Kadı Burhaneddin
Tarih: 20 Aralık 2011 | Bölüm: K | Yorumlar: 1 Yorum var.
XIV. asrın ikinci yarısında Anadolu’da yaşayıp kadılık, vezirlik ve hükümdarlık etmiş âlim ve şair bir devlet adamıdır. Harezm’den gelerek Anadolu’ya yerleşmiş olan ailesi Oğuz asıllıdır. Asıl adı Ahmed olan Kadı Burhaneddin, annesi öldüğü için babası tarafından yetiştirilmiştir. Çok zeki olan Kadı Burhaneddin, henüz on iki yaşında iken sarf, nahiv, lügat, mantık, hesap aruz gibi ilimleri görmüş, siyakat yazısı yazmış, Arapça ve Farsça divanlar okumuştur.
Kayseri’de çıkan karışıklıklar yüzünden babası ile Şam’a gitmek zorunda kalan Kadı Burhaneddin, dört ay sonra Kayseri’ye dönmüş ve tahsiline Kayseri’de devam etmiştir. 759/1358’de henüz on dört yaşında iken babasıyla birlikte Mısır’a gitmiş, orada tahsilini ilerleterek fıkıh, usûl-i fıkıh, feraiz, hadis, tefsir, heyet ve tıp gibi dersler okumuştur.
Dört amelî mezhep üzerine derinleşmiş, sonra devrinin meşhur âlimi Kutbuddîn Râzî (ö. 766/1365)’nin Şam’da olduğunu öğrenince Şam’a giderek, onun ders halkasına katılmıştır. Ondan Keşşaf Haşiyesi, Metali Şerhi, Miftâh ve Pezdevî gibi kitapları okumuştur. Şam’da bir buçuk yıl kaldıktan sonra, 19 yaşındayken babasıyla birlikte hacca giderek, hac farizasını ifa etmiş; fakat yolda babasını kaybetmiştir.
766/1365 yılında 21 yaşında iken babasının yerine Kayseri kadısı olmuştur. Bu vazifeyi üzerine alır almaz liyakatini göstererek, vakıf işlerini kısa zamanda yoluna koymuştur. Kadılık görevinde yakınlığa önem vermeden iş yapması sayesinde, kısa zamanda memleketin her tarafına namını duyurmuştur. Halk ona karşı sevgi ve güven duymaya başlamıştır. Bu sırada Eratna hükümdarı Mehmed Bey’in öldürülmesi, ülkeyi iç karışıklıklara sürüklemiş, bu durumdan rahatsız olan Kadı Burhaneddin, bir müddet Kayseri’de bulunan çiftliğine çekilerek durumu takip etmeye başlamıştır.
Gülşehri
Tarih: 15 Aralık 2011 | Bölüm: G | Yorumlar: Yorum yok.
Bugünkü bilgilerimize göre XIV. asrın en eski şairidir. XIII. asrın sonunpa ve XIV. asrın başında yaşamıştır. Kaynaklarda hayatına dair pek az bilgi vardır. 717/1317’de kaleme aldığı Mantıku’t-tayr’da geçen bazı beyitlerden onun Kırşehir’de zaviye sahibi, müridi çok ve bütün şehir halkınca tanınan, evinde her/gece sema yapılan, saygıyla eli öpülen meşhur bir şeyh olduğu öğrenilmektedir. Mutasavvıf bir şair olan Gülşehrî, nazım tekniğine hâkim, dili ve aruz veznini iyi kullanan yüksek derecede bir sanatkârdır. Nitekim Gülşehrî hem döneminde hem de XV. asırda üstat olarak kabul edilmiş, birçok eserde adından saygıyla bahsedilmiştir.
Feridüddîn-i Attâr’ın aynı isimdeki eserini esas alarak meydana getirdiği, vahdet-i vücut inancını işleyen alegorik bir mesnevîdir. Mantıku’t-tayr,Türk diliyle Farsçadan daha güzel bir eser yazılabileceğini ortaya koyma amacıyla kaleme alınmıştır. Attâr’ın eseri gibi aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan mesnevinin beyit sayısı nüshalara göre 4931 ile 5029 arasında değişmektedir. Gülşehrî, eserine tevhid mahiyetinde bir manzume ile başlar. 17 beyitlik bu bölümü, manzumenin bir tahlili olan “Hüdhüd ii kuşlar u sîmurga misâl İ’Akl u halk u Tanrı oldı zü’l-celâl” bey tiyle bitirir. Daha sonra “İbtidâ-i Dâstân-ı Sîmurg” başlığı altında kuşların padişahı olduğuna inanılan ve Kaf dağının arkasında yaşayan Sîmurg’un özellikleri belirtilerek hikâyeye başlanır. İsimleri zikredilen bülbül, tûtî (papağan), tavus, hüma, bat (kaz), şehbâz (doğan), kebk (keklik) ve bûm (baykuş) ile zikredilmeyen diğer kuşlar padişahlarını bulmak için toplanırlar. Bunlar içerisinde hüdhüd de vardır. Hüdhüd, kuşlara Tanrı ‘nın habercisi olduğunu, yaradılışın sırrını bildiğini, Hz. Süleyman’ın yoldaşı olup onunla bütün âlemi dolaştığını bunun için kendisinin ardından gelmeleri hâlinde Kaf dağının ardındaki padişahları, sîmurga ulaşabileceklerini söyler. Ancak yol uzun ve zahmetli olduğu için kuşlar, hüdhüde çeşitli sorular sorarak özür dilerler.
Ahmed Fakih
Tarih: 15 Aralık 2011 | Bölüm: A | Yorumlar: Yorum yok.
Fuad Köprülü, Türk Yurdu mecmuasında yayınladığı “Selçukîler Devrinde Anadolu Şâirleri II: Ahmed Fakîh” isimli makalesinde, Anadolu Selçukluları döneminde yaşayan Ahmed Fakîh isimli şairi ve onun Türkçe olarak yazdığı Çerh-nâme isimli kasidesini tanıtmıştır. Köprülü bu makalesinde, Çerh-nâ-me’nm yazarı olan Ahmed Fakîh’in, Menâkıbu’l-ârifin’de geçen ve 618/1221 yılında vefat ettiğinde cenaze namazını Mevlânâ’nın kıldığı belirtilen zat olduğunu ileri sürmüştür. Ancak Menâkıbu’l-ârifin’de verilen bazı bilgilerden hareketle onun XIII. asrın ortalarına kadar yaşadığına hükmetmiştir. Bu tespitine dayanarak da Anadolu’da XIII. asrın ilk yarısından itibaren Türkçe eserler yazıldığı anlaşılmaktadır.
Konya’daki Fakîh Ahmed Türbesi’nin alınlığındaki kitabede “Seyyidü’l-meczubîn” diye vasıflandırılan Fakîh Ahmed’in 618 /1221 yılında vefat ettiği kayıtlıdır. Ahi Evren Şeyh.Nasîruddîn Mahmûd,Sadruddîn-i Konevî’ye yazdığı mektuplarının birinde bu Fakîh Ahmed’den bahsetmiştir. XIII. asrın ikinci yarısında kaleme alınan ve Anadolu’da yazılan ilk menakıbname olan Menâkib-i Şeyh Evlıadııddîn-i Kirmanı adlı eserde anlatılan kırk altıncı hikâyede, Hak dostlarından olduğu belirtilip hayret makamında bulunduğu kaydedilerek Fakîh Ahmed’den söz edilmiştir.
Mikâil Bayram, 1983 yılında İstanbul’da düzenlenen Türkoloji Kongre -si’nde sunduğu “XIII. Asırda Yaşayan Fakih Ahmed’ler” isimli bildiride, bahsedilen Fakîh Ahmed’in bütün kaynaklarda “meczûb” ve “mecnûn” bir derviş olarak geçtiğini, böyle “meczûb” ve “delişmen” bir dervişin düzenli ve mürettep bir eser yazmış olamayacağını savunur. Daha sonra 651/1253 yılında düzenlenen Celâlüddîn Karatay Medresesi Vakfiyesi’ne imza koyan ve Konya Sedirler Mahallesindeki Şeyh-i Aliman adına inşa edilen türbe kitabesinde adı geçen başka bir Fakîh Ahmed’in yaşadığını, Eflâkî’nin bu asırda Konya’da yaşayan iki ayrı Fakîh Ahmed’den habersiz olduğu için bu zat hakkındaki bilgileri 618/1221 yılında ölen Hâce Fakîh Ahmed’e izafe ettiğini ve bu Fakîh Ahmed’in 651/1253 yılından sonra, Mevlânâ’dan önce öldüğünü ifade eder.
Şeyyad Hamza
Tarih: 13 Aralık 2011 | Bölüm: Ş | Yorumlar: 1 Yorum var.
Şeyyâd Hamza, ilim âlemine Fuad Köprülü tarafından yayımlanan bir makale ile tanıtılmıştır. Fuad Köprülü ve onu takip eden bazı araştırmacılara göre; Şeyyâd Hamza XIII. asırda Anadolu Selçuklu Devleti döneminde Anadolu’da yaşamış ve yazdığı dinî-tasavvufî şiirleriyle Ahmed Fakîh’i takip etmiştir. Lâmi’î Çelebi’nin Letâif ‘inde geçen bir fıkraya dayandırılarak onun Akşehir veya yöresinde yaşadığı tahmin edilmektedir. Metin Akar tarafından Ankara’daki Millî Kütüphane’de bulunan bir mecmua içerisinde yer alan Şeyyâd Hamza‘ya ait 50 beyitlik mersiye ilim âlemine tanıtılmıştır.
Akar, kaside nazım şekliyle yazılan bu şiirin sonunda Şeyyâd Hamza’nın Anadolu’da 1348 tarihinde baş gösteren veba salgınından bahsettiğini ifade ederek onun 1348 yılında henüz hayatta olduğunu, dolayısıyla XIV. asır şuarâsından olduğunu haklı olarak ileri sürmüştür (“Şeyyâd Hamza Hakkında Yeni Bilgiler I-II”, Marmara Üniv. Edebiyat Fakültesi Türklük Araştırmaları Dergisi, İstanbul 1987, s. 1-22). Daha sonra Semih Tezcan da bu görüşe katılmıştır.
“Şeyyâd” kelimesinin lügat manasına uygun “sıvacı, kireçli bina yapan” denek mi olduğu yahut başka bir mesleğe mi delâlet ettiği tam olarak belli değildir. Ancak “şeyyâd” kelimesinin kökünde “yüksek sesle söylemek, övmek” manası da bulunduğu için, bu kelime “yüksek sesle manzume okuyan, kıssa anlatan” anlamına da gelmektedir. Şeyyâd Hamza’nın Anadolu’da dolaşıp halka dinî-tasavvufî şiirler söyleyen ve kendilerine belki de “şeyyâd” ismi verilen gezgin lervişler topluluğundan olduğu sanılmaktadır. Hem aruz hem de hece vezniyie azılmış şiirleri vardır.