Zuhal Olcay
Tarih: 8 Aralık 2011 | Bölüm: Z | Yorumlar: Yorum yok.
1957 yılında İstanbul’un Üsküdar ilçesinde doğdu. Babası erkek berberi Cevat İşanç, annesi ev hanımı Süheyla İşanç’tır. Konservatuarda piyano öğretmeni olan teyzesinin teşviki ile Ankara’ya giderek tiyatro eğitimine başladı.
1976’da Ankara Devlet Konservatuvarı yüksek bölümünü bitirdi. Aynı yıl sınıf arkadaşı Selçuk Yöntem ile evlendi. Bir sene Londra’da eğitim gördü. Üç yıl süren ilk evliliğinin ardından işadamı Zafer Olcay ile evlenen Zuhal Olcay, İzmir’e yerleşti ve İzmir Devlet Tiyatrosu’nda oyunculuğa başladı. 1981 yılında kızı Ceren dünyaya geldi.
1983’ten itibaren çeşitli televizyon yapımlarında rol aldı; ilk televizyon filmi olan Sönmüş Ocak’tan sonra Parmak Damgası adlı yapım ile tanındı. Film festivallerinde aldığı ödüller ününü arttırdı.
Sinema oyunculuğu ile birlikte tiyatro oyunculuğunu da sürdüren Olcay, 1986’da Martı’daki Nina rolüyle Avni Dilligil Tiyatro Ödülü’nü, 1988’de Balkon ‘daki İrma rolüyle Ankara Sanat Ödülü’nü kazandı. 1989`da Evita Müzikali’nde Evitayı oynadı. Bu müzikaldeki başarısı üzerine şarkıcılık kariyeri başladı. Dünden Sonra, Yarından Önce adlı filmde şarkıları seslendiren Olcay, daha sonra Onno Tunç’un bestesi olan parçayı bir albümde seslendirdi.
Hacı Bektaş-ı Veli
Tarih: 8 Aralık 2011 | Bölüm: H | Yorumlar: Yorum yok.
Bu dönemde dikkat çeken mutasavvıflardan olan Hacı Bektaş-ı Velî’nin büyük bir ihtimalle “Haydâriyye” tarikatının bir mensubu olarak Anadolu’ya geldiği, daha sonra Baba İlyas-ı Horasanî çevresine girerek “Vefâiyye“ye intisap ettiği tahmin edilmektedir. Hayatının sonuna kadar muhtemelen bu şekilde yaşayan Hacı Bektaş-ı Velî, adını taşımasına rağmen “Bektaşilik” tarikatının banisi değildir. Nitekim Bektaşîlik, XVI. asrın ilk yıllarında Balım Sultan tarafından Haydarîlik’ten ayrılmak suretiyle onun adına kurulmuştur. Burada dikkat çekici olan nokta, Hacı Bektaş-ı Velî etrafında teşekkül eden kültün, ondan çok daha eski olan ve göçlerle buraya intikal eden Ahmed-i Yesevî, Kutbeddîn Haydar, Dede Garkın kültlerini ve nihayet, büyük birdinî-sosyal hareketin lideri olmasına rağmen Babaflyas kültünü kendi içine alması ve böylece Anadolu’daki bütün heterodoks sûfî eğilimleri temsil eder duruma yükselmesidir.
Gerçek ismi, Seyid Muhammed bin Seyyit İbrahim Ata’dır. Lokman Parende’den ilk eğitimi almış ve Ahmet Yesevi (1103-1165)’nin öğretlerini takip etmişti. Ondan dolayı Yesevi’nin ‘halife‘si olarak kabul edilmektedir. Anadolu’ya geldikten sonra kısa zamanda tanınarak kıymetli talebeler yetiştirdi. Hacı Bektaş-ı Veli kendisinin de bağlı olduğu “Ahilik Teşkilatı” ile, Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde Anadolu’da sosyal yapının gelişmesinde önemli katkılarda bulundu.
Velâyetnâme adlı eserede Hacı Bektaşi Velî’nin, sık sık Kırşehiri ve Ahi Evranı ziyareti onun’la sohbetlerini anlatır. Bektaşîliğin bütün İslâm Öncesi yerel kültleri de kendi bünyesi içinde özümseyerek bağdaştırıcı bir yapı ortaya koyarak kendini Anadolu Türk heterodoksisinin temeline yerleştirebilmiş olması da ayrıca dikkat çekicidir. İşte bu bağdaştırmacı kültün teşekkülü, aynı zamanda menkabevî yahut mitolojik Hacı Bektaş-ı Velî’yi sahneye çıkartarak hem Bektaşiliğin hem de Alevîliğin merkezine oturtmuştur. Yani Hacı Bektaşı Velî asıl tarihî rolünü, yaşarken değil tıpkı Hz. İsa, Hz. Ali ve hatta meşhur sûfî Hallâc-ı Mansur gibi, öldükten sonra oynamıştır.
Kendi döneminde pek tanınmayan Hacı Bektaş-ı Velî’yi gerek hayattayken gerekse ölümünden kendi zamanına kadar geçen sürede üretilen yeni menkıbeler aracılığıyla, başta yeni kurulmakta olan Osmanlı Beyliği olmak üzere, bütün Orta ve Batı Anadolu’da tanıtarak âdeta ona tekrar hayat veren, XIV. asırda Hacı Bektaş’ın Sulucakarahöyük’teki tekkesinde yetişen Abdal Musa olmuştur. Bugün elimizde bulunan ve Alevî-Bektaşî toplulukları nezdinde kutsal bir kitap muamelesi gören Vilâyet-nâme, XV. asrın son yıllarında bu menkıbelerin toplanıp yazıya geçirilmiş hâji olup ekseriyetle bu mitolojik Hacı Bektaş-ı Velî’yi yansıtır. Bu eserde Hacı Bektaş-ı Velî’nin tarihî ve gerçek şahsiyetini aydınlatmaya yarayacak bilgiler de vardır.
Zübeyde Hanım
Tarih: 8 Aralık 2011 | Bölüm: Z | Yorumlar: Yorum yok.
Osmanlı devrinde, Fatih Sultan Mehmet zamanında Anadolu Larende-Karaman’dan Rumeli’ye göçen ve Selanik yakınlarındaki Langaza’da toprak işleri ile uğraşan bir Türkmen ailesi olan Hacı Sofi ailesindendir. Mustafa Kemal Atatürk’ün anne soyu da, Karaman’dan gelerek Selanik ile Manastır’ın arasında bulunan Vodina Sancağı’na bağlı “Sarıgöl” de denilen “Kayalar” Nahiyesine yerleştiler. Aile, sonradan Selanik yakınlarında bugün de kaplıcaları ile meşhur olan Lankaza’ya yerleşmiştir.
Dedesi Feyzullah Efendi’in taşıdığı “Sofu-zade” (Sofular) lâkabı, yerleştikleri Sarıgöl bölgesindeki yer adları ve ailedeki hatıraların gösterdiği üzere, Atatürk’ün anne soyu Karaman’dan Rumeli’ye gelen ve bundan dolayı da “Konyarlar” olarak Rumeli’de anılan Yürük, Türkmenlerdendir. Zübeyde Hanım, 1857’de Lankaza’da dünyaya gelmiştir. Babası: Sofuzade Feyzullah (Sadullah) Ağa, annesi : Molla Hanım olarak anılan Ayşe Hanım’dır. Döneminde kadınların okula gitmesi yaygın olmadığı için, okur yazar oluşu nedeniyle kendisi de Zübeyde Molla olarak anılırdı.
Hacı Sofi gibi dinine bağlı bir aileden geldiği için kendisi de öyleydi. Türk tarih kitaplarında sıkça geçen, eğitim sisteminin karışık olduğu bir dönemde, Mustafa Kemal’in ne tür bir okula gideceği konusundaki tartışmalarda Zübeyde Hanım’ın, dini eğitim veren Mahalle Mektebi’ne gitmesinde ısrarcı oluşu bu yüzdendir.
Zühtü Müridoğlu
Tarih: 8 Aralık 2011 | Bölüm: Z | Yorumlar: Yorum yok.
Zühtü Müridoğlu 26 Ocak 1906′da İstanbul’da doğdu. Figüratif ve soyut anlayışta yapıtlar üreten heykelci, 1924′te girdiği Sanayi-i Nefise Mektebi’nde önce Resim Bölümü’nde Hikmet Onat’ın, sonra da Heykel Bölümü’nde İhsan Özsoy’un öğrencisi oldu. 1928′de Avrupa sınavını kazanarak Paris’e gitti.
1928-1932 arasında özel Colarossi Akademisi’nde Marcel Gimond’un öğrencisi oldu. 1936-1939 yılları arasında İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde çalıştı. 1939-1947 arasında da Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde resim öğretmeni olarak görev yaptı. 1947′de girdiği İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü’nde, 1950-55 arasında Ali Hadi Bara ile birlikte heykel, 1971′de emekli olana değin de ağaç uygulama atölyesini yürüttü.