Batı Edebiyatında Günlük Türü
Tarih: 7 Ekim 2011 | Bölüm: Günlük | Yorumlar: Yorum yok.
Şerife Doğan, güncenin tarihteki ilk örneklerinin eski Yunan ve Roma dönemine ait olduğunu söyler. Yazara göre, eski Yunanda bazı almanaklar, yılın belli zamanlarında oluşan gökyüzü hareketlerini günü gününe aktarmıştır. Halman’a göre de, günlükler önceleri sadece gündelik işleri görmek için tutulmaktadır. İlk olarak günlük kullanan Romalıların “commentarii” adı verdikleri belgeler, yapılmış işlerin unutulmaması için kişilerin ya da kamu kuruluşlarının tuttukları notlardan oluşmaktadır. Günlük yazarları tabiatlarına göre iki grupta toplanabilir: Ruhbilimciler ve fıkracılar. Fıkracılar alay ve soğukkanlılıkla her olaya el atarak anlatırlar.
15. yüzyılda kimin tarafından yazıldığı bilinmeyen Bir Parisli Asilzadenin Günlüğü, 16. yüzyılda İtalyan Hümanistlerden Martin Sanudo’nun günlüğü, 17. yüzyılda İngiltere’de İngilizce yazılmış ilk güncenin sahibi Samuel Pepys’nin 2. Charles dönemini tarihi ve günlük olaylarıyla aktardığı günce, Victor Hugo’nun Görülmüş Şeyler adlı eseri, Fransa’da Goncourt kardeşler, Almanya’da Herder’e ait “Özel Gezi Notlar” niteliği taşıyan günce ve bunun dışında büyük Alman yazar Goethe’nin seyahat notları ve güncelerden oluşturduğu otobiyografisi bu gurup içerisinde sayılabilir. Ruhbilimciler ise gözlerini kendi üzerlerine çevirirler. Fransa’da bu türün kurucu Maine de Biran’dır. Ustası ise İsviçreli Amiel’dir.
Türk Edebiyatında Günlük Türü
Tarih: 7 Ekim 2011 | Bölüm: Günlük | Yorumlar: 2 Yorum var.
Günce, Türk edebiyatına Tanzimat’la birlikte girmiş, ama diğer türler gibi gelişme gösterememiştir. Klasik dönemin ruznameleri ve Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi tam olarak bu türün özelliklerini taşımasa da ilk günce örnekleri olarak dikkati çekerler. Batılı anlamda ilk günce Direktör Ali Bey’in 1898 tarihli ve Seyahat Jurnali adını taşıyan gezi kitabıdır. Servet-i Fünun döneminde Nigar Binti Osman tarafından yazılan ve ölümünden sonra 1959 yılında basılan Hayatımın Hikâyesi adlı kitap batılı ölçülerde ilk günce örneklerinden biridir.
Ahmet Refik’in Kafkas Yollarında adlı seyahat güncesi. Sultan Reşad ve Vahdettin dönemlerinde sarayda başmabeyncilik yapan Lütfi Simavi’nin notları da günce olarak değerlendirilebilir. Ömer Seyfettin’in Ruznameler’i ve İbnülemin Mahmut Kemal İnal’in günlükleri de türün örnekleri içerisinde yerini alır; ancak yeterli ilgiyi göremez. Güncenin aslı gelişimi 1950 sonrası Nurullah Ataç’la başlar. Ataç’in yazdıklarını günü gününe gazetede yayınlaması türün gelişimine yardımcı olmuştur.
Nurullah Ataç’la birlikte bir başka önemli isim olan Salâh Birsel, Kuşları Örtünmek, Nezleli Karga, Bay Sessizlik, Aynalar Günlüğü, Yaşlılık Günlüğü gibi kitaplarıyla çağdaş edebiyatımızın önemli günce yazarlarından birisi olmuştur. Salah Birsel’le aynı kuşaktan sayabileceğimiz Nuri Pakdil ve Orhan Burian’ın günlükleri de bu iki önemli ismi tüm yönleriyle tanıma bağlamında seçkin örnekler olarak göze çarpar. Türk edebiyatının önemli öykücülerinden Tomris Uyar’ın Gündökümleri adıyla yayımlanan günlükleri, Cemil Meric’in iki cilt halinde yayımlanan Jurnal’i, Oğuz Atay’ın Günlük’ü, Cemal Süreya’nın Günler’i, Cahit Zarifoğlu’nun Yaşamak adlı günlükleri de türün önemli eserlerindendir. İlhan Berk’in günlüğü El Yazılarına Vuruyor Güneş ise şairin önemli düzyazı kitapları arasında yer alır. Bunların dışında Hilmi Yavuz’un Geçmiş Yaz Defterleri, Adalet Ağaoğlu’nun Damla Damla Günler adıyla iki kitap halinde yayımlanan günlükleri, Oktay Akbal’ın, Anılarda Görmek, Geçmişin Kuşları ve Yeryüzü Korkusu adlı üç günlüğü, Muzaffer Buyrukçu’nun uzun günlükleri. Fethi Naci’nin eleştiri günlükleri, Memet Fuat’ın son yıllarını anlattığı günlükleri de türün önemli örnekleri arasında sayılır.
Günlük Örnekleri
Tarih: 7 Ekim 2011 | Bölüm: Günlük | Yorumlar: 12 Yorum var.
ÖRNEK 1:
Hacivat’ın Günlüğü’nden
27 Şubat Dolmuşta yanıma yaşlı bir kadın oturdu. Arkasından otomobile atlayan adam:
– Manton yerlerde sürünüyor.
– Ben kendim sürünüyorum, mantom sürünmesin mi? Ağzı kalabalık bir kadındı. Araba kazası geçirdiğini,
ayaklarının bu yüzden sakat kaldığını çakçaka ile anlattı. Ben, Dil Kurumu durağına gelince dolmuştan nasıl çıkacağımı düşünüyordum. Kadın inmezse benim çıkmam çok zor olacaktı. Bir gün önce de ayağı sakat bir adam vardı dolmuşta. Tam kadının oturduğu yerde. Ben de ikinci sırada aynı yerdeydim. İnmek için iyiden iyi cambazlık yapmak zorunda kalmıştım.
Kızılay’a geldiğimiz vakit dolmuş şoförü kadına nereye gideceğini sordu.
Çankaya’ya.
Ver paranı
Benden para alma, yoksulum ben.
Buraya kadar geldin (Büyük postanenin önünden binmişti), artık in de yeri boşuna kapatma.
Bari elli kuruş vereyim, yok param.
Ben bir an kadının inmesiyle, Dil Kurumu durağında benim de sıkıntı çekmeyeceğimi düşündüm ve şoförün, kadını indirmek istemesini çok yerinde buldum. (Evet, evet sevindim)
Nedir, o anda Hans Fallada’nın Küçük Adam Ne Oldu Sana’sındaki Karla’nın sözleri geçti kafamdan: Ama ben onları hırpalamak istemiyordum. Onlardan hoşlanmak, onları sevmek istiyorum. Bir canavar olmak istemiyorum.”
Bu kez, biraz önceki canavarlığımı kendime bağışlatmak için çıkardım, kadının dolmuş parasını verdim. Benim bu davranışım, en arkada oturan bir başka kadını da coşturdu. O da yaşlı kadına bir iki buçukluk tosladı.
Bununla dönüş parası yaparsın.
Ey gelecekteki okur, bu sözlerimde bir sahtecilik sezdinse memnun olurum. Evet, var burada bir sahtecilik. Çünkü arka sıradaki kadın, kesesine benden sonra mı, benden önce mi davrandı, kesin olarak bilmediğim halde önceliği kendime mal ettim. Ama bu, iyilikseverliğin, budalalık gibi bulaşıcı olduğunu söylememe engel olmaz sanırım.