Mustafa Kemal Atatürk
Tarih: 22 Temmuz 2013 | Bölüm: Atatürk | Yorumlar: 8 Yorum var.
Yirminci yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti, üzerinde hain emeller besleyen batılı devletlerin “hasta adam” diye tabir ettikleri çaresizliğe sürüklenmiş ve Türk toprakları dört taraftan, yedi düvel tarafından işgal edilmeye başlanmıştır. Tarihi boyunca bir karış toprağını düşmana terk etmeyen ve başka bir milletin yularını boynunda taşımayacak kurt soylu Türk budunu, bu amansız savaştan zaferle çıkmanın hayallerini kurmaktadır.
Her karışına atalarımızın kanı dökülen bu toprakları, kağıt üstünde düşmanlara terk etme veya İtilaf Devletleri’nin himayesinde yaşama alçaklığını kabul edebilecek Osmanlı devlet yöneticilerine ve aydınlarına karşı, bir zamanlar Türk toprağı olan Selanik’ten bir güneş doğuyordu. O güneş, Türklüğün yeniden şerefli bir destan yazarak tarihin sayfalarına onurun, kahramanlığın ve bağımsızlığın timsali olarak yazıldığı o millî uyanışın yüce lideri Mustafa Kemâl ATATÜRK‘tü…
Bozkurt bakışlı bir Türk yiğidi olan Mustafa Kemal, yüzyılın tanık olduğu en büyük kahramanlık örneklerinin sergilendiği şeref taşan efsanelerin mimarıdır. (*) Anadolu’nun her karışında yüreği vatan, bayrak, din, millet ve namus aşkı ile dolu olan bir milletin uyanışını sağlayan, tüm dünyanın önünde saygıyla eğildiği bir dava adamı olarak kendisini Türk’ün atası olarak yüreklere kazımıştır.
Atatürk’ün Türkçü Sözleri
Tarih: 2 Eylül 2011 | Bölüm: Türk Tarihi - Kültürü | Yorumlar: 2 Yorum var.
Ulu Önder Atatürk’ü karalamak, bazı çevrelerce moda hâline getirildi son zamanlarda. Öyle ki Atatürk‘ün kendini sosyalizme yakın gördüğünü söyleyen kişiler bile çıktı. “Delinin biri kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı onu çıkaramamış.” misali bu iddialara inanan da bir sürü kişi çıktı. Atatürk’ün milliyetçi olduğunu; fakat Turancı olmadığını söyleyenler de, tıpkı baştakiler gibi Atatürkçü düşünceyi kendi içinde tutarsız gibi göstermeyi amaçlıyorlardır kuşkusuz.
Tüm iddialara yanıt olabilecek aşağıdaki sözler, Başbuğ Atatürk‘ün konuşmalarından ve yazdığı metinlerden alınmıştır. Bu sözler Ulu Önder‘in ne kadar Türkçü – Turancı olduğunu apaçık göstermeye yeterlidir. Bu sözleri okuduktan sonra Atatürk’ün Turancı olmadığını düşünmek, en az sosyalist olabileceğini düşünmek kadar ahmaklık gerektirir. İşte Başbuğ’un günümüze de ışık tutan Türkçü sözleri:
» “Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. Türk birliğinin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk’ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek.”
» “Vatana yüksek seciyeli ve metin ruhlu gençler yetişmesini temenni eylediğim İstanbul Türk İzci Ocağı’nın, Başbuğ’luk teklifini büyük bir hissi iftiharla kabul ediyorum. Genç arkadaşlarıma teşekkür ve selamımın tebliğini rica ederim.”
» “Tanrı nasip eder, ömrüm vefa ederse; Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım. Selanik de dahil Batı Trakya’yı Türkiye hudutları içine katacağım!
» “Etimin ve kemiğimin babası Ali Rıza Efendi ise, fikrimin babası Ziya Gökalp’tir.”
» “İstanbul’da çıkan bir gazeteyi Kaşgar’da ki Türk de anlayacaktır.”
Dil Devriminin Nedenleri
Tarih: 30 Temmuz 2011 | Bölüm: Türk Dili | Yorumlar: Yorum yok.
Dünya dilleri sınıflandırmasında eklemeli diller (iltisaklı diller, aggualinative languages) grubunda yer alan Türkçe, kurallarının sağlamlığı ve eklerinin çeşitliliği ile, sistem yapısı bakımından her türlü türetmeye ve gelişmeye elverişli bir dildir. M.S. VI. yüzyıldan başlayarak belgeleri günümüze kadar uzanan Göktürk Yazıtları, Uygurca metinler, Kutadgu Bilig, Divanu Lûgati’t-Türk, Yunus Emre’nin şiirleri, Dede Korkut hikâyeleri vb. yüzlerce eserin dil yapısı bu durumu kanıtlayıcı niteliktedir. Ancak, hepimizin genel çizgileri ile bildiği üzere, XIII. yüzyıldan başlayarak Anadolu ve çevresinde, öteki Türk lehçelerinden ayrı bir yazı dili olarak kurulup gelişmiş olan Türkiye Türkçesi, XV. Yüzyıl ortalarından XX. yüzyıla kadar uzanan tarihî dönemlerinde, teokratik devlet yapısının gerekli kıldığı siyasî, sosyal ve kültürel şartlara bağlı olarak hayli yıpranmıştır.
Dilimiz, o günün din, bilim ve edebiyat dilleri durumundaki Arapça ve Farsçanın güçlü etkisi ve ağır baskısı altına girmiş olduğundan, bu durum ister istemez onun iç yapısını da etkilemiş; dolayısıyla söz varlığından başlayarak gittikçe yeni türetmelerle kendi kendini geliştirip zenginleşme gücünü yitirir olmuştur. Zamanla halkın dilinden de kopmuş olan Türkçe, edebiyatçılar ve aydınlar elinde artık “sanat gösterme” adına türlü kelime oyunlarına boğulmuş ve yalnızca sınırlı bir aydınlar topluluğunun anlayabileceği, üç dilin karışmasından oluşmuş melez bir yapma dil durumuna gelmiştir. O denli ki, insanın kendi dilinin yazılarını okuyup anlayabilmesi, yüksek düzeyde özel bir eğitimi gerekli kılmıştır. Üstelik dilin adı bile Türkçe değildir. Toplumun karma yapısına uygun düşen lisan-ı Osmanî veya Osmanlıcadır (Osmanlı Türkçesi). Nitekim XIII. yüzyıl halk şairlerinden Yunus Emre, duygularını açık seçik bir anlatımla ve: