Türk Adının Anlamı ve Kökeni
Tarih: 28 Temmuz 2011 | Bölüm: Türk Tarihi - Kültürü | Yorumlar: 12 Yorum var.
Türk adının anlamı ile ilgili diğer açıklayıcı yazımızı okumak için “buraya” dokunun… |
Milattan sonra VI. yüzyıl ortalarından başlayarak, önceleri siyasi ve daha sonraları etnik bir mana olan Türk adının ilk defa ne zaman ve nerede kullanılmağa başlandığı kat’iyetle tespit edilemiyor. Kaynakların kıtlığı, ve mevcut kayıtların da karışık olması – bu meselenin hallinde en mühim engeli teşkil ediyor. Türkler kendileri en eski tarihlerine dair yazılı kaynaklar bırakmadıkları için Türk tarihinin eski devirlerini ancak Türklerin komşuları ve çok eski yazılı kaynaklara sahib olan Çinliler vasıtasiyle öğrenmek mecburiyetinde kalıyoruz.
M.Ö. XVIII. yüzyıla kadar çıkan Çin kayıtlarında Çin’in kuzeyine düşen Tik1 adıyla bir kavim zikrediliyor. Buradaki “Tik” ile “Türk” arasında bir münasebet bulmak istiyenler olmuşsa da – bunun ciddi telakki edilmesi imkansız gibi görülüyor. İran efsanelerindeki “turan” ile “Türk”ü aynı köke bağlamanın da ne dereceye kadar doğru olduğu kat’iyetle tespit edilemiyor; maamafih “tur” kökünün “Türk” ile herhangi bir şekilde ilgili olması muhtemeldir. Avesta’nın Sanskritçe tercümesinde “Tura” ve “Truşkah” olarak gösterilen kavim adının Türklere ait olduğu zannediliyor. Avesta’nın bir kısmını teşkil eden Bahman Yaşt’ta birçok kavmin adı zikredilirken, “Xuon Turk” adı da geçiyor; şayet bu söz doğru okunmuşsa Hindistan’a geçen Hunlara “Türk” adı verilmiş olduğu anlaşılıyor; fakat Avesta’nın tercümesi daha sonraki zbir zamana ait olduğundan, buradaki etnik kayıt ve izahların daha evvelki devirler için fazla kıymetli olmadığı aşikardır. Herodot’un eserindeki “Jurkae” ve Pomponius Mella’daki “Turkai” (Mil. sonra I. yüzyılda kaleme alınmıştır) sözlerinde “Türk” adını görmek isteyenler olmuşsa da, bu hususta kat’i bir şey söylemek imkansızdır.
“Türk” adı -telaffuz ettiğimiz şekilde ve anladığımız manada- ilk defa olarak M.S. VI. yüzyıl ortalarında yazılına Çince kaynaklarda görülmektedir. Tungci, Soei-chou (suy-şu), Kieou-T’ang Chou (Hin T’ang şu) T’an şu adlı mahazlerde, Çin’in kuzey ve batısındaki kavimler anlatılırken, Türklerden Çince telaffuzla, Tu-kü-e (Turyu)lerden uzun uzadıya bahsediliyor. Çinlilerden az sonra (30 yıl kadar) Bizans kaynaklarında da ilk defa olmak üzere “Türk” adı zikredilmeğe başlıyor Bizanslılarda “Türk” adı ile İdil nehrinin doğusunda yaşayan kavimler kastediyorlardı.
Göktürkler – Göktürk Devleti Tarihi
Tarih: 19 Temmuz 2011 | Bölüm: Göktürkler, Türk Tarihi - Kültürü | Yorumlar: 49 Yorum var.
1. Göktürk Kağanlığı
Tarihte “Türk” adını resmî devlet adı olarak ilk defa kullanan Köktürklerdir. Köktürklerin ortaya çıkışı 542’li yıllardadır. Çin kaynaklarındaki bilgilere göre Köktürkler’in lideri Bumın Kağan (Çince kaynaklarda Tu-mın veya T’u-men)’dir. Bumın Kağan’ın siyasi bir güç olarak ortaya çıkışından birkaç yıl sonra Çin ile resmî ilişkilere girdiği anlaşılmaktadır, ancak o yıllarda Köktürkler, Avarlar (Juan-juanlar)’a bağımlıdır. Bumın Kağan, Çin Seddi’nin kuzeyinde ipek ticaretiyle meşgulken bir yandan da Avarlar’a karşı başlatılan Tölis isyanını bastırır. Bu başarının getirisi, en az elli bin kişilik bir kuvvetin kendisine bağlanması olmuştur.
Bumın Kağan, 552 yılında Avarlar üezrine baskın yapar ve onları mağlup eder. Bumın Kağan’ın kazandığı bu zaferden sonra Köktürk Kağanlığı tam olarak bağımsızlığına kavuşmuş olur. Yeni kurulan devletin batı kısımlarının idaresi, Bumın tarafından kardeşi İstemi’ye verilir. Bumın’ın ölümünden sonra yerine sadece birkaç ay hükümdarlık yapan oğlu Kara Kağan geçer. Kara Kağan’ın hastalıktan ölmesi üzerine Köktürk tahtına, vasiyeti gereği kardeşi Mukan Kağan (553-572) oturur.
Bumın Kağan’ın kardeşi İstemi ise 576 yılına kadar merkeze bağlı olarak “yabgu” ünvanı ile devletin batı kısmını idare eder. İstemi’nin bütün faaliyetleri doğudaki kağanlık adına olur. Bu bize, Türk devletlerinin baştan beri yönetim olarak ikiye bölündüğünü göstermektedir. Merkezleşen doğu kısmının batı kısımna karşı üstünlüğü vardı. Doğuyu Bumın‘ın oğlu Mukan, batıyı ise Bumın’ın kardeşi İstemi (552-576) yirmi yıldan fazla süre yönetir.
Türk Lehçeleri Arasındaki Yakınlık
Tarih: 18 Temmuz 2011 | Bölüm: Türk Dili, Türk Lehçeleri | Yorumlar: Yorum yok.
Dünyanın dört bir yanına dağılan ve yayıldıkları coğrafyalarda farklı ses ve biçim özellikleri gösteren “lehçeler” oluşturan Türkler, acaba farklı Türk lehçelerini öğrenmek için hiçbir çaba sarf etmeden birbirleriyle ne kadar anlaşabilirler diye düşüneniniz var mı? Azerbaycan’a, Kırgızistan’a veya Tuva Özerk Cumhuriyeti’ne giden bir Türkiye Türk’ünün orada yaşayan soydaşlarımızla ne düzeyde iletişim kurabileceğini merak ediyor musunuz?
Türk dünyası, ne yazık ki hep ihmâl edilen bir konu alanı. Dünyada Türkler kadar kültürel – manevi ortaklığını devam ettirdiği, başkalaşmadığı hâlde birbirine uzak duran başka bir millet yoktur kanımca. Aramızdaki devasa ortaklık, bizi biz yapan aynı değerleri benimsemişlik varken birbirimizden bihaber olduğumuz 300 milyon insan… Hangi millet yapar bunu? Tabi ki Türkler. Çünkü gerçekten tarih boyunca biz en büyük zararı, yine kendimizden görmüşüz. Bu tartışmasız bir gerçek. Şu anda da böyle oluyor ve bağımsız 7 tane Türk cumhuriyeti varken bile, ilişkilerimiz yok denecek kadar az.
Rusların ve türevi düşmanların etkisi ile aramızdaki bağın iyice bitirilmeye çalışılması nedeniyle, hepimizin ortak dili olan Türkçemiz de farklılaşarak, lehçeler doğurmuştur. İşte bu lehçelerin birbirlerine yakınlığı aynı düzeyde değildir. Bunu gösterirken, Türkçenin yayıldığı alanlara göre sınıflandırma yapmak mümkündür. Ayrıca konuşma dili ile yazı dili arasında alfabe farkı olduğu için, bu açıdan da sınıflandırma yapmak mümkündür.
Güneş Dil Teorisi
Tarih: 17 Temmuz 2011 | Bölüm: Türkçe | Yorumlar: 5 Yorum var.
Geçen günlerde Güneş Dil Teorisi konusunda bir araştırma yapıyordum. Genel ağda yaptığım aramada, bu konuyla ilgili adamakıllı bilgi bulamadım. Birçok ağelinde kaynağı belli olmayan birkaç satırlık bilgiden başka bir içerik bulunmuyor bu konuyla ilgili. Hatta bazı kendini bilmez kişilerin yazmış oldukları bir yazıyı da üzülerek okudum. Atatürk ve Türk karşıtı bir duruşla yazılmış o yazı, birçok bölümünde gerçeklikten tamamen uzak tutumlarla işlenmiştir. İdeolojik görüşlerini tarihi çarpıtmak için kullanan ve bu yolla Türk insanının değerleriyle oynamaya kalkışan kişilerin de bu yazıyı okumalarını umut ediyorum.
1930’lu yıllarda, Türkçenin yabancı dillerin etkisiyle ne kadar geri plana atıldığı anlaşılmış ve bu yabancılaşmanın ortadan kaldırılması için çalışmalara başlanmıştır. Bu tarihten önce de bu konuda çalışma yapanlar olmuştur; fakat büyük çaplı ve etkili çalışmalar bu dönemden sonra başlamıştır. O yıllarda dilimiz, Arapça ve Farsçanın yoğun etkisi altındadır ve Türkçemizdeki yabancılaşma oranı %7-80′lere kadar ulaşmıştır. Şöyle ki Türkiye Türkçesi, büyük bir sayfalık metinde ancak birkaç sözcük veya dil bilgisi öğesiyle yaşamaktadır. Fakat burada değinilmesi gereken bir şey vardır: Bu yabancılaşma, büyük oranda “aydın” (?) kesimin yazı dilinde oluşmuştur. Kendini daha bilge gösterebilmek için, TÜRK‘ün olmayan bütün sözcükler ve kalıplar, yüksek kesimin diline alınmıştır. Halkın dili çok daha sadedir ve hatta bu dönemde yazılan metinleri, sıradan insanların anlaması da çok güçtür. Bu kötü durumun düzeltilmesi için, dilimizdeki yabancı sözcüklerin Türkçeleştirilmesi için çalışmalar yapılmak istenmiştir.
Yabancılaşmanın doruğa çıktığı dönemde, dilimizde olmayan sözcüklerin yerine yeni sözcükler alınmamış; tam tersine binlerce yıldır kullandığımız sözcükler bile atılarak yerlerine Arapça ve Farsçaları getirilmiştir. Bunun için dili yeniden canlandırıp özüne döndürmek daha kolay olmuştur. Özleştirme çalışmalarında, ilk başta dilimizdeki bütün yabancı sözcükleri atıp yerlerine Türkçe kökenli karşılıklarının koyulması düşünülmüştür. Bu anlayışla çalışan dil ve edebiyat bilginleri, dilimize yerleşip Türkçeleşmiş sözcükleri de dilden çıkarmaya başlamışlardır. “Kalem, kültür, insan” gibi Türkçeleşmiş sözcüklerin de dilden atılması gerektiği düşünülmüş; fakat bu sözcüklerin yerine koyulan Türkçe kökenli sözcükler eski sözcüklerin gücünde olmayınca, dil bir çıkmaza doğru gitmeye başlamıştır. Tamamen iyi niyetle başlatılan Türkçeleştirme çalışmaları, farklı bir boyut kazanarak Türkçeyi özleştirmesi beklenirken dili çıkmaza doğru sürüklemeye başlamıştır. Çünkü yapılan Türkçeleştirmeler düzensiz ve basittir. Bugün bir sözcük türetilirken Türk Dil Kurumu yüzlerce kişinin görüşünü alır, o sözcüğün yerine kullanılabilecek diğer sözcükleri de inceler ve kurulun onayından geçirdikten sonra kullanmaya başlar. O dönemde ise, üç beş kişinin her gün onlarca sözcüğü Türkçeleştirmeleri böyle sıkıntılı bir ortam yaratmıştır.