- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Türk Şölenlerinde Kımız

türk şölenlerinde kımızHun Törenleri

Bozkır insanının zevk ve eğlenceye, içkiye ve aşka düşkünlüğü en eski belgelerde bile belirtilir. Hun törenlerinde bol bol içki içilir, şarkı söylenir, dans edilir. Batı Hunların yaşamında da içkinin izlerini buluruz. Priskos, Attila’nın sarayından bize sıcak görüntüler yansıtır. İstanbul’dan Attila katına elçi atanan Priskos’un yazdığı asıl kaynak bize ulaşmamıştır. Ama ona dayanarak verilen bilgiler önemlidir. Priskos, Attila’nın kendilerini yemeğe çağırışını şöyle betimler:

Batı Roma elçisi ile birlikte yemek çağrısına gittik. Tam kapının eşiğinde Attila ile karşı karşıya durduk. Oturmadan önce, Attila’ya selam vermek üzere gelenek olduğu biçimde, sakiler elimize kadeh verdiler. Verileni içtikten sonra, yemek sırasında oturmamız gereken oturaklara gittik. Oturak her iki yandan da duvarın yanındaydı. Ortadaki kerevette Attila oturuyordu. Yemekte en saygıdeğer yer Attila’nın sağ yanıydı. İkinci önemli yer sol yanıydı. Biz buraya oturduk. Üstümüzde Berik adlı bir Hun beyi oturuyordu. Attila’nın başveziri Onege Han’ın sağ yanına oturmuştu. Karşısında Attila’nın iki oğlu yer almıştı. En büyük oğlu Attila’nın kerevetinde, belli bir uzaklıkta duruyordu. Babasına olan saygıdan gözlerini önüne eğmişti. Herkes yerine oturur oturmaz, sakiler Attila’ya bir kadeh şarap getirdi. Attila sıra ile ilk adamın şerefine içti. Şerefine içilen kimse, saygıdan ayağa kalktı. İçip kadehi iade edinceye dek yerine oturmadı. Daha sonra Attila oturur durumda, orada bulunanlar onun şerefine içmeye başladılar. Bundan sonra yemek yenebilirdi.

Bozkırda sarhoşluğun büyük sorunlara neden olduğu, yasal yaptırımlardan anlaşılıyor. Bu yüzden Büyük Cengiz yasasında, içkiyi kaldırmanın olanaksızlığı görülür. Yasaklama yerine sınırlandırmaya gidilir. Yasa şöyledir:

İçkiyi bırakmayan, ayda üç kez sarhoş olabilir. Bunu aşarsa suçludur. Ayda iki kere sarhoş olmak iyidir, bir kez ise daha övgüye değer. Ama hiç sarhoş olmamak! Bundan daha iyi ne olabilir? Böyle bir kimse nerede bulunabilir? Eğer gene de böyle birisi bulunursa o her tür saygıya değer.



Ant İçme Töreni

Eski Türklerde ant törenlerinde içki kullanılır. Ant her halkta kutsal bir nesne üzerine yapılır. Eski Türkler de ant törenlerini böyle algılar. Nitekim kavramın kullanımı ant içmek biçimindedir. Yemin bir şeyin içilişi biçiminde edilir.

İÖ 40 yılında Hun Hanı Hohanşa Çin‘e yaptığı bir akın sonrasında antlaşma yaptığında, bir dağ tepesinde ak bir at keser. Atın kanına şarap karıştırarak dostluk antlaşması yapar. Heredot, îskit Türklerinden söz ederken şu açıklamayı yapar:

Antlaşma yapacaklan zaman, büyük bir çömleğe şarap boşaltırlar. Bıçakla kendilerini yaralayarak kanlarını şaraba akıtırlar. Daha sonra bu kanlı şaraba kılıçlarını, ok uçlarını batırırlar. Burdan sonra dua ederler ya da böyle zamanda söylenmesi gereken alışılmış sözleri söylerler. En sonunda da bu kanlı şarabı içerler.

Demirin Eski Türklerce kutsal sayıldığı bilinir. Demirden yapılan kılıç üzerine yemin etmek de bütün Türklerde genel bir töredir.

Göktürk Şölenleri

Göktürklerdeki şölen ve içki geleneği üzerine, Bizans elçisi Zemarkhos canlı bilgiler verir: Zemarkhos, iki memleket arasındaki içten dostluğu belirten kısa bir söylev çeker. Kağan buna aynı anlamda sözlerle yanıt verir. Ardından elçilerle Göktürk devlet adamları şölen sofrasına otururlar ve neşe içinde akşama dek birlikte kalırlar. Göktürkler şölende şarap da sunmuşlardır ama bu bizim bildiğimiz üzüm şarabı değildir. Şıra gibi bir tür barbar içkisidir. Nedeni; onların ülkesinde üzüm yetişmez. Akşam herkes konuk edildiği yere döner. Ertesi gün, daha süslü başka bir çadırda toplanırlar. Onun içi de ipek halılarla döşelidir. Küçük yontularla donanmıştır. Kağan som altından yapılmış bir kerevet üstünde oturur. Çadırın ortasında altın güğümler, ibrikler ve başka kaplar yan yana dizilmiş durur. Yine içki âlemi başlar. Arada Göktürk töresine uyarak, devlet adamlarından kimileri kadeh kaldırır. Bu âlem de akşama dek sürer. Üçüncü gün yine başka bir çadırda buluşurlar. Bu tümünün en süslüsüdür. Ağaç direkler altınla kaplı olduğu gibi, altın yaldızlı kerevetin üzerine altın işlemeli dört yastık atılmıştır. Bu çadır-sarayın ön avlusunda gümüş sahanlar, gümüş tepsiler, gümüş heykelcikler gibi hep gümüş eşya yüklü arabalar durur. Bizans elçisi, gördüğü bu eşyanın güzelliğinden, Bizans zevkinden hiçbir zaman geri kalmayan bu görkemden yüksek beğeni ile söz eder.

Çinli gezgin Hüen-dzang, Kök-Türk içki törenlerinden daha değişik söz eder. L. Ligeti bu olayı tüm canlılığı ile bize iletir:

Kök Türkler ateşe taparlar. Bu yüzden ağaçtan oturma yerleri yoktur. Ağaç ateş unsurudur. Ateşe karşı olan saygılarından ağaç üzerine de oturmazlar. Oturmak istedikleri yere hasır sererler. Onun üzerine yerleşirler. Fakat hacının hatn için demirden yapılmış, üzeri minderli bir iskemle buldular. Herkes yerine oturduktan sonra Hüan-dzang’ın Gavçang’dan birlikte getirdiği elçi heyetinin içeri girebileceği izni verildi. Heyet ora kiralının mektubunu ve hediyelerini sundu.

Kağan hediyeleri sırası ile gözden geçirdi. Her birine çok memnun oldu. Bunun üzerine heyet üyelerini oturttular. Çalgı eşliğinde, dudağına dek dolu şarap kupaları kupaları dizili sofrada şölen başladı. Bu Kök Türkler üzüm suyu içiyorlardı. Sarhoşluk veren bu içkiden Gavçang’lı elçiler de büyük zevk almışlardı. Üzüm kızını üstat reddetmiyordu. Şarap taslan gittikçe daha sık boşalıyor, keyif ve neşe gittikçe artıyor, çalgı durmadan çalıyordu. Hüandzang yine takdirle kaydeder: Bu bir barbar musikisi idi ama, yine de ruha ve gönüle ferahlık veriyordu. Biraz sonra yemekleri getirdiler. Konukların önüne büyük bir parça koyun ve dana eti kondu. Hacılara da bir Budist papazının günaha girmeden yiyebileceği şeyler, pirinçten yapılmış puğaçalar, kaymak şeker, bal gibi şeyler verdiler. Yemekten sonra yine şarap tası çevrede dönmeye başladı.

Dede Korkut’ta Şölen

Kımız, ulusal şölenleri süsleyen coşkulu içki olarak geçer destanlarımızda. Sözgelimi Dede Korkut’ta bir toy şöyle betimlenir:

Attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kırdır,
İç-Oğuz’un, Dış-Oğuz’un beylerini üstüne yığmak et,
Aç görsen doyur,
Yalıncak görsen donat,
Borçluyu borcundan kurtar,
Tepe gibi et yığ,
Göl gibi kımız sağdır,
Ulu toy eyle hacet dile!
Ola ki bir ağzı dualmın bereketiyle
Tanrı bize erdemli bir çocuk vere!

Dirse Han’ın erkek çocuğu olmaması nedeniyle, bir toy düzenlemesini isteyen eşinin toy gereklerini böyle sıralar. Daha önceki dönemlerde de Türkler arasında benzer törenler bulunur. Sözgelimi Oğuz Han, çeşitli utkulardan sağ ve esen döndüğü için büyük şölenler verir. Otağ kurulur. Büyük ağaçlar altınla kaplanır. Çeşitli değerli taşlarla süslenir. Dokuz bin koyun, dokuz bin sığır kesilir. Derilerinden doksan dokuz havuz yapılır. Dokuzuna rakı, doksanına kımız doldurulur. Oğuz Han’ın tüm yakınları çağrılır. Oğuz Han altı oğluna öğütler verir. Yurtlar, kentler, iller bağışlar.

Oğuz Han’ın oğlu da babası gibi kurultaylar düzenler. Oğuz Han’ın altı otağına kurdurur. Otağın sağına ve soluna altışar otağ kurdurur. Böyle bir şölende kırk yenip içilir.

Özbek Saray Şölenleri

kımız, kısrak sütüDaha sonraki dönemlerde, Özbek saraylarında yapılan şölenler de aynı ilkelere dayanır. Özbek saray törenlerine katılanlar, ezgi ve seslerin etkisiyle kendilerinden geçerler. Bu sırada sucı’lar (sakiler) ve kımızcılar kadeh ve sofra takımları getirirler. Han’ın işaretiyle saray odacılarından biri kadehi kımız ile doldurur. Tüm kural ve törenleri yerine getirerek kadehi Han’a sunar. Han sevinç içinde kadehi kaldırır. Biraz içip, kalan içkiyi en yakın beylerinden (emir) birine verir. Bu onura eren bey, kalan içkiyi töreleri yerine getirerek içip kımızcının yanına gelir. Bir kadeh de orada içip kadehi yine törenle Han’a sunar. Bu bey yerine oturduktan sonra, Han’ın sağındaki ve solundaki öbür konukların tümü birden ayağa kalkıp saygıda bulunurlar. Kımızcılar kadehlerini doldurup büyük beylere sunarlar. Beylerden sonra, köp çöhre ve askerlere içki doldurulur. Bunun sunulması şöyledir: Sağ yandan iki kişi, sol yandan iki kişi çıkar. Bunlar kımızcıların yanlarında oturur. Kımıza kadehi kendi yanındaki adama verir. O, kadehi kaldırıp yanındaki arkadaşına işaret eder. Tümü birden kadeh kaldırıp içerler. Sonra diz çöküp saygı duyarlar. Meclisin sonuna dek içki içme böyle sürer. Askerler büyükler önünde saygılı olmayı görev sayarlar. Biri saygısız davranacak olsa, ayakkabılığın yanına atılır. Ayrıca ceza olarak on iki kadeh kımız içirilir. Bu gibi suçları cezalandırma hak ve yetkisi sakinindir. Saki, ölüm cezası dışında tüm cezalan verebilir.

Tatarlarda İçki

Kımız geleneği eski dönemlerde Tatarlar arasında yaşar. Batılı bir gezgin Tatarlarda taç giyme törenine tanık olur. 1215 yılında Papa, Lyon’dan Tatarlara Plano Carpi’yi elçi yollar. Onun Tatarlar arasındaki gözlemlerinde de canlı içki sahnelerine tanık oluruz. Çadırın içinde Batu Han, taht gibi bir kürsüde yer almıştır. Yanında karılarından biri oturur. Kardeşleri, oğullan ve başadamlan biraz aşağıda, ortada duran bir sıra üzerinde, ötekilerse onlann arkasında yerde ve iki sıra olarak, sağda erkekler, sol yanda kadınlar olmak üzere oturmuşlardır. Batu’nun cadın pek göz alıcıdır. Nefis keten bezden yapılmıştır. Macar kralı IV. Bela’dan gelmiştir. Karargâhta sert bir sıkıdüzen egemendir. Han’ın çadırına ancak çağrılı olanlar ve geleceği önceden bildirilen izinliler girebilir. Bunlar dışında içeri girmek kesinlikle yasaktır. Dinlemeyenin kellesi uçurulur. Törende Plano Caprini ile arkadaşları, öteki elçiler gibi sol yanda otururlar. Oysa Büyük Han’ın sarayına uğrayıp dönüşte buraya geldiklerinde, daha saygın yer sayılan sağ yanda yerlerini alacaklardır. Çadırda, kapının yanındaki bir masa üzerinde altın ve gümüş kaplar içinde, Tatarlann her zaman pek sevdikleri mayalanmış kısrak sütü, kımız bulunur. Ne zaman Batu herkesin gözü önünde içerse, her defasında şarkı söylenir ve çalgı çalınır.25 Plano Carpini, Moğol soyunun han seçiminde de bulunur. Çağnhlann eksiksiz tümü gelince çadıra girerler. Seçim tartışmaları başlar. Bu sırada parmaklığın dışında uygun bir uzaklıkta her yandan toplanmış olan büyük Tatar kalabalığı görülür. Öğleye değin görüşmeler biter. Önceden kestirildiği biçimde Küyük, bütün Moğollann büyük sanı olur. Sonucun açıklanması büyük sevinç yaratır. Bunun şerefine akşama dek süren bir içki âlemi başlar. Bayram eden Tatarlar bu sevinç gününde su gibi kımız tüketirler. Papanın elçileri yeni bir teveccühle karşılanırlar. Kendileri çadıra çağnlır ve kımız sunulur. Ne ki papazlar bir yudum içemeyecekleri, alışmadıkları bu içkiyi –onurlan için verilse bile– geri çevirirler. Tatarlar buna danlmazlar ve bu kez onlara bira sunarlar.

Altaylı Kurban Töreni

Radloff, 19. yüzyılda Altaylılardaki kurban törenlerinden sonraki eğlenceyi şöyle anlatır: Sonra kurban yerinden 9-12 tane kayın kabuğundan yapılmış kepçe getirirler. Bunlarla yine ağaçtan çin kaplarına ayran doldururlar. Bu ağaç kaplar ateşin etrafına dizilir ve her kabın arkasında bir diki durur. Kapının sağında, sağ kanadın en ucunda şaman, sonra Baştutkan (baştutan), sonra ev sahibi, sonra son yıllarda ailelerinden kimse ölmemiş olan komşular gelir. Böylece ayakta duranlardan her biri kepçe ile kaptan biraz ayran alır ve sonra hepsi birden: Çek! diye bağırarak ayranı taptı’ya doğru dökerler. Bu söz ve içki sunma üç kez yinelenir. Sonra 12 kişinin tümü de kepçeleri yukarıya fırlatırlar. Kepçeler yere düştükten sonra bunlann durumu iyice gözlemlenir. Kepçenin dibi yukarıda ise, atan için gelecek yıl mutluluk getirmez, oysa bunun tersi mutluluk ve bolluğun göstergesi sayılır. Şimdi kaplar yeniden doldurulur. Herkes elverdiğince çabuk bunu içip bitirmeye çalışırlar. Fakat şaman kabım boşalttıktan sonra bunu kapıdan dışarıya atar. Bu kabın durumu da, fırlatılan kepçenin durumu gibi, kurban sunan kimsenin istikbaldeki baht ve bahtsızlığı için bir gösterge sayılır.

Bu tören bittikten sonra, genel bir içki oturumu başlar. Bulunan konuklar öbek öbek tulumların başında toplanır. Ev sahibinin yakınlarından biri bunları ağırlar. Konukların çoğu tümüyle sarhoş olup kendilerinden geçinceye değin içerler, şarkı söyler, bağırır, gülerler. Sarhoş olup sızdıkları yerde, uyurlar. Sabah ayıhncaya dek oldukları yerde yatarlar. Sarhoşluğa, utanılacak bir iş diye değil de, pek doğal bir olay gözüyle bakarlar. Ancak kadınlar ölçüyü kaçırmazlar. Sarhoş olup kendilerinden geçen erkekleri rahat bir duruma sokar ve üzerlerini örterler. Kadınları böyle düşüncesiz olmaktan alıkoyan şey, çocuklara karşı beslenen görev duygulandır.

Yesevi Törenleri

Yesevi törenlerinde dinsel oyun vardır. Alevilikteki semah, Mevlevilikteki sema oyunlarının dedesi diyebileceğimiz bu oyun da çok eskilere dayanır. Gerçi raks ile birçok eski dinde karşılaşılır. Nitekim Türk olmayan gizemcilerde de raks bunur. Ancak Tabgaç ve Göktürk dönemi şaman törenlerinde lirgin biçimde ivedi dönüşlere dayanan bu oyun saptanır. 9. yüzyıl arasında dinsel törenlerin en özgün özelliklerinden biri bu oyunlardır. Böylece semahların ilk izleri belirgin içimde ortadır. Budist dönemde döne döne oynanan bu dinsel dönüşler, “göksel oyun” (tengirdem oyun) adı ile sürer.

Kendinden geçip dünyayı unutma, kadeh çizimi ile anlatılır. Bu inanç gizemcilikte olduğu gibi sürer. Türkler arasında özellikle “ant içme” törenini karşılar. 922 yılında İslam’ı seçen Bulgar Türkleri Hanı Almuş, halifeyi anarak, İskit, lun ve Türk töresi üzerine sucu bal şarabı kadehi ile ant çer. İbni Fadlan, içki ile yapılan böyle bir ant törenine karşı çıkar. Bunun üzerine Bulgarlar bal şarabının henüz olgunlaşmadığını söylerler. Hızır ise Ahmet Yesevi’ye kadeh “unar. Kadeh içinde yeşimtaşmdan yapılmış ölümsüzlük iksiri vardır. Türkçe adı ile bu “tirilik suyu“, bengisu’dur. Bu anç ile büyük olasılıkla Taoizme dayanır.28 Türkler arasında şarabın uzun süre yayılmadığını öğreniriz gezi kitaplarından. Ogier Ghislain de Busbecq, 1 Eylül 1555 tarihli mektubunda şöyle yazar:

Bal yahut şeker şerbeti onlar için en mükemmel içkidir. Bununla beraber, bir içkileri daha var. Yeri gelmişken nasıl yaptıklarını size anlatayım. Üzümü sıkıp bir ağaç fıçı içine dolduruyorlar. Sonra buna bir miktar sıcak su ilave ederek iyice karıştırıyorlar. Üzerini dikkatle örtüp iki gün dinlenmeye bırakıyorlar. Ekşime pek yavaş meydana geliyorsa biraz şarap tortusu ilave ediyorlar. Ekşimeye başladığında bunun tadına bakarsanız pek yavan gelir. Ama daha sonra ekşi bir lezzet alır ki biraz tatlı bir şeye karıştırılınca çok hoş oluyor. Türkler bu içkiye “Arap şerbeti” diyorlar. İstanbul’da pek bol bulunan karla soğutunca birkaç gün müddetle içilebiliyor. Fakat daha fazla zaman geçince iyice ekşiyor. Şaraptan fazla tesir ediyor ve Türklerin dinine göre artık haram sayılmıyor. Bu içkiden çok hoşlandığımızı itiraf ederim.

Yesevilik, Eski Türk inançlarını İslam örtüsü ile bezeyip bozkır insanına sunar. Bu inançlar Anadolu’da Bektaşilik biçiminde kurumlaşır. Kopuzun yerini bağlama. Şaman dualarının yerini deyişler alır; eski adı bengi olan dinsel oyunlar semaha dönüşür.

Böylesine bir evrimle yola çıkan Bektaşilik, şarabı dinsel inancın sembolik bir birimi olarak kabul eder. Denetimli ve özdenetimli içkiye sevecen bakar. Sünni öğretinin katı kurallarını biçimsel bulur ve eleştirir. Bu konuda en güzel deyişlerden birini 1853-1915 yıllan arasında yaşayan Bektaşi babası Edip Harabi söyler:

Ey zahit, şaraba eyle ihtiram Müslüman ol, terk et kıy ü kaali Ehline helaldir na ehle haram Biz içeriz bize yoktur vebali
Sevaba girmekçün içeriz şarap İçmezsek oluruz duçar-ı azap Aklın ermez senin bu başka hesap Meyhanede bulduk biz bu kemali
Kandil geceleri kandil oluruz Kandilin içinde fitil oluruz Hakkı göstermeye delil oluruz Fakat kör olanlar görmez bu hâli
Sen münkirsin, sana haramdır bade Bekle ki, içersin öbür dünyada Bahs açma Harabi bundan ziyade Çünkü bilmez haram ile helali.

“Kımız” Sayfasına Dön! «|

Kımızın Yararları «| – |» Türk İçki Sözleri «|