İlk Türk Destanları
Tarih: 8 Ekim 2011 | Bölüm: Destan | Yorumlar: 14 Yorum var.

Büyük Türk tarihinde, Türkler’in müslüman olmadan önceki dönemlerine ait destanlar, sözlü edebiyatımızın ilk ürünlerini oluşturmaktadır. Altaylılar, Sakalar, Hunlar, Göktürkler ve Uygurlar dönemlerinde ortaya çıkan Türk destanları, Türk edebiyatının ilk örneklerini oluşturmaları açısından büyük önem taşımaktadır.
İlk Türk destanlarımız aşağıda ortaya çıktıkları dönemlere göre verilmiştir. İlgili başlığa dokunarak içeriğe ulaşabilirsiniz.
1. Altay – Yakut Dönemi
Yaratılış Destanı
Siyenpi Destanı
2. Sakalar Dönemi
Alp Er Tunga Destanı
Şu Destanı
3. Hun Dönemi
Oğuz Kağan Destanı
Attila Destanı
4. Göktürk Dönemi
Bozkurt / Göktürk Destanı
Ergenekon Destanı
5. Uygur Dönemi
Türeyiş Destanı
Göç Destanı
|» “Türk Destanları“ sayfasına dön! «|
İslamiyetin Kabulünden Sonraki Türk Destanları
Tarih: 8 Ekim 2011 | Bölüm: Destan | Yorumlar: 4 Yorum var.
Türklerin islamiyeti kabul etmesiyle birlikte, Türk yaşamı her yönüyle ciddi bir değişim evresine girmiştir. Maddi ve manevi tüm kültür değerlerine ve yaşayış biçimine yansıyan bu yeni inanç yapısı, Türklerin mitolojik algılarını da değiştirmiştir. Bu nedenle islamiyetten önceki Şamanist ögelerin ağır bastığı değerlerin yerini, islami ögeler almaya başlamıştır.
İslamiyetin kabulünden sonraki dönemde gelişen Türk destanları, aşağıda sırayla verilmiştir. İlgili başlığa dokunarak içeriğe ulaşabilirsiniz.
1. Karahanlı Dönemi
Satuk Buğra Han Destanı
2. Kazak – Kırgız Kültür Dairesi
Manas Destanı
3. Türk – Moğol Kültür Dairesi
Cengiz-name Destanı
4. Tatar – Kırım Kültür Dairesi
Timur / Edige Destanı
5. Selçuklu – Osmanlı Dönemi
Seyid Battal-gazi Destanı
Danişmend-name Destanı
Köroğlu Destanı
|» “Türk Destanları“ sayfasına dön! «|
Destan Motif ve Tipleri
Tarih: 8 Ekim 2011 | Bölüm: Destan | Yorumlar: Yorum yok.
A. Türk Destanlarında Tipler
Tip, benzer özellikleriyle birçok eserde karşımıza çıkan ve bazı sabit özelliklere sahip karakterdir. Tip, toplumun inandığı temel kıymetleri temsil eder.
Alp Tipi
Türk destanlarında görülen örnek tip “alp” tipidir. Alp; kahraman, yiğit, cesur anlamlarında bir sözcüktür. Eski Türklerin yiğitlerine bu adı vermelerinin ilk koşulu yiğitlik, cesurluk, kişisel üstünlük, kahramanlık ve asalettir. Boy içinde asil bir aileden olmayana bu ad verilmez. Garipname’ye göre; “Alp” kişide sağlam yürek, pazu kuvveti, gayret, iyi bir at, özel bir giysi, iyi bir kılıç, süngü, yay ve kader birliği ettiği iyi bir arkadaş olmak üzere dokuz şey gereklidir. Oğuz Kağan Destanı’nda bu tipin en idealine rastlanmaktadır. İslâmiyetten sonraki Türk destanlarında bu tip, “Alp-Eren” tipine dönüşmüştür. Fuad Köprülü, İslâmiyetin etkisinden sonraki Türk alplerine Alp-Gazi adını vermektedir.
Kişilikleri ve davranışları ile bir ülkünün peşinde olan Alpler, kişisel tutkuların üstünde topluma mal olmuş kişilerdir. Alpler, hareketli, sosyal yaşamın zorunlu bir sonucu olarak hareket unsurunun esas alındığı güçlü erlik duygusu dediğimiz değerlerle bütünleşirler. Bu kişiler fiziksel olduğu kadar, ruhsal açıdan da derin bir kişiliğe sahiptir. O, halkının öz gücünü sembolize eder. Mücadelesi uğruna geri çekilme, kaçma, yılma gibi davranışlar göstermez.
Türk destanlarındaki sosyal yaşam ve bu yaşamın önemli bir parçası olan avcılık, hayvancılık, akıncı ruh ve göçebe yaşayış alp tipinin doğmasına neden olmuştur.
Göçebe hayatı düzenleyen ana faktör bizzat doğanın kendisidir. Yaşam anlayışının ve kişiliğinin oluşmasını sağlayan doğa, yorucu ve yıpratıcı yapısını göçebe insana da aktarır. İnsanın bütün yaşamı, doğanın ona verdiği yeteneklerin geliştirilmesi ile mümkündür.
Türklerdeki göçebe yaşam tarzı hareketli ve aktif olmayı gerektirmektedir. Bu nedenle, Türk destanlarında kadın ve erkeği ile akıncı, avcı tipler daima ön plana çıkmış ve alplik geleneği sürüp gitmiştir. Türk destanlarında görülen alp tipi, genel olarak manevi bir güce ve Tanrı’ya inanmakta, kuvvet, kudret, başarı insanoğluna Tanrı’nın bir vergisi olarak kabul edilmektedir. Oğuz Kağan’ın “Gök Tanrı’ya borcumu ödedim.” deyişi bu inanışın ifadesidir.
İlyada Destanı / Dünya Destanları
Tarih: 8 Ekim 2011 | Bölüm: Destan | Yorumlar: Yorum yok.
Eski Yunan’da, şair Homeros’un yazdığı varsayılan büyük bir destandır. Bir başka Homeros destanı olan Odeysseia ile birlikte, batı edebiyatının en eski örneği ve tüm zamanların en güzel şiirlerinden sayılır.
Hem İlyada hem de Oysseisa, Truva Savaşı ve bu savaşta yer alan insanlarla ilgili söylenceleri dile getiren, koşukla yazılmış destanlardır. Tarihçiler Yunanistan’tandaki Akhalar ile Batı Anadolu’da yaşamış olan Truvalılar arasındaki bu savaşın yaklaşık İ.Ö. 1199’da geçtiği görüşündedir. Akhalar’ın Truva’yı kuşatmalarının ise10 yıl sürdüğü sanılmaktadır. Bu konuda o kadar çok öykü ve söylence vardır ki, hangisinin gerçek hangisinin uydurma olduğunu bilme olanağı yoktur.
Yunanca’da Truva’nın bir adının da İlios olmasından dolayı Homeros’un destanı İlyada adını aldı. Homeros, yaşadığı dönemde herkesin bu öyküyü bildiğini düşünerek, Truva kuşatmasını baştan sona anlatmaz ;savaşın 10.yılında sadece dört gün içinde geçen olayları anlatır .Savaş neredeyse bitmek üzeredir. Truva efsanesinin bu bölümü “Aşil’in Öfkesi” olarak bilinir.
İlyada’nın Öyküsü
Kral Agamemnon, Truva Savaşı sırasında Akhalar’ın başkomutanıydı. Kralın en yiğit ve başına buyruk savaşçısı olan Aşil, kimseye boyun eğmeden, kendi bildiğince hareket ediyordu. Aşil’in savaşta kaçırdığı Briseis adında Truvalı bir kız yüzünden Aşil ile Agamemnon arasında anlaşmazlık çıktı. Tutsağı olan bir kızı babasına geri vermeye razı olan Agamemnon, onun yerine Aşil’in sevdiği Briseis’i istiyordu. Agamemnon’a boyun eğmek zorunda kalan Aşil, kızı ona verdi. Ne var ki, hırsını alamayarak savaştan çekildi. Agamemnon’u cezalandırması için, deniz tanrıçası olan annesi Thetis’i çağırdı. Thetis, tanrıların kralı Zeus’tan yardım istedi. Böylece çok geçmeden yalnızca Aşil ve Agamemnon değil, tanrı ve tanrıçalarda kavgaya karıştı.
Tanrıların işe karışması Yunan askerlerini telaşlandırdı. Agamemnon, gördüğü bir düşe aldanarak, ordusuna artık Yunanistan’a dönüleceğini bildirdi. Askerlerin Truva’yı ele geçirmeden dönmek istemeyeceklerini sanarken, onların gitmeye can attıklarını görmek onu düş kırıklığına uğrattı. Yunanlı komutanlar orduyu yeniden savaş düzenine sokmakta güçlük çektiler. Bütün bu olaylar Yunan ordusunun savaş gücünü ve birliğini zayıflatmıştı.