Türkçede Kavramlaştırma
Tarih: 8 Haziran 2014 | Bölüm: Söz Varlığı | Yorumlar: Yorum yok.
Kimi Avrupalı araştırmacılara göre “imge dili” (Aksan, 2004: 57) olarak tanımlanan Türkçe, soyut kavramları somutlaştırarak bir gösterene bağlama yönünden oldukça güçlü bir dildir. Türk ulusunun dil yaratma becerisi, en soyut kavramları bile içselleştirilirken doğadaki somut varlıklardan yararlanmasını sağlamıştır.
Türkçede deyim aktarmaları ile bir sözcük, gösterdiği varlığın niteliklerine benzeyen başka kavramları karşılamak için kullanılabilmektedir. Örneğin onarım işlerinde kullanılan bir araç olan “kargaburnu”, biçim olarak bir karganın burnu gibi ince uzun olması ve dar alanlarda iş yapabilme olanağı sağlaması gibi özellikleri nedeniyle bu adla anılmıştır. Yine “sümüklüböcek” sözcüğü, Türkçenin kavramlaştırma gücüne örnektir.
Türk dilinin kavramlaştırma gücü nedeniyle Türkçe, kavramlar açısından çok zengindir. Türkçedeki renk adları ve akrabalık adları, dünya dilleriyle karşılaştırıldığında Türkçenin söz varlığındaki kavramların ne denli çok olduğu görülmektedir. Şöyle ki, sadece “mavi” rengine ait “gök mavisi, buz mavisi, deniz mavisi, koyu mavi, turkuaz mavisi, gece mavisi” gibi birçok adlandırma bulunmaktadır. Ayrıca renk adları, doğadaki somut nesne veya durumları yansıtmaktadır. Örneğin “yeşil” sözcüğü, Eski Türkçede “diri, parlak” anlamına gelen “yaş” sözcüğünden türetilmiştir. Hint – Avrupa dillerinde ise “yeşil, mavi, gri, sarı” sözcüklerinin tamamı, yine “parlamak” anlamına gelen “ğhel” sözcüğünden türetilmiştir. Bu durum, bazı dilcilerin Hint – Avrupa kavimlerinin atalarının renk körü olup olmadıkları konusunda şüpheye düşmelerine neden olmuştur (Aksan, 2004: 149). roman özetleri
Türkçenin Türetme Gücü
Tarih: 8 Haziran 2014 | Bölüm: Söz Varlığı | Yorumlar: Yorum yok.
Türkçe, dünya dilleri arasında matematiksel bir düzenlilikle oluşturulmuş, sistemli ve işlek ekleriyle türetmeye çok uygun bir dildir. Bu nedenle dış dünyaya ait somut ve soyut kavramları, oluş, kılış ve durumları ifade ederken Türkçenin bu özelliği güçlü bir söz varlığının ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Max Müller, Türkçenin türetme gücü ve eğilimini “Türkçenin bir dilbilgisi kitabını okumak, bu dili öğrenmek niyetinde olmayanlar için bile gerçek bir zevktir. Türlü dilbilgisel biçimlerin belirtilmesindeki ustalık, ad ve eylem çekimi sistemindeki düzenlilik ve bütün dil yapısındaki saydamlık ve kolayca anlaşılabilme yeteneği, insan zekâsının dil aracıyla beliren üstün gücünü kavrayabilenlerde hayranlık uyandırır… Türk dilinde her şey saydamdır, açıktır. Dilin iç ve dış yapısı, billur bir arı kovanı yapısını seyrediyormuşuz gibi ortadadır… Türk dili, seçkin bir bilginler kurulunun uzun bir çalışma ve oylaşmasıyla yapılmış sayılacak düzgünlüktedir” (Dilaçar, 1964: 39). sözleriyle ifade etmiştir.
Türkçe sondan eklemeli bir dil olduğu için, fiil ve isim köklerine işlek yapım eklerinin getirilmesiyle sözcük türetme oldukça kolay ve anlaşılır biçimde gerçekleşmektedir. Örneğin, bir “göz” kökünden yetmiş beş, “sür-” kökünden de yüze yakın sözcüğün türetilerek bir kavram ve sözcük ailesinin oluşturulması, ayrıca birleştirme özelliğine dayalı olarak “bilgisayar, delikanlı, akarsu, ayçiçeği, karaciğer” gibi yüzlerce kavramın karşılandığı görülebilir. Bu durum Türkçenin zengin bir kavramlar dünyasına sahip olmasını sağlamıştır.
Söz Varlığının Önemi
(Dil ve Kültür Açısından)
Tarih: 24 Mayıs 2014 | Bölüm: Söz Varlığı | Yorumlar: Yorum yok.
Ulusların kültürel özelliklerini bir ayna gibi yansıtan söz varlığı, bir dilin tarihsel değişmelerine de ışık tutmaktadır. Toplumlar düşünüşlerini, maddi ve manevi tüm değerlerini ifade ettikleri dili millileştirerek oluşturduklarından; dilin ulusal niteliğini gösteren söz varlığını kendilerince şekillendirirler. Uzun yıllar alan bu şekillenme sürecinin sonunda günümüze gelen dillerin anlam, ses ve biçim özelliklerinin tarihsel süreç içerisinde nasıl değişikliklere uğradıklarını ve hangi yabancı dillerle etkileşime girdiklerini söz varlığı incelemeleri ile görebiliriz.
Bir dilin gelişim süreci içinde yazılan metinlerine ait söz varlığı ögeleri incelendiğinde, dile ait belli tarihsel dönemlerin varlığı ortaya çıkacaktır. Dili kullanan ulusların yaşadıkları coğrafyanın değişmesi veya diğer toplumlarla girdikleri siyasal ilişkiler sonucunda dillerinde yaşanan değişmeler, söz varlığı incelemeleri sonucunda belirlenebilir. Bunun sonucunda dil, gelişim gösterdiği belli tarihi dönemlerde izlenmeye başlanır. Türklerin batıya göçleri sonucunda “Doğu Türklüğü” ve “Batı Türklüğü” olarak iki ayrı coğrafyada yaşamaları, söz varlığından takip edilirse Türkçenin “Doğu Türkçesi” ve “Batı Türkçesi” olmak üzere iki ayrı kolda incelenmesinde kendini gösterecektir. Söz varlığı bu yönüyle dili tarihsel olarak incelemeye olanak tanımaktadır.
Sözcüklerin tarihsel dönemlerdeki görünüşlerine bakarak, dildeki bazı seslerin değişme eğilimi gösterdiğini anlayabiliriz. Örneğin Eski Türkçede “kötü” anlamına gelen “yabız” sözcüğü, “yabız > yavız > yavuz” değişmesiyle günümüze gelmiştir. Bu örnekten hareketle Eski Türkçeden sonraki dönemlerde “b>v” değişiminin olduğunu söyleyebiliriz. “eb > ev” veya “sab > sav” sözcüklerinde de bu durum görülmektedir. Böylece söz varlığı, dilin ses değişimlerindeki eğilimini göstermede yardımcı olmaktadır.
Söz Varlığı Nedir?
Tarih: 28 Ocak 2014 | Bölüm: Söz Varlığı | Yorumlar: 3 Yorum var.
Bir düşüncenin yazılı veya sözlü dille ortaya konulmuş hâli olan söz, bir göstergeler dizgesi olan dilin gösteren boyutunu oluşturmaktadır. Gösterge “kendi dışında bir şey gösteren her türlü nesne, varlık ya da olgu: özel olarak dilsel bir gösterenle bir gösterilenin birleşmesinden doğan birim” (Vardar, 1998’den aktaran: Buran, 2002: 9) olarak tanımlanmaktadır. Dilin temelini oluşturan göstergeler, bir varlığın veya düşüncenin zihnimizde anlam kazanması için kodlanmış simgelerden (gösteren) ve bu simgelerin bilinç boyutunda anlam kazanmasından (gösterilen) oluşur. Sembol özelliği taşıyan sözcükler, “nesnelerin, kişilerin ve olayların kendileri değil, onları temsil eden soyut sembollerdir” (Gökçe, 2001: 93).
İnsanların birbiriyle iletişim kurabilmesini ve evrende olup biteni anlamlandırabilmesini sağlayan göstergeler, dilin “söz varlığını” oluşturan anlamlı ögelerdir. Söz “bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, bir veya birkaç heceden oluşan ve anlamı olan ses birliği” (TDK, 2009: 1803) dir. Sözcük ise, “anlamlı ses veya ses birliği” (TDK, 2009: 1805); “mânâsı veya gramer vazifesi bulunan ve tek başına kullanılan ses veya sesler topluluğu” (Ergin, 2005: 95) olarak tanımlanmıştır. Söz veya sözcükler, insanların evrendeki her türlü varlığı veya düşünceyi soyutlayarak içselleştirmelerini sağlayan ve dilin söz varlığını oluşturan en temel ögelerdir. Fakat bir dildeki söz veya sözcüklerin tamamı, o dilin söz varlığını ortaya koymak için yetersizdir. Bir dilin söz varlığı denince, yalnızca o dilin sözcüklerini değil; deyimlerin, kalıplaşmış sözlerin, atasözlerinin, terimlerin ve çeşitli anlatım kalıplarının oluşturduğu bütünü anlamak gerekmektedir (Aksan, 2004: 7).
Dil, insanların adı veya eylemi anlamlandırmaya yönelik bilişsel çabalarını ses ve yazıyla ifade etmesi sonucunda ortaya çıkmış bir iletişim aracıdır. Wilson (2002: 27), bu konuda insanların dünyaya ilk geldikleri anda nesneleri ve nitelikleri algılayamadığını ve ancak doğal çevredeki tüm nesne ve fenomenlerin muhteşem bir karmaşığını tecrübe edebildiğini söyler. Bu nedenle tecrübelerin bir düzene konulması gerektiğini ve bunun da ancak sözcüklerle yapılabileceğini belirtir. Bu, söz varlığı yaratmanın gerekliliğine ve dildeki önemine yapılmış bir vurgudur.