- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Türkçenin Söz Varlığındaki Değişmeler

temel söz varlığı, kelimelerTürkçe, tarihsel gelişimi içinde birçok dille etkileşime girmiş ve sözcük alışverişi yapmıştır. Nasıl başka milletlerle iletişim kurmadan yaşamak mümkün değilse, yabancı dillerden etkilenmeyecek bir dilin varlığı da mümkün olmayacağından; Türk dili de binlerce yıllık tarihi geçmişini yabancı dillerle etkileşerek geçirmiştir. Yazılı belgelerle takip edebildiğimiz Göktürklerden başlayıp, günümüze gelene kadar Türkçe dört büyük dil ailesine mensup birçok dile sözcük verip, onlardan sözcük almıştır.

Türklerin geniş bir coğrafyada hüküm sürmesi, sık sık göçler yaşaması, birçok dini benimsemesi ve tarih sahnesinde çok etkin rol alması diğer uluslarla ciddi bir etkileşime girmesine yol açmıştır. Binlerce yıllık tarihi süreç içinde Türkler, dünya coğrafyasının çok az bir kısmı dışında kalan geniş bir alanda onlarca devlet kurmuş, binlerce savaş geçirmiş, toplulukları kendine bağlamış, başka milletlere tutsak olmuş, birçok devletle ticaret yapmış, din değiştirmiş, göç etmiş ve yabancı uluslarla ilişki kurabileceği nice olaylar yaşamıştır. Komşu uluslardan bir şeyler öğrenip, onlara bir şeyler öğretmeyle geçen binlerce yıl, çok geniş bir coğrafyada milyonlarca kişi tarafından kullanılan Türkçenin de yabancı dillerden söz varlığı ve dil bilgisi açısından etkilenmesine neden olmuştur.

Türkçenin yabancı dillerle etkileşimini tarihsel olarak incelemeye, ilk yazılı belgelerimizin bulunduğu Eski Türkçe döneminden başlayabiliriz. Orhun Yazıtları’nda özel adların dışında kalan “kunçuy” (prenses, KT-K: 9), “señün” (general, BK-G: 8) ve “tutuk” (askeri vali, KT-K: 1) gibi Çinceden alınan istisna sözcüklerin oluşturduğu %1’lik yabancı adların dışında kalan tüm söz varlığı Türkçedir. Bunun için Orhun Yazıtları’nın dili olan Göktürkçe, binlerce yıl öncesinde de Türkçenin varlığına işaret edecek gelişim düzeyinde olsa da bugün Türklük bilimi araştırmalarında dilin “kökü” veya “en eski hâli” olarak kabul edilmektedir. Göktürkçenin %1’den daha az yabancılaşma oranına sahip bir söz varlığına sahip olması (Aksan, 2004: 126), Türkçenin ses ve biçim yapısına ait genellemeler yapmak için önemli bir kaynaktır.

Göktürklerden sonra Uygurların yerleşik yaşama geçmeleri ve Gök Tanrı dinini bırakıp, Manihaizm ve Budizm gibi dinleri kabul etmeleri, önce Türk kültüründe ve milli değerlerinde bazı değişiklikler yaratmıştır. Bunu takip eden değişiklikler, kuşkusuz dilin söz varlığında yaşanmıştır. Yeni bir din çevresine girmenin doğal sonucu olarak, Çinceden, Sanskritçeden ve Soğdcadan yeni sözcükler alınmıştır. Yerleşik yaşama geçmeyle birlikte karşılaşılan bazı nesne veya durumları, çevredeki dillerden hazır olarak alma durumu da Uygur dönemi Türkçesinin söz varlığındaki yabancı sözcük oranını arttırmıştır.

Özellikle dinsel terimler veya kavramlar türetme açısından Uygur dönemi oldukça önemlidir. Dinde karşılaşılan yeni kavramlar, Türkçe sözcüklerden türetilmeye çalışılmışsa da Soğdcadan “tamu” (cehennem); Çinceden “toyın” (rahip) ve Sanskritçeden “paramıt” (erdem) gibi sözcükler de dile alınmıştır. Bu döneme ait dinsel metinlerde, fal ve tedavi kitaplarında yabancı sözcük oranı %2 ile %5 arasındadır (Aksan, 2004: 126).

Uygur Türkçesi döneminde dile yabancı sözcük almanın en önemli nedeni olan din değişiklikleri, Türklerin 10. yüzyılda Müslüman olmalarıyla da dildeki etkisini fazlasıyla göstermiştir. Karahanlılar döneminde kitleler hâlinde Müslüman olmaya başlayan Türkler, yeni inanç dünyalarına ait kavramları Türkçe sözcüklerle karşılamak yerine, çoklukla hazır buldukları Arapça ve Farsça sözcüklerden karşılamışlardır. Rahmet, oruç ve namaz gibi sözcükler oldukları gibi dile alınmış ve o güne kadar kullanılan “Tanrı” gibi Türkçe kökenli sözcükler de zamanla yerlerini “Rab” veya “Allah” gibi yabancı sözcüklere bırakmıştır.



Karahanlı dönemine ait eserlerden Kutadgu Bilig’deki yabancı sözcüklerin oranı %1.9 iken, Atabetü’l Hakayık’ta bu oran %20’lere kadar yükselmiştir. Bu eserin dinî konularda bilgiler vermesi de bu oranın yükselmesinde etkili olmuştur; fakat geçen zaman içinde Arapça ve Farsçadan birçok sözcüğün Türk diline yerleştiği yine aynı döneme ait olan Divanü Lûgat-it Türk’teki yabancı sözcük oranının %13’e varışıyla kendini göstermektedir.

Türklerin batıya göçleri sonucunda Anadolu’da gelişmeye başlayan Eski Anadolu Türkçesi döneminde, Türk dilinin yabancılaşması kısmen yavaşlamıştır. Bu dönemde yaşayan Yunus Emre’nin Divan’ında yabancı sözcüklerin oranı %13 (kimi yerlerde %22 veya daha çok) olarak belirlenmiştir (Aksan, 2004: 128). Dede Korkut Kitabı’nda ise yalnızca dinsel konularda artan ödünçleme sayısı, eserin genelinde %5,3’e kadar düşmektedir.

15. ve 16. yüzyıllarda Türk dilindeki Arapça, Farsça sözcüklerin ve dil bilgisi ögelerinin sayısı giderek artmaya başlamıştır. Halk dilinden oldukça uzak, yapay bir aydın dili olarak gelişen Osmanlıca ile yazılan eserlerde yabancı sözcük oranı %60’lara ulaşmıştır. Aydınlar yabancı sözcük kullanmanın ayrıcalık olduğunu düşünerek Arapça ve Farsça sözcükleri sıkça kullanmışlardır. Bu dönemde dinsel etkinin baskın olması nedeniyle Arapçanın, yazın ve şiir dili olarak kullanıldığı için de Farsçanın etkisi Osmanlı’nın son dönemlerine kadar artarak devam etmiş; dilde Türkçe karşılığı olan sözcüklerin yerini yabancı sözcük veya tamlamalar almaya başlamıştır. Örneğin Türkçe kökenli “yıldız” sözcüğü yerine Arapça kökenli “necm” veya Farsça kökenli “ahter” sözcüğünü kullanmak, aydın dili olan Osmanlıcada bir sanat gibi kabul edilmiştir.

Türkçenin Divan Edebiyatı ile daha da çoğalan Arapça ve Farsça sözcüklerle istila edilmesi, Tanzimat döneminde Osmanlı’nın yüzünü Batı’ya dönmesi ile Fransızcaya bırakılmıştır. Tanzimat’tan önce “oturacak yer, koltuk” gibi anlamlara gelen Farsça “peyke” veya Arapça “mastaba” sözcükleri, Tanzimat’tan sonra “canapé” (kanepe) adını almıştır. Fransızcanın saltanatı uzun sürmemiş, Cumhuriyet döneminde alevlenen “Türkçecilik” düşüncesi, Türk dilinin yabancı sözcüklerden arındırılması için aydınlarımızı çalışmaya itmiştir. Yapılan çalışmalarla dilde Türkçe karşılığı bulunan Arapça, Farsça ve Fransızca sözcükler terk edilmeye başlanmış ve %70’lere varan yabancılaşma oranı yeniden %20’lere kadar düşürülmüştür.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika ile sosyal ve siyasal ilişkiler kurulması, İngilizcenin Türkçe ile etkileşime geçmesine neden olmuştur. Zaman içinde medya araçlarının da etkisiyle İngilizceye uyanan ilgi, bugün dilimize İngilizce sözcüklerin de girmesine yol açmıştır.

Türkçenin yazılı kaynaklarla takip edilebilen tarihi gelişiminde, söz varlığı değişmelerini, aşağıda her dönem için örneklenmiş cümleleri inceleyerek de anlamak mümkündür:

Orhun Yazıtları’ndan alınan “Üze kök tengri asra yağız yir kılındukda ikin ara kişi oğlı kılınmış.” (KT-D: 1) cümlesindeki tüm sözcükler Türkçe kökenlidir. Bu örnek, Eski Türkçenin çok büyük bir oranda Türkçe söz varlığına sahip olduğunu göstermektedir. Uygur döneminde yazılan “Altun Yaruk” adlı eserden alınan “Burkan-nıng riti kuu kelig erdem.” (AY, III – 2a, 20) cümlesindeki “riti” (sihir, gizem; Skr. rddhi) ve “burkan” (Buda, Tanrı; Skr. Buddha) sözcükleri, Türklerin Budizm’i kabul etmeleriyle Türkçeye giren dinî kavramları örneklemektedir. Karahanlı dönemine ait bir eser olan Kutadgu Bilig’den alınan “Hasım kılma özke yime tökme kan bu iki yazukka ulır çıksa can.” (KB, A 149: 5260) cümlesinde “hasım” (Ar. düşman) ve “can” (Far. yaşama, hayat gücü) sözcükleri, Orta Türkçe döneminde dilimize yavaş yavaş Arapça ve Farsça sözcüklerin girdiğini göstermektedir.

Eski Anadolu Türkçesi dönemine ait Yunus Emre Divanı’ndan alınan “Girçek ‘âşık olan kişi anmaya dünyâ âhiret / ‘Âşık degüldür ol kişi yüriye ‘izzeti kova” (YED, E-2: 2) beyitindeki “âşık, dünyâ, âhiret, izzet” gibi Arapça ve Farsça sözcüklerin varlığı, bu dönemde %20’ye varan yabancılaşmayı örneklemektedir. 16. yüzyılın başlarında Osmanlı Türkçesi döneminde yazılan Bâki Divanı’ndan alınan “Bilürsin anı mürg-i beyza-i pûlâd-ı nusretdür / ‘Aceb mi dâne divşürse elinde tîg-i bürrânı” (BD, 14: 9) beyitinde “bilürsin, anı, elinde” sözcüklerinin dışında kalanların tamamı Arapça ve Farsça ödünçlemesi olan sözcüklerdir. Bu cümle, Osmanlı Türkçesinde %77’ye varan yabancılaşmayı örneklemektedir. Dil Devrimi’nden sonra Yahya Kemal’in yazdığı “Sessiz Gemi” şiirinden alınan “Artık demir almak günü gelmişse zamandan / Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan” beyitinde Arapça kökenli “zaman, meçhûl” sözcükleri ve Rumca kökenli “liman” sözcüğü dışında yabancı kökenli sözcük yoktur. Bu durum, Dil Devrimi’nden önce %70’i geçen yabancılaşma oranının %20’lerin altına düşürüldüğünü örneklemektedir.

Yavuz TANYERİ

Söz Varlığısayfasına dön! «|