Düzeltme İşaretinin Kullanım Özellikleri
Tarih: 21 Mart 2012 | Bölüm: Genel | Yorumlar: Yorum yok.
1. Düzeltme işareti Türkçe olmayan kelimelerde kullanılan bir işarettir. Bu işaret hem uzatma hem de inceltme görevinde kullanılır. İnceltme görevi sadece “g, k, l” ünsüzleri için; uzatma görevi de “a, i ve u” ünsüzleri için söz konusudur.
a. İnceltme görevi
– Bazı yabancı kelimelerde –Türkçede kalın ünlülerle birlikte kullanılmayan– ince ünsüzler (g, k, l) vardır. Bu ünsüzlerin ince olduğunu, yani ince okunmaları gerektiğini kendilerinden hemen sonra gelen kalın ünlülerin (a, u) üzerine düzeltme işareti koyarak anlarız. Bu ünsüzlerin ince okunmasının gereği asıllarının öyle oluşu; amacı da yanlış anlam çıkarılmasını engellemektir:
Örnek: dergâh, gâvur, ordugâh, tezgâh, yadigâr, rüzgâr, yegâne, bekâr, dükkân, hikâye, kâfir, kâğıt, kâr, kâtip, mekân, mahkûm, mezkûr, sükûn, sükût, ahlâk, evlât, felâket, hâlâ, hilâl, ilâç, ilân, ilâve, iflâs, ihtilâl, istiklâl, kelâm, lâkin, lâle, lâzım, mahlâs, selâm, sülâle, telâş, villâ, vilâyet, billûr, üslûp, velût…
– Batı dillerinden alınan kelimelerde de durum böyledir.
Örnek: plâj, plân, plâk, klâsik, lâhana, lâik (a kısa okunur) , lâmba, Lâtin, melânkoli, reklâm…
Ses yansımalı kelimeler için de aynı kural geçerlidir.
Örnek: lâklâk, lâpa lâpa, lâp lâp, lâkırdı, lâppadak…
Uyak (Kafiye) Nedir?
Tarih: 20 Kasım 2011 | Bölüm: Genel, Uyak ve Ölçü | Yorumlar: 4 Yorum var.
Uyak (Kafiye), mısra sonlarındaki yazılışları ve okunuşları aynı, anlamları ve görevleri farklı kelimelerin, eklerin benzerliğine denir. Şiirde mısra sonlarındaki ses benzerlikleri “kafiye” (uyak) olarak adlandırılmaktadır. Kafiyeyi oluşturan eklerin ya da kelimelerin; yazılışları ve okunuşları aynı, anlamları ve görevleri farklı olmalıdır.
Değer Yönünden Kafiye
Kafiye tarih boyunca şiirin vazgeçilmez ahenk öğelerinden olmuştur. Ustaca kullanılmış kafiyeler şiire ahenk kattığı gibi bir metnin kolay ezberlenmesini sağlar. En azından uzun süre hatırlanmasına katkıda bulunur. Bundan başka bir duygu veya düşünceyi zihinlerde iz bırakacak şekilde vurgulamamıza yardım eder.
Türk milleti tarih boyunca kafiyeye düşkün olmuştur. “Azı karar, çoğu zarar. Adamı adam eyleyen paradır, parasız adamın yüzü karadır.” gibi yüzlerce atasözünde ve özdeyişlerde kafiye görebilirsiniz. Masalların “Az gittik, uz gittik dere tepe düz gittik, altı ay bir güz gittik.” gibi tekerlemelerinde; “Suya düşer ıslanmaz, yere düşer paslanmaz. İki yıldız, gözleri boynuz.” gibi bilmecelerde; Tahir ile Zühre, Dede Korkut Hikâyeleri gibi anonim eserlerde sıkça kafiye kullanılmıştır.
Kafiye konusu değer, diziliş ve anlayış yönünden olmak üzere üç bakış açısıyla incelenir:
Değer yönünden kafiyeyi yarım, tam, zengin ve cinaslı olmak üzere dörde ayırabiliriz. Tek ses benzerliği yarım, iki ses benzerliği tam, ikiden çok ses benzerliği ise zengin kafiyedir.
Dillerin Kökeni
Tarih: 30 Eylül 2011 | Bölüm: Dilbilim, Genel | Yorumlar: Yorum yok.
Her kültürün dilin kökeni sorusuna verdiği mitlerle örülü yanıtları vardır. Daha yakın zamanlarda ise dillerin nasıl ortaya çıktığı bilimsel araştırmalara konu olduğunda çeşitli varsayımlar öne sürülmüştür. Bu varsayımlar geleneksel dil bilgisi kitaplarında aşağı yukarı aynı biçimde sıralanır. Sınanabilir olmadığı için bir varsayım olarak değerlendirilemeyecek “ilahi kaynak” inancı dışında, “yansıma“, “jest-mimik kuramı“, “iş kuramı“, “ünlem kuramı“, “müzik kuramı” bu varsayımların en bilinenleridir.
Descartes 17. yüzyılda dili, insanı hayvandan ayıran en belirgin özellik olarak tanımlamıştı. C. Darwin’in 19. yüzyılda evrim kuramını ortaya atmasından sonra insan dilinin de evrimle ortaya çıkmış olabileceği tartışılmaya başlanmıştı. C. Darwin. Dilin kökeninin hayvanların çıkardıkları anlamsız sesler olabileceğini düşünüyordu. Oxford filologlarından F. M. Müller dilin hiçbir hayvanın aşamayacağı bir sınır olduğu kanısındaydı; bu nedenle C. Darwin’in görüşünü “hav hav teorisi” olarak adlandırdı ve bu tartışmadan sonra Paris Dilbilim Topluluğu 1866 yılında dilin kökeni tartışmalarını verimsiz ve spekülasyonlara açık olduğu gerekçesiyle yasakladı.
Bu yasak aşağı yukarı 100 yıl kadar bu tip tartışmalardan uzak kalınmasını sağlamıştı. 1957 yılında biri Noam Chomsky’nin Syntactic Structures’ı diğeri de davranışçı psikolog B. F. Skinner’in Verbal Behaviour’u olmak üzere konuyla ilgili iki kitap yayımlandı. Bu iki yazar dilin kökeni konusunda birbirinden habersiz olarak tamamen iki ayrı görüş ileri sürüyordu. N. Chomsky, dil bilgisi kalıplarının doğuştan geldiği ve evrensel olduğu kanısındaydı. Yirminci yüzyılın bu en büyük dilbilimcisi, dil için ilahi bir köken göstermese bile dilin insana özgü olduğu sonucuna varmıştı. B. F. Skinner ise dilin insan davranışlarının yani evrimin bir sonucu olduğunu öne sürüyor ve dili davranışsal ilkelere indirgiyordu. N. Chomsky’nin 1959’da B. F. Skinner’i çok sert biçimde eleştirdiği makalesinden sonra dilin kökeni ile ilgili tartışmalar yeniden başladı. Bir yanda N. Chomsky’nin “süreksizlik okulu”, dili, insansı maymunların beyinleriyle doğrudan hiçbir evrimsel ilintisi olmayan bir yeti olarak görürken, diğer yanda “süreklilik okulu” yandaşlarına göre dil, insansı maymunların temel iletişimsel ve zihinsel becerilerine yansıyan sürekli zihinsel evrimin bir parçasıdır.
“F Klavye” ile Uçan Parmaklar
Tarih: 27 Ağustos 2011 | Bölüm: Genel | Yorumlar: 17 Yorum var.
Yetişen yeni kuşağın varlığından bile habersiz olduğu “F klavye“, ne yazık ki son yıllarda “batılılaşma” adına Q klavyeye gösterilen ilgi ile neredeyse kullanılmaz hâle geldi. Türk dilinin özellikleri göz önüne alınarak hazırlanan F klavye, insanların yavaş yazmaları için geliştirilmiş Q klavyenin esiri oldu. Bu durum Türkler‘in on parmak klavye kullanımına çok büyük olumsuz etkide bulunduğu bilim adamları tarafından kanıtlandığı hâlde, Türkiye’de Q klavye kullanma oranının %90′lara ulaşması ise içinde olduğumuz büyük yanlışın göstergesidir.
Konuyu daha kapsamlı açıklayabilmek için, öncelikle Q klavyenin ne zaman ve nasıl ortaya çıktığına değinmek istiyorum. Q klavye adlı tuş diziminin ortaya çıkışı ile ilgili rivayet edilen olay ve yıllardır benimsenen bilgi şöyledir: Christopher Latham Sholes’in 1867 yılında daktilo adı verilen yazı makinesini icat ettiği dönemde yazı makinesine ait bir sorunla karşılaşılmıştı. Kapalı bir kutu içinde bulunan uzunca kollu harf baskılarının, kağıda çarpıp geri dönmesi sırasında takılması mekanik bir yol açıyordu. Buna çözüm olarak Sholes insanların harflere bu kadar seri biçimde basmalarını önlemek için, en çok kullanılan harfleri tuş diziminin uç köşelerine – farklı sıralarına dağıtmayı denedi. İşe yaramıştı ve insanlar artık eskisine göre daha “yavaş” yazıyorlardı. Bu durum, yazı makinelerindeki takılma sorununu çözmüştü. 1873 yılında mantığa aykırı biçimde geliştirilen bu harf dizilimi, kısa zaman içinde daktilonun patentli üretiminde kullanılmaya başlandı.