- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Yazı Devrimi

dil devriminin nedenleriYazı devrimi, Arap alfabesi yerine Lâtin alfabesi temelindeki millî Türk alfabesini geçerli kılan bir değişimin ifadesidir. Atatürk’ün yazı devrimi konusundaki dayandığı gerekçe, Arap dilinin ihtiyaçlarından doğmuş olan Arap yazısının Türk dilinin ihtiyaçlarını karşılayamaması, bundan doğan okuyup yazma güçlüğünün sosyal ve kültürel gelişmelerin önünü tıkamış olmasıdır. Türklerin İslamlığı kabulünden sonra kullanageldikleri Arap yazısı, gerçekten de Türkçenin yapı ve işleyişine uygun bir yazı sistemi değildi. Altay dil ailesine bağlı olan Türkçenin eklemeli (iltisaklı), Sami dil ailesinden gelen Arapçanın ise bükünlü (tasrifli) bir dil olması, alfabede Türkçe açısından önemli sorunlar ortaya çıkarıyordu. En büyük sorun da iki dil arasındaki ses yapısı ayrılığından kaynaklanıyordu. Arapça, ünsüzlerin (sessiz harflerin) egemen olduğu bir dildi.

Bu ünsüzlerde konuşma organlarındaki çıkış noktalarına göre çeşitlenen bir bolluk vardı. Bu durum yazıda ayrı ayrı harfler ile belli ediliyordu. Söz gelişi h sesi için “ha”, “hı”, “he” diye adlandırılan üç ayrı harf, k için “kaf” ve “kef” diye adlandırılan iki ayrı harf, s için “sin”, “sat” ve “se” diye adlandırılan üç harf, z için “ze”, “zel”, “zı”, “dat” diye adlandırılan dört ayrı harf yer alıyordu. Bu ünsüzlerin birer hece ve kelimeye dönüşmelerini sağlayan ünlü (sesli harf) işaretleri ise üçten ibaretti. Onlar da ancak uzun okuyuşlarda kullanılıyordu. Bu durum, kelimelerin yazılışını belirli vezin ve kalıplara bağlı bir klişe yazısı durumuna getirdiğinden, Arap ve Fars dilinin gramer kurallarını ve kelimelerin anlamlarını bilmeden yazıyı öğrenmek ve okumak mümkün olamıyordu. Söz gelişi, yalnız kef ve lâm ile yazılan |z biçimindeki Türkçe bir sözün bile kel mi, kil mi, kül mü, gel mi, gül mü yoksa göl mü okunacağı yalnızca karîneye yani sözün gelişine bağlı kalıyordu. Türkçede, boğumlanma (articulation) noktalarındaki ayrılık nedeniyle ayrı ses değerleri taşıyan g, ğ, v, a, y gibi ünsüzler Osmanlı imlasında kef (v) denilen tek bir harfle karşılanıyordu. Bunlara eklenecek daha nice alfabe ve yazı sorunları vardı. Oysa, Türk dili ses yapısı bakımından Arapçanın aksine, ünlülere ağırlık veren bir dildir. Bu nedenle, ünsüzlerin, çıkış noktalarına göre ayrı ayrı harfler ile gösterilmesine gerek yoktu. Türkçenin ünlü uyumu kuralı açıklık, aklanma, kalabalık, gözlük, görenek örneklerinde görüldüğü gibi, kalın ve ince sıradan ünsüzleri, ünlülerin kalınlık ve inceliği ile ayarlayan bir dildir. Bu bakımdan Arap yazısındaki birçok ünsüz Türkçe için gereksiz bir yük olmuştu.

İşte Arap dilinin ses yapısı ile Türk dilinin ses yapısı arasındaki sistem ayrılığından kaynaklanan bu uyuşmazlık, gittikçe çetrefilleşen birtakım sorunlar ortaya çıkarmıştır. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar uzanan 80 yıllık dönemde, imlâ konusunda ileri sürülen görüşler ve yapılan tartışmalar da durumu düzeltememiştir.10 Atatürk, Arap yazısından gelen güçlüğü ve Türkçenin ses yapısına olan aykırılığı, halkın bütün emeklerini kısırlaştıran çorak bir yolda yürümeye benzetmiş ve varılan olumsuz sonucu daha sonra 8-9 Ağustos (1928) gecesi Sarayburnu parkında halka yaptığı tarihî konuşmada şu sözlerle dile getirmiştir: “Bir milletin, bir hey’et-i içtimaiyenin (toplumun) yüzde onu okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmez, bundan insan olanlar utanmak lazımdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir. İftihar etmek için yaratılmış, tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir. Fakat milletin yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu hatâ bizde değildir. Türk’ün seciyesini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlardadır. Artık mazinin hatalarını kökünden temizlemek zorundayız. Hatâları tashih edeceğiz.”



Eğitim, kültürel gelişmeye ve çağdaşlaşmaya uzanan sağlam bir köprü vazifesi göreceğinden, Atatürk, eğitime büyük bir değer veriyordu. Bir milletin eğitim ve kültür düzeyi de okuyup yazma düzeyindeki yükseklikle orantılı olduğundan, Lâtin alfabesi temelinde ulusal bir Türk alfabesinin kabulünü, ülkenin yükselme mücadelesinde başlıbaşına bir merhale sayıyordu. Atatürk, Batı dünyasına katılma amacında bir devrimci olduğu için, eski Türk kaynaklarına inilerek alınacak bir alfabe yerine, Lâtin yapısı temelinde bir alfabenin uygun olacağı görüşünde idi.

Lâtin harflerinin kabulü konusundaki ilk girişimler 1923 yılında başlar. Ancak, kamuoyu böyle bir yeniliğe, daha hazır olamadığı için bir süre beklemek gerekiyordu. Nitekim İzmir’de düzenlenen İktisat Kongresi’nde, Ali Nazmi ile bir arkadaşı Lâtin harflerinin kabulü konusunda bir öneri verdiklerinde tepki ile karşılanmıştır. En büyük tepki de Kongre Başkanı Kâzım Paşa’dan (Karabekir) gelmiştir. Lâtin yazısının en güçlü temsilcilerinden olan Hüseyin Cahit de (Yalçın) 1923’te, İzmir’de İstanbul gazetecileri ile yapılan toplantıda aynı teklifi ileri sürünce, bu teklif Atatürk tarafından bile olumlu karşılanmamıştır. Çünkü, ülkede o gün esen hava böyle bir yenilik için daha zamanın gelmemiş olduğunu gösteriyordu. Atatürk, daha sonraki yıllarda bu isteksizliğinin sebebini; Falih Rıfkı’ya (Atay): “Hüseyin Cahit bana vakitsiz bir iş yaptırmak istiyordu. Yazı inkılâbının daha zamanı gelmemişti” diye açıklamıştır. Aynı tepki, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki müzakereler sırasında da görülüyordu. 25 Şubat 1925 tarihinde İzmir Milletvekili Şükrü Saracoğlu, millî eğitim bütçesi dolayısıyla yaptığı konuşmada, yapılan bunca fedakârlıklara rağmen halkın hâlâ okuyup yazma bilmemesinin nedenini Arap harflerinin yetersizliğine bağlarken Meclis’te bu konuşmaya karşı büyük bir tepki ortaya çıkmıştır. Bütün bu durumlar, Atatürk’ün zamanlama konusunda ne kadar haklı olduğunu ortaya koyan örneklerdir. Bu bakımdan 1924-1928 arası yıllar, yani Türk alfabesinin kabulü için bir ortam hazırlama dönemi sayılabilir.

1928 yılında ortam elverişli bir duruma gelince, daha önce kurulmuş olan Falih Rıfkı (Atay), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Ruşen Eşref (Ünaydın), Ahmet Cevat (Emre), Ragıp Hulûsî (Özdem), Fazıl Ahmet (Aykaç), Mehmet Emin (Erişligil) ve İhsan’dan (Sungu) oluşan Dil Encümeni, Atatürk’ün direktifi ve Bakanlar Kurulu kararı ile 26 Haziran 1928 tarihinden başlayarak Lâtin alfabesi temelinde, Türkçenin ses yapısına uygun yeni bir alfabenin hazırlığına girmiştir.

Bu encümenin hazırladığı tasarıda, ne Arap alfabesindeki harfler dikkate alınmış ne de Avrupa dillerindeki yazılarda görülen ch, sch, tsch gibi ikili, üçlü ve dörtlü harflere yer verilmiştir. Alfabede yer alacak olan c, ç, s, ş, j, ğ gibi harfler de başka dillerin alfabelerinden alındığı hâlde, ses değerleri bakımından Türk alfabesine uyarlanmıştır. Önemli olan eski harfleri tanımayanlara kolaylık sağlayacak bir alfabe değil, gelecek kuşakların ihtiyacını karşılayacak bir alfabe hazırlamaktı. Encümen çalışmaları sırasında güçlükler başgösterdikçe, Atatürk devreye girmiş ve bu güçlükleri keskin görüşüyle çözüme götürebilmiştir.

İki ay içinde çalışmalarını tamamlayan Encümen, belirlenen temel ilkeler çerçevesinde ulusal bir alfabe taslağını hazırlamış bulunuyordu. Yalnız üzerinde durulması gereken önemli nokta bu alfabenin uygulanma süresi idi. Encümen üyeleri, bu uygulamanın 5-15 yıl arasında olabileceği görüşünde idiler. Falih Rıfkı (Atay), hazırlanan tasarıyı Atatürk’e sunduğu zaman, aralarında geçen konuşma, yine devlet başkanının bu konudaki eşsiz sezişini ortaya koyuyordu. Bakınız nasıl?

“Atatürk bana sordu:
– Yeni yazıyı tatbik etmek için ne düşündünüz?
– Bir on beş yıllık uzun, bir de beş yıllık kısa mühletli iki teklif var, dedim. Teklif sahiplerine göre ilk devirler iki yazı dili birarada öğretilecektir. Gazeteler yarım sütundan başlayarak yeni yazılı kısmı artıracaktır. Daireler ve yüksek mektepler için de tedricî bazı usüller düşünülmüştür.
Yüzüme baktı:
– Bu ya üç ayda olur, ya da hiç olmaz, dedi. Hayli radikal bir inkılâpçı iken ben bile yüzüne bakakalmıştım:
– Çocuğum dedi, gazetelerde yarım sütun eski yazı kaldığı zaman dahi, herkes bu eski yazılı parçayı okuyacaktır. Arada bir harp, bir iç buhran, bir terslik oldu mu, bizim yazıda Enver’in yazısına döner. Hemen terkolunuverir.
1928 yılının 8-9 Ağustos gecesi Atatürk’ün Sarayburnu parkında yaptığı yukarıda belirtilen konuşma ile, kesinleşen yeni alfabe artık halka da duyurulmuş oluyordu.
Bundan sonraki günler ve haftalar başöğretmen sıfatı ile Atatürk’ün öncülük ettiği Anadolu seyahatleri ve eğitim seferberliği ile geçmiştir. Kabulü ile Türk kültür ve eğitim tarihinde bir dönüm noktası oluşturan yeni Türk alfabesi, 1 Kasım 1928 tarihinde kanunlaşarak resmen yürürlüğe girmiştir.

|» Dil Devrimi Sayfasına Dön! «|

ÇokBilgi.Com