Harezmi
Tarih: 12 Aralık 2011 | Bölüm: H | Yorumlar: 75 Yorum var.
Harezmli olan şairin hayatı hakkında elde fazla bilgi yoktur. Rum’u ve Türkiye‘yi baştan başa gezmeye çıkan Hârezmî, Tayfur’dan Şam’a gitmiş ve Maveraünnehir’de uzun süre kalmıştır. Seyahat ederken Aral gölü kıyılarına geldiğinde Altınordu’nun Hanı Canıbeg’in Sirderya yakınındaki adamlarından biri olduğu tahmin edilen Muhammed Hoca Bey ile karşılaşmıştır. Muhammed Hoca Bey 1353 yılında Hârezmî’yi çağırıp o kış orada istirahat edip Türkçe bir eser yazmasını istemiştir.
Hârezmî, Muhammed Hoca Bey’in bu isteğini kabul ederek Muhabbet-nâme (Moskova 1961; Taşkent 1959) isimli mesnevisini kaleme almıştır, aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla 754/1353 tarihinde yazılan eser, 11 nâme hâlinde tertip edilmiştir. Eserde kıt’a ismiyle söylenmiş bazı gazeller ile Farsça parçalar da bulunmaktadır. Kuvvetli bir nazım tekniğiyle, üstat bir şair kudretiyle, duygulu ve sanatlı bir söyleyişle yazılmıştır.
Mıılıabbet-ııâme Tourkhan Gandjeî, A. M. Şçerbak (Oguz-nâme, Muhabbet-nâme, pamyatniki drevne uygurskoy i sta-ro uzbekskoy pis’mennosti, Moskova 1959, s. 111-70), E. N. Nadjib (Horezmi, Muhab-bet-naıne, İzdanie, teksta, transkripsiya, perevod i issledovanie, Moskova 1961), T. Ce-lalov (Hârezmî. Muhabbetnâme, Taşkent 1959) ve O. Fikri Sertkaya (‘Hârezmî’nin Muhabbetnârm’s’ımn İki Yazma Nüshası Üzerine”, Türkiyat Mecmuası, c. XVII, İst 1972, s. 185-207) tarafından yayımlanmıştır. Türkçe yanında Farsça şiirleri de olan Hârezmî çağının meşhur şairlerindendir. XIV. asrın sonlarında öldüğü sanılmaktadır.
Hoca Dehhani
Tarih: 10 Aralık 2011 | Bölüm: H | Yorumlar: Yorum yok.
Dehhânî’nin hayatı hakkında bilgilerimiz çok sınırlıdır. Bugün için elimizde bulunan tek kasidesinden bildiğimiz, Horasan’dan Anadolu’ya geldiği ve sultandan tekrar oraya dönmek istediğidir. Dehhânî‘yi ilim âlemine tanıtan M. Fuad Köprülü’nün tespitlerine göre şair, III. Alâeddîn Keykubâd devrinde (1298-1302) Anadolu’ya gelmiş ve bu sultana intisap etmiştir. Onun sarayında bulunan Dehhânî, eğlence ve işret meclislerine de katılmıştır. Ayrıca bu sultanın isteği üzerine yirmi bin beyitlik Farsça bir şeh-nâme kaleme almıştır.
Köprülü’den sonra Mecdut Mansuroğlu ve Vasfi Mahir Kocatürk de Dehhânî’nin III. Alâeddîn Keykubâd zamanında yaşadığını belirtmişlerdir. Devriyle ilgili bazı hususiyetleri bünyesinde barındıran söz konusu kasidesinde yer alan bazı telmihleri, Hikmet İlaydın farklı şekilde yorumlayarak onun I. Alâeddîn Keykubâd zamanında (1220-1237) yaşamış olabileceğini ileri sürmüştür. Çetin Derdiyok da “Tematik Bir Bakış“la değerlendirdiği kasidesinde bu sultanın büyük ihtimalle I. Alâeddîn Keykubâd olduğu sonucuna varmıştır. Ömer Faruk Akün ise, bir manzumesindeki ipuçlarından hareket ederek onun 1361 tarihinde daha hayatta olduğu ve Anadolu’dan henüz ayrılmadığına dikkat çekmiştir.
XV. asırda Ömer b. Mezîd’in Mecmû’atü” n-nezâ’ ir’i (bk. Mustafa Canpolat. ‘Ömer bin Mez’ıd Mecmû’atü’n-nezâ’ir, Ankara 1982, s. 26-28, 32-33, 42, 54-55, 133-34) ile XVI. asırda Eğridirli Hacı Kemâl’in Cami’u’n-nezâ’ir’i gibi önemli nazire mecmualarında şiirlerinin bulunması, Şeyhoğlu Mustafâ’nın Kenzü’l-kübe-ra’sında kendisinden bir şiir seçilmesi (bk. Kemâl Yavuz, Şeyhoğlu Kenzü’l-küberâ veMehekkü’l-ulemâ,Ankara 1991,s. 144) ve Hatiboğlu’nun Hacı Bektâş-ı Velî’nin makalelerini tercüme ettiği Bahrü’l-hakâyık isimli eserinde adının bazı ünlü Türk şairlerle anılması (bk. İsmail Hikmet Ertaylan, Hatiboğlu Bahrü’l-hakâyık, İstanbul 1960, s. III [metin]), Dehhânî’nin hem şöhretinin hem de etkisinin sonraki asırlarda devam ettiğini göstermektedir.
Hacı Bektaş-ı Veli
Tarih: 8 Aralık 2011 | Bölüm: H | Yorumlar: Yorum yok.
Bu dönemde dikkat çeken mutasavvıflardan olan Hacı Bektaş-ı Velî’nin büyük bir ihtimalle “Haydâriyye” tarikatının bir mensubu olarak Anadolu’ya geldiği, daha sonra Baba İlyas-ı Horasanî çevresine girerek “Vefâiyye“ye intisap ettiği tahmin edilmektedir. Hayatının sonuna kadar muhtemelen bu şekilde yaşayan Hacı Bektaş-ı Velî, adını taşımasına rağmen “Bektaşilik” tarikatının banisi değildir. Nitekim Bektaşîlik, XVI. asrın ilk yıllarında Balım Sultan tarafından Haydarîlik’ten ayrılmak suretiyle onun adına kurulmuştur. Burada dikkat çekici olan nokta, Hacı Bektaş-ı Velî etrafında teşekkül eden kültün, ondan çok daha eski olan ve göçlerle buraya intikal eden Ahmed-i Yesevî, Kutbeddîn Haydar, Dede Garkın kültlerini ve nihayet, büyük birdinî-sosyal hareketin lideri olmasına rağmen Babaflyas kültünü kendi içine alması ve böylece Anadolu’daki bütün heterodoks sûfî eğilimleri temsil eder duruma yükselmesidir.
Gerçek ismi, Seyid Muhammed bin Seyyit İbrahim Ata’dır. Lokman Parende’den ilk eğitimi almış ve Ahmet Yesevi (1103-1165)’nin öğretlerini takip etmişti. Ondan dolayı Yesevi’nin ‘halife‘si olarak kabul edilmektedir. Anadolu’ya geldikten sonra kısa zamanda tanınarak kıymetli talebeler yetiştirdi. Hacı Bektaş-ı Veli kendisinin de bağlı olduğu “Ahilik Teşkilatı” ile, Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde Anadolu’da sosyal yapının gelişmesinde önemli katkılarda bulundu.
Velâyetnâme adlı eserede Hacı Bektaşi Velî’nin, sık sık Kırşehiri ve Ahi Evranı ziyareti onun’la sohbetlerini anlatır. Bektaşîliğin bütün İslâm Öncesi yerel kültleri de kendi bünyesi içinde özümseyerek bağdaştırıcı bir yapı ortaya koyarak kendini Anadolu Türk heterodoksisinin temeline yerleştirebilmiş olması da ayrıca dikkat çekicidir. İşte bu bağdaştırmacı kültün teşekkülü, aynı zamanda menkabevî yahut mitolojik Hacı Bektaş-ı Velî’yi sahneye çıkartarak hem Bektaşiliğin hem de Alevîliğin merkezine oturtmuştur. Yani Hacı Bektaşı Velî asıl tarihî rolünü, yaşarken değil tıpkı Hz. İsa, Hz. Ali ve hatta meşhur sûfî Hallâc-ı Mansur gibi, öldükten sonra oynamıştır.
Kendi döneminde pek tanınmayan Hacı Bektaş-ı Velî’yi gerek hayattayken gerekse ölümünden kendi zamanına kadar geçen sürede üretilen yeni menkıbeler aracılığıyla, başta yeni kurulmakta olan Osmanlı Beyliği olmak üzere, bütün Orta ve Batı Anadolu’da tanıtarak âdeta ona tekrar hayat veren, XIV. asırda Hacı Bektaş’ın Sulucakarahöyük’teki tekkesinde yetişen Abdal Musa olmuştur. Bugün elimizde bulunan ve Alevî-Bektaşî toplulukları nezdinde kutsal bir kitap muamelesi gören Vilâyet-nâme, XV. asrın son yıllarında bu menkıbelerin toplanıp yazıya geçirilmiş hâji olup ekseriyetle bu mitolojik Hacı Bektaş-ı Velî’yi yansıtır. Bu eserde Hacı Bektaş-ı Velî’nin tarihî ve gerçek şahsiyetini aydınlatmaya yarayacak bilgiler de vardır.