Radyo ve Televizyon Dili
Tarih: 30 Ağustos 2011 | Bölüm: Dil Bilimi | Yorumlar: Yorum yok.
İstanbul ağzına dayanan yeni standart dil, eğitim kurumları, basın yayın gibi kanallarla yaygınlaştırılmaya çalışılır. Yazı dili eğitim kurumlan aracılığıyla yeni nesillere aktarılırken, bölgeler üstü geçerliliği olan, yazı diline oldukça yakın bir konuşma dilinin yaygınlaşmasında en önemli araç hiç şüphesiz televizyon, kısmen de radyo olmuştur. Yaygınlaştırılmaya çalışılan konuşma dilinin en büyük temsilcisi uzun yıllar özel diksiyon eğitimi almış spikerlerin görev yaptığı ve başka varyantlara izin verilmeyen TRT olmuştur. Televizyon, elektriğin ulaştığı her köye ulaşma şansı bulmuştur. 1990’lı yıllara kadar bu konuşma dili, yerel ağzın baskın olduğu bölgelerde okullarda öğretmenlere, resmi dairelerde bazı görevlilere, bölgenin yerlisi okumuşlara özgü, varsa televizyonda rastlanan bir varyant olarak görülmüş, yerel konuşmalar üzerinde günümüzdeki kadar etkili olmamıştır. Ağızların baskın olduğu bölgelerde hâlâ eğitimli kesimin de ağız konuşması bunu açıkça göstermektedir. 1990’lı yıllarda özel televizyon kanallarının kurulmasını takiben, standart dille diğer varyatnlar arasında çok daha yoğun bir etkileşim ortaya çıkmıştır.
Standart konuşma dilinin en etkili aracı olan televizyonda, hayran olunan insanlar her gün evlerin başköşesinde “güzel“, “ince”, “kibar” İstanbul ağzıyla konuşmaktadır. Ayrıca iç göç nedeniyle asıl ağız bölgelerinin dışına çıkan insanların da okullardan ve televizyondan tanıdıkları İstanbul ağzına yaklaşan biçimleri tercih etme eğiliminde oldukları gözlenmektedir.
Özel televizyon kanallarının kurulmasıyla standart dilin en etkili aracı olan televizyonlar sayesinde, bu defa yerel konuşma biçimleri ve sosyal sınıflara özgü varyantlar, konuşuldukları bölgelerin dışına çıkmış ve daha geniş kesimlerce fark edilir olmuştur. Bunun sonucunda standart dilin ve ağızların kullanım alanında dikkat çekici bir kesişme olmuştur. Yerel konuşma biçimleri bir taraftan standart dilin etkisiyle standarda yaklaşmışlar, eğitimli genç nesiller tarafından daha az kullanılır olmuşlardır. Ancak yerel konuşma biçimleri de standart dilin kullandığı araçları kullanarak bölgelerinin dışına çıkmış ve daha önce standart dile özgü bir alan olan televizyonda kullanılır duruma gelmişlerdir. Bu nedenle günümüzde dilin farklı varyantları arasında her zamankinden çok daha karmaşık bir ilişki vardır. İstanbul ağzına dayalı konuşma dilinin en güçlü kanalı olan televizyonlarda; dizilerde, bazı kanallann eğlence programlarında, yerel kanallarda ağza veya başka varyantlara bolca yer verilmektedir.
Devlet Dili
Tarih: 30 Ağustos 2011 | Bölüm: Dil Bilimi | Yorumlar: Yorum yok.
Bir devletin sınırları içerisinde idarede, hukukta, eğitimde, ticarette ve resmî dil gerektiren diğer durumlarda, gerek sözlü gerekse yazılı iletişimde kullanılan dil, devlet dilidir. Devlet dilinin ne olduğu genellikle anayasada belirtilir. Yasal olarak düzenlendiği için devlet kurumlan arasında olduğu gibi devlet kurumlarıyla devletin vatandaşları arasındaki ilişkilerde de devlet dilinin kullanılması zorunlu hale gelir. Devletin üst kademesinde konuşulan veya yazılan, ağır ve çoğu zaman yalnızca ilgili kimselerin bildiği, yazılı ve sözlü bir üslup için de devlet dili terimi kullanılabilir. 1. Meşrutiyet’e kadar Osmanlıdaki durum budur: Devlet idaresinde özel eğitim almış seçkinlerin üstesinden gelebildiği bir devlet dili vardır. Dil Türkçedir, ancak yazı dili olarak kullanılması ve anlaşılması özel eğitim gerektirir. Osmanlı yazı dili böyle bir dildi, Arapça ve Farsça öğelerle konuşma dilinden uzaklaşmıştı.
23 Aralık 1876 tarihinde ilan edilen 1. Meşrutiyet’in 18. maddesi devlette görev almak isteyenlerin, 68. maddesi de mebus olacakların Türkçe bilmelerini şart koşar. 57. maddede ise heyetler arası müzakere dilinin Türkçe olacağı belirtilir. Böylece Türkçe anayasal desteğe kavuşur. Daha sonra düzenlenen anayasalarda devlet dili hakkında hüküm yer almıştır. Osmanlı İmparatorluğu sona erdiğinde İstanbul ağzına dayanan esnek ve canlı ama halk dilinden hâlâ uzak bir üslup onun yerini almıştır.
1876’da ilan edilen Kanun-i Esasi’deki Türkçe ile ilgili maddeler şunlardır:
Madde 18: Tebaai Osmaniyenin hidematı Devlette istihdam olunmak için devletin lisanı resmisi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır.
Maddde 57: Heyetlerin müzakeratı lisanı Türki üzere cereyan eder ve müzakere olunacak layıhaların suretleri tab ile yövmü müzakereden evvel azaya tevzi olunur.
Madde 68: Heyeti Mebusan için azalığa intihabı caiz olmıyanlar şunlardır: Evvelâ tebai Devleti Aliyeden olmıyan saniyen nizamı mahsusu mucibince muvakkaten hizmeti ecnebiye imtiyazını haiz olan salisen Türkçe bilmiyen rabian otuz yaşını ikmal etmiyen hamisen hini intihabta bir kimsenin hizmetkârlığında bulunan sadisen iflâs ile mahkûm olup ta iadei itibar etmemiş olan sabian sui ahval ile müştehir olan saminen mahcuriyetine hüküm lâhik olup ta fekki hacir edilmeyen tâsian hukuku medeniyeden sakıt olmuş olan aşiren tabiiyeti ecnebiye iddiasında bulunan kimselerdir. Bunlar mebus olamaz. Dört seneden sonra icra olunacak intihaplarda mebus olmak için Türkçe okumak ve mümkün mertebe yazmak dahi şart olacaktır.
Eğitim ve Bilim Dili
Tarih: 30 Ağustos 2011 | Bölüm: Dil Bilimi | Yorumlar: 1 Yorum var.
Türkçenin eski dönemlerde eğitim dili olarak kullanılışıyla ilgili bilgilerimiz sınırlıdır. Selçuklu döneminde eğitim dili olarak kullanılmadığı bilinmektedir. Osmanlı medreselerinde de eğitim dili Arapçaydı. Dini bilgilerin verildiği medreselerde İslam’ın kutsal kitabının dilinin doğal bir üstünlüğü vardı. Yine de medreseler ve çocuklara dini eğitimin verildiği mahalle mekteplerinde veya kurslarda Türkçe, en azından dersler anlatılırken kullanılmış olmalıdır. Ayrıca saray okulu olan Enderun’da Türkçe öğretilmekteydi. Dini eğitim Arapça ağırlıklı olsa da astroloji, coğrafya, edebiyat, tarih, tıp vb. başka alanlarda yazılmış Türkçe metinler, hatta dini metinlerin varlığı da sanıldığından daha güçlü bir Türkçe yazı geleneği eğitimi olduğunu gösterir. Çünkü eğitim verilmeden bir yazı dilinin kurallarının öğretilmesi mümkün değildir. Ancak bu eğitim bugünkü anlamda kurumsal bir çerçevede olmayabilir.
18. yüzyılın sonlarından itibaren din dışı eğitim veren okulların açılmaya başlanması ve Tanzimat’tan sonra eğitimi halka yayma arzusu Türkçeyi sadeleştirme isteğini öne çıkardı. 1793 yılında açılan Mühendishane-i Berri Hümayunda. Fransızca, İtalyanca ve İngilizce yanında “kimi sınıflarda Türkçe dersleri bile verilmekte“ydi. Mühendishanede, Fransızca zorunlu ders olarak okutulur, böylece Osmanlıda ilk olarak bir Batı dili Arapça ve Farsçaya rakip çıkar ve Türk eğitimi batı kaynaklarından yararlanmaya başlar. Avrupalı doktorların ders verdiği 1827’de kurulan askeri tıbbiyede eğitim dili 1870’e kadar Fransızcadır. Türkçe yıllardır ihmal edildiği için bu dönemde gerek tıpta gerek diğer alanlarda okutulacak Türkçe kitap, Türkçe ders verecek kadrolar, derslerde kullanılabilecek terimler, yoktur.
11. Meşrutiyet’in ilanıyla oluşan özgür ortamdan hareketle farklı topluluklar, kültür dernekleri, siyasal kulüpler kurup dilleri üzerine çalışmalarını yoğunlaştırırlar. Türk aydınları da bundan etkilenir. Anayasa’ya göre devlet dili Türkçe olduğundan ilkokullarda Türkçe zorunlu dil durumuna getirilir. Türk olmayanlar kendi dillerini de okuyacaklardır. Ortaokulda Türkçe zorunlu, bölge dili seçmelidir. 1923’e gelindiğinde eğitim dili ve eğitimin halka yayılması hâlâ çok ciddi bir sorundur. Cumhuriyetten sonra eğitim dili Türkçe olmakla birlikte, verilen derslerin adı henüz yeterince sade bir dil kullanılmadığını açıkça gösterir.
Edebiyat Dili
Tarih: 30 Ağustos 2011 | Bölüm: Dil Bilimi | Yorumlar: Yorum yok.
Türkçe, bilinen tarihinde edebiyat dili olarak farklı aşamalardan geçmiştir. Yazılı eski kaynakların önemli bir kısmı, edebiyata özgü öğeler kullanılmış olsa da günümüzdeki anlamda estetik bir amaçla üretilmiş metinler değildir.
Anadolu’da 13. yüzyıldan itibaren önceleri dini yayma amacı güden sade metinlerin üretildiği, Oğuzcaya dayanan bir yazı dili ortaya çıkar. Başlarda bu dilde herhangi bir standart yoktur. İstanbul’un fethinden sonra belli yazım alışkanlıklarının yerleştiği bir edebiyat dili gelişir. Osmanlıda edebiyat dili Arapça ve Farsça öğelerin yoğun olduğu bir Türkçeydi. edebî gelenek sonraki kuşaklara henüz iyi araştırılmamış kanallarla yine de başarıyla aktarılmaktaydı. Sade bir dille yazma denemeleri olmuş, ancak bu denemeler başarılı olamamıştı. 19. yüzyıla gelindiğinde yeni konular işlense de şiirde bu edebî dil ve biçim açısından geleneğe bağlılık sürmektedir. Buna karşılık, yeni edebî türler olan roman ve öyküde daha sade bir dil kullanılır. İlerleyen dönemde de edebî eserlerde kullanılan dil, yazı reformuyla ilgili çabalara göre daha sorunsuz ve başarılı bir biçimde sadeleşir.
1898’de Mehmet Emin Yurdakul’un sade bir dille yazdığı Türkçe Şiirler isimli kitabı yayımlanır ve büyük ilgi görür. Meşrutiyetten sonra Türkçülük akımının da etkisiyle edebiyat dili, özellikle milli edebiyat dönemi yazarlarının eserlerinde konuşma diline yaklaşır. Sadeleşmede önemli bir rol oynayan ve başlarda kelime seçiminde tereddütlü davranan Yeni Lisancılar, ayrıca hiçbir gruba dahil olmadan sade bir dille eser veren Refik Halit Karay, Mehmet Akif, Mithat Cemal gibi isimler de vardır (bk. Levend 1972: 348 vd.). Ağdalı bir dil kullanan Servet-i Fünun edebiyatının en önemli temsilcilerinden Halit Ziya eserlerini daha sonra sadeleştirmek durumunda kalır (Tepeli 1999).