Nesimi
Tarih: 12 Aralık 2011 | Bölüm: N | Yorumlar: 3 Yorum var.
Âşık Çelebi ve Faik Reşâd’a göre Diyarbakır, diğer kaynaklara göre Bağdat yakınlarındaki Nesim kasabasında doğdu. Asıl adı Imâdüddîn’dir. Türk sûfîsidir. Şeyh Şiblî’nin dervişlerindendir. Daha sonra Fazlullah-ı Hurûfî’ye intisap etmiş, I. Murad devrinde Anadolu’ya gelmiştir. Hacı Bayram-ı Velî’ye intisap etmek istediyse de, bu isteği Hacı Bayram-ı Velî tarafından kabul edilmemiş, sonrasında Halep’e gitmiş ve orada derisi yüzülerek öldürülmüştür.
Türk edebiyatının en lirik, en coşkun şairlerinden biri olan Nesîmî, özellikle Bektaşiler ile vahdet-i vücud akidesini benimseyenler arasında büyük bir sûfî olarak kabul edilmiş, hakkında birçok menkıbe yazılmıştır. Şiirde büyük bir kudret göstererek çoğunlukla kendi akidesini telkine çalışmış, âşıkane şiirler de söylemiştir.
Nesîmî’nin hayatında hiç şüphesiz en önemli hâdise Fazlullah-ı Hurûfî ile buluşmasıdır. Bu buluşmadan sonra Nesîmî‘nin gerek hayatında gerekse şiir üslûbunda büyük değişiklikler olmuştur. Nesîmî’nin bu buluşmadan önce yazmış olduğu şiirlere bakılınca, onları geniş bir edebî ve dinî bilgi ve kültürle yazdığı görülmektedir. Bu şiirlerde daha çok Ahmed-i Yesevî ve Mevlânâ‘nın “hikemî söz, tâlimî edâ ve nasihat etme arzusu” hâkimdir.
Bu şiirlerinde lirizmi henüz yakalayamayan şairin dili tutuk olup, fikirlerini ifade etmede bazı güçlükler çekmektedir. Bu dönemde şairin Seyyid, Naîmî, Seyyid Nesîmî ve Hüseynî mahlaslarını kullandığı dikkati çekmektedir. Fazlullah-ı Hurûfî ile karşılaştıktan sonra yazdığı şiirlerde Sünnî akideye ters düşen, hiçbir ilmî temele dayanmayan ve naklî delile istinat etmeyen harfler dünyasına girerek, onun savunucusu ve yayıcısı olmuştur. Şiirinin temel noktası, artık “Hurufîlik” diye adlandırılan bu inancın propagandası olmuştur. Nesîmî özellikle bu dönemde yazdığı şiirlerde lirizmi yakalamıştır. Bu noktada, “Hurufîlik” hakkında biraz bilgi vermek uygun olacaktır:
Hacı Bektaş-ı Veli
Tarih: 8 Aralık 2011 | Bölüm: H | Yorumlar: Yorum yok.
Bu dönemde dikkat çeken mutasavvıflardan olan Hacı Bektaş-ı Velî’nin büyük bir ihtimalle “Haydâriyye” tarikatının bir mensubu olarak Anadolu’ya geldiği, daha sonra Baba İlyas-ı Horasanî çevresine girerek “Vefâiyye“ye intisap ettiği tahmin edilmektedir. Hayatının sonuna kadar muhtemelen bu şekilde yaşayan Hacı Bektaş-ı Velî, adını taşımasına rağmen “Bektaşilik” tarikatının banisi değildir. Nitekim Bektaşîlik, XVI. asrın ilk yıllarında Balım Sultan tarafından Haydarîlik’ten ayrılmak suretiyle onun adına kurulmuştur. Burada dikkat çekici olan nokta, Hacı Bektaş-ı Velî etrafında teşekkül eden kültün, ondan çok daha eski olan ve göçlerle buraya intikal eden Ahmed-i Yesevî, Kutbeddîn Haydar, Dede Garkın kültlerini ve nihayet, büyük birdinî-sosyal hareketin lideri olmasına rağmen Babaflyas kültünü kendi içine alması ve böylece Anadolu’daki bütün heterodoks sûfî eğilimleri temsil eder duruma yükselmesidir.
Gerçek ismi, Seyid Muhammed bin Seyyit İbrahim Ata’dır. Lokman Parende’den ilk eğitimi almış ve Ahmet Yesevi (1103-1165)’nin öğretlerini takip etmişti. Ondan dolayı Yesevi’nin ‘halife‘si olarak kabul edilmektedir. Anadolu’ya geldikten sonra kısa zamanda tanınarak kıymetli talebeler yetiştirdi. Hacı Bektaş-ı Veli kendisinin de bağlı olduğu “Ahilik Teşkilatı” ile, Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde Anadolu’da sosyal yapının gelişmesinde önemli katkılarda bulundu.
Velâyetnâme adlı eserede Hacı Bektaşi Velî’nin, sık sık Kırşehiri ve Ahi Evranı ziyareti onun’la sohbetlerini anlatır. Bektaşîliğin bütün İslâm Öncesi yerel kültleri de kendi bünyesi içinde özümseyerek bağdaştırıcı bir yapı ortaya koyarak kendini Anadolu Türk heterodoksisinin temeline yerleştirebilmiş olması da ayrıca dikkat çekicidir. İşte bu bağdaştırmacı kültün teşekkülü, aynı zamanda menkabevî yahut mitolojik Hacı Bektaş-ı Velî’yi sahneye çıkartarak hem Bektaşiliğin hem de Alevîliğin merkezine oturtmuştur. Yani Hacı Bektaşı Velî asıl tarihî rolünü, yaşarken değil tıpkı Hz. İsa, Hz. Ali ve hatta meşhur sûfî Hallâc-ı Mansur gibi, öldükten sonra oynamıştır.
Kendi döneminde pek tanınmayan Hacı Bektaş-ı Velî’yi gerek hayattayken gerekse ölümünden kendi zamanına kadar geçen sürede üretilen yeni menkıbeler aracılığıyla, başta yeni kurulmakta olan Osmanlı Beyliği olmak üzere, bütün Orta ve Batı Anadolu’da tanıtarak âdeta ona tekrar hayat veren, XIV. asırda Hacı Bektaş’ın Sulucakarahöyük’teki tekkesinde yetişen Abdal Musa olmuştur. Bugün elimizde bulunan ve Alevî-Bektaşî toplulukları nezdinde kutsal bir kitap muamelesi gören Vilâyet-nâme, XV. asrın son yıllarında bu menkıbelerin toplanıp yazıya geçirilmiş hâji olup ekseriyetle bu mitolojik Hacı Bektaş-ı Velî’yi yansıtır. Bu eserde Hacı Bektaş-ı Velî’nin tarihî ve gerçek şahsiyetini aydınlatmaya yarayacak bilgiler de vardır.