: Türkçe | Yorumlar: 2 Yorum var.
Türklük bilimi konuları içinde, birçok farklı görüşün ve tezin ileri sürüldüğü konulardan biri de Türkçenin kaç yaşında olduğudur. Ortaya atılan görüşler içinde, kuşkusuz dikkate değer olanlar vardır; fakat biz, bu alanda çok önemli bir gelişme sağlayarak Türkçenin tarihi gelişimi hakkında farklı bir ivme kazandırmayı başaran Osman Nedim Tuna’nın çalışmasını temele alarak, siz değerli araştırmacılarımızı bilgilendirmeye çalışacağız.
“Sümer ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi ve Türk Dili’nin Yaşı Meselesi” adlı eserinde, Prof. Dr. Osman Nedim Tuna, 168 sözcükteki türlü ses denklikleri çerçevesinde ele almakta ve “Sümerlerle Türkler arasında dil bakımından tarihi bir ilgi bulunduğu konusu bu 168 sözcük ve gerekli açıklamalarla kanıtlanmıştır.” demektedir. Bu konuya daha önce yayımladığım “Türkçe – Sümerce İlişkisi” adlı yazımda, bu konuya değinmiştim. Türk dilinin yaşı hakkındaki çalışmalarıyla Tuna, yaptığı belirlemelerin sonucu olarak, “Bugün yaşayan dünya dilleri arasında, en eski yazılı belgeye sahip olan dil, Türk Dili’dir. Bunlar Sümerce tabletlerdeki alıntı sözcüklerdir.” biçiminde çok önemli bir yargıya varmıştır.
Tuna, söz konusu eserinde Türklerin M.Ö. 3500’lerde Türkiye’nin doğusunda bulunduklarını ve Türk Dili’nin zamanımızdan 5500 yıl önce ayrı ve iki kollu bir dil olarak yayıldığını iddia etmekte ve “Eğer doğuştan Sümerlerle temasa geldikleri zamana kadarki çözülme hızı sabitse, İlk Türkçe veya Ana Türkçenin muazzam bir zaman önce yaşamış olması gerekir. Türk Dili’nin arkeoloji araştırmalarından hareketle ileri sürdüğüm yaşı 8500’dür.” demektedir. Tuna’ya göre Türklerin ana yurdu da, bu konudaki yaygın görüş olan Tanrı Dağları ve çevresi değil; Anadolu’nun doğusudur. Eğer Türkler, Sümerlerle bir bağlantı kurabilmişlerse, bunu coğrafi yakınlık olarak da aramak gerektiğini düşünen Tuna, böylece Türklerin ana yurdu hakkında da üzerinde nice çalışmalar yapılabilecek bir konu ortaya atmıştır. Osman Nedim Tuna’nın dışında, birçok dil bilimci Türkçe ile Sümerce arasındaki benzerliklere dikkat çekmiştir. Ünlü Kazak bilgini Olcas Süleyman’ın “Az İ Ya” adlı eseri de bu konuda adı anılması gereken eserlerdendir.
Dillerin Doğuşu / Ortaya Çıkması
Tarih: 11 Eylül 2011 | Bölüm: Dilbilim | Yorumlar: 17 Yorum var.
Dilbilimle, dil konusuyla ilgili olalım olmayalım, hemen hepimiz zaman zaman kendi kendimize “Acaba dil nasıl doğmuştur, dünyada en eski dil hangisidir?” diye sormuşuzdur. Çok eskiden beri, pek çok kimsenin zihnini kurcalayan ve günümüze gelinceye kadar birçok araştırıcının üzerinde çaba harcadığı dilin doğuşu sorununun değişik yönleri, aydınlatılması gereken noktalan vardır:
— Acaba konuşan ilk insan ne zaman yaşamıştır; insan dilinin tarihi nereye kadar götürülebilir?
— tik konuşmalar ne biçimde gerçekleşmiş, anlaşma nasıl bir dille sağlanmıştır?
— Diller tek bir kaynaktan mı, yoksa başka başka kaynaklardan mı türemiştir?… gibi.
Birbirleriyle yakından ilgili bu sorunların, bugün de kesinlikle aydınlatılabildiğini söyleyecek durumda değiliz. Ancak bugüne değin birtakım ilerlemeler olmuş, ilgi çekici yargılara varılmış, varsayımlar ileri sürülmüştür. Biz, bütün bunların aydınlatabildikleri noktaları, kabul edilebilecek yönlerini belirteceğiz.
Şurasını özellikle belli etmek gereklidir ki, konumuzun kesinlikle açıklığa kavuşmasını güçleştiren, hatta bunu zaman zaman olanak dışı bir duruma getiren gerçeklerden biri, yazıma ve elimizdeki en eski yazılı belgelerin, çok yeni bir evreye ait olması, insanlık tarihinin ancak çok yakın bir evresini aydınlatabilecek durumda bulunmasıdır, örneğin en eski belgeler sayılan, Sümercenin yazılı metinleri, bundan ancak 5500 yıl öncesine kadar uzanmakta, Türkçenin en eski ürünleri –bir çok dilden daha eski olmalarına karşın– ancak M.S. VII.-VIII. yüzyıla kadar gitmektedir. Halbuki yapılan en son araştırmalar, ilk insanların bundan 1 milyon yıl kadar önce yaşadıklarını ortaya koymaktadır.