- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Türk Tarihinde Otağ ve Devlet Sembolü

türk otağlarıGerçi başlangıçta otağ yani hükümdar çadırı, devletin bir sembolü idi. Bunun için de Çinliler, eski Türk başkentlerini, hep “Otağ” karşılığı olan deyimlerle adlandırmışlardı. Uygur devletinin kuruluşundan az sonra, büyük bir şehir halinde yeni Uygur başkenti de, yükseliyordu. Buna rağmen Uygur kağanının, yine bir “Altın Otağı“, vardı. Tıpkı Osmanlı Türklerinde olduğu gibi.

Yeni başkent, taş binaları ve muhteşem kalesi ile o çağın en gösterişli ve medenî bir şehri haline gelmişti. Bu binaların yapılması işinde, başlangıçta, Çinli ve Soğdlu ustaların kullanıldığı da, anlaşılıyordu. Fakat sonradan Uygurlar, bina yapımında da bilgilerini artırmışlar ve meselâ çin’de kurulan, Mani mabedlerini, bizzat yapmış veya başında durarak yaptırmağa başlamışlardı.

Türk başkenti, “duvarlı şehirlerde”:

840’dan sonra, güneye inen Uygurlar, devlet merkebi olarak Turfan ovasmdakı, Hoço şehrini seçtiler. Türkler bu şehre, “Koça” veya “Hoço” derlerdi. Hoço şehri çok sıcaktı. Fakat Uygurlar’ın da, halâ büyük sürüleri vardı. Bu sebeple “kışlak” olarak Uygurlar, Turfan’daki Hoço şehrinde oturuyorlar ve yazın da Tanrı dağlarının, kuzey eteklerindeki Beş -Balıg’da yaşıyorlardı. Bu sebeple Beş-Balıg, “Yazlık bir başkent“, idi. Fakat devletin bütün idaresi de, bu şehirden yönetiliyordu.

Türk Kültür tarihi bakımından fevkalâde büyük bir öneme sahip olan başkent Beş-Balıg şehri, krater gölleri ile kaplı bir yayla üzerine kurulmuştu. Kaynakların anlattıklarına göre şehir, beş bölüm halinde, bu göller arasına dağılmış olarak, yaygın bir halde bulunuyordu. “Beş-Balıg” yani “Beş-Şehir” denmesinin sebebi de bundan ileri gelirdi. İran kaynakları da bu şehre “Beş-kent” anlamına, “Pencikent” derlerdi.



Türk hakanı, sarayda değil; otağında elçi kabul ediyor:

Uygur kağanı, sarayından çok “otağında” otururdu: Yukarıda, gerek Kara-Balgasun’da ve gerekse Turfan’da, büyük taş binaların bulunduğundan söz açmıştık. O devir için, çok medeni sayılabilecek böyle bir başkente sahip olmasına rağmen, Uygur hakanı, yine de kendi çadırında oturur ve elçileri orada kabul ederdi. Bu, biraz da hayat şartları ve geleneğin meydana getirdiği bir durumdu. Bazı Arap gezginlerinin anlattıklarına göre, “Uygur hakanı da, sürülerle birlikte, bir otlaktan diğer bir otlağa hareket ediyordu“. Çadırın içinde yaşamak zorunluluğu her halde biraz da, bu ekonomik sebeplerden, ileri geliyordu.

Orta Asya’da hayvan yetiştirme, ziraatçılıktan, daha verimli ve daha kârlı bir işti. Ayrıca Türkler, yüzyılların verdiği tecrübelerle, hayvan üretiminin ustaları haline gelmişlerdi. Herkesin ayrı bir yaşama isteği ve zevki vardır. Yüzyıllarca at üzerinde veya yaylalarda hayvan yetiştirmiş bir insanı, bütün gün dar bir pirinç veya buğday tarlasının içine kapayıp, çalıştırmak, elbette kolay bir iş değildi.

Hıtay ve Çingiz Han devletlerinde renkli hakan otağları:

Devlet idaresi ile ilgili pek çok konularda, Göktürk ve Uygurlar’dan kuvvetli tesirler almış olan Hıtay İmparatorluğu’nda da başkent ile saraya ordo veya ordu denirdi. Sonradan bu deyim, Cengiz Han İmparatorluğu’nda da çok kullanılmıştır. Cengiz-Han devletindeki, şube hanlıkları da, karargâh çadırlarının renklerine göre adlandırılırlardı.

Altın Ordu Hanı Batu’nun otağı, hem altınlı ve hem de altın renginde idi. Bu sebeple onun hanlığına da “Altın-Ordu” denmişti. Buradaki “or-du” sözü askerlerin bir topluluğu olan ordu anlamına değil; hakanın otağı ve çadırı karşılığı olarak kullanılıyordu.

Ögödey ve Küyuk Hanlar’ın otağlarının rengi ise sarı idi. Bu sebeple onların uluslarına da, “sarı-ordu” veya “sarı-orda“, adı verilmişti. Bazı hanlıklarından birine “gök ordu“, diğerine de, “ak-ordu” denmişti. Bu Hanlıklar da adları hanlarının “gök” ve “ak ” renkteki otağlarından alıyorlardı. Çadırların renkleri üzerinde “Otağ” ile ilgili bölümümüzde, daha geniş olarak duracağız.

| » Sonraki Sayfa » |