- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Söz Varlığı Nedir?

söz varlığıBir düşüncenin yazılı veya sözlü dille ortaya konulmuş hâli olan söz, bir göstergeler dizgesi olan dilin gösteren boyutunu oluşturmaktadır. Gösterge “kendi dışında bir şey gösteren her türlü nesne, varlık ya da olgu: özel olarak dilsel bir gösterenle bir gösterilenin birleşmesinden doğan birim” (Vardar, 1998’den aktaran: Buran, 2002: 9) olarak tanımlanmaktadır. Dilin temelini oluşturan göstergeler, bir varlığın veya düşüncenin zihnimizde anlam kazanması için kodlanmış simgelerden (gösteren) ve bu simgelerin bilinç boyutunda anlam kazanmasından (gösterilen) oluşur. Sembol özelliği taşıyan sözcükler, “nesnelerin, kişilerin ve olayların kendileri değil, onları temsil eden soyut sembollerdir” (Gökçe, 2001: 93).

İnsanların birbiriyle iletişim kurabilmesini ve evrende olup biteni anlamlandırabilmesini sağlayan göstergeler, dilin “söz varlığını” oluşturan anlamlı ögelerdir. Söz  “bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, bir veya birkaç heceden oluşan ve anlamı olan ses birliği” (TDK, 2009: 1803) dir. Sözcük ise, “anlamlı ses veya ses birliği” (TDK, 2009: 1805); “mânâsı veya gramer vazifesi bulunan ve tek başına kullanılan ses veya sesler topluluğu” (Ergin, 2005: 95) olarak tanımlanmıştır. Söz veya sözcükler, insanların evrendeki her türlü varlığı veya düşünceyi soyutlayarak içselleştirmelerini sağlayan ve dilin söz varlığını oluşturan en temel ögelerdir. Fakat bir dildeki söz veya sözcüklerin tamamı, o dilin söz varlığını ortaya koymak için yetersizdir. Bir dilin söz varlığı denince, yalnızca o dilin sözcüklerini değil; deyimlerin, kalıplaşmış sözlerin, atasözlerinin, terimlerin ve çeşitli anlatım kalıplarının oluşturduğu bütünü anlamak gerekmektedir (Aksan, 2004: 7).

Dil, insanların adı veya eylemi anlamlandırmaya yönelik bilişsel çabalarını ses ve yazıyla ifade etmesi sonucunda ortaya çıkmış bir iletişim aracıdır. Wilson (2002: 27), bu konuda insanların dünyaya ilk geldikleri anda nesneleri ve nitelikleri algılayamadığını ve ancak doğal çevredeki tüm nesne ve fenomenlerin muhteşem bir karmaşığını tecrübe edebildiğini söyler. Bu nedenle tecrübelerin bir düzene konulması gerektiğini ve bunun da ancak sözcüklerle yapılabileceğini belirtir. Bu, söz varlığı yaratmanın gerekliliğine ve dildeki önemine yapılmış bir vurgudur.



İnsanlar etkileşimde bulundukları çevreyi ve düşüncelerini önce doğal dil denilen fizyolojik olarak belirlenmiş el hareketleri ve heyecan bağırışların dili ile ifade etmeye çalışmışlardır. Fakat doğal dil, dış dünyayı birleşen parçalarına ayıramadığından yapay göstergeler (sözcükler) kullanma yoluna gidilmiştir. Çünkü sözcükler, insanoğlu tarafından oluşturulan yapay göstergelerdir ve bu yapay göstergeler, dış dünyayı ayrıştırma ve sınıflandırma özelliği bakımından doğal ve rastlantısal göstergelere oranla daha etkilidirler. Yapay göstergeler insan zihninin isteğe bağlı denetiminin eseri olduğu için dış dünyayı bir mantık çerçevesinde içselleştirip, ayrıştırabilir (Harris ve Taylor, 2002: 115).

Dillerin doğuşunun üzerinden geçen binlerce yıl içinde, insanların duygu ve düşüncelerini ifade etme biçimleri gelişerek değişmiştir. Böylece dil, kişilerin evrendeki tüm yaşantılarını ve bu yaşantı dairesine giren soyut – somut tüm nesne ve düşünceleri ifade etmeye yeterli bir üst bilişsel beceri hâline gelmiştir. Bu beceri, insanların “dil veya düşünce birimi” olarak adlandırabileceğimiz kalıpları (sözcükleri) oluşturmalarını sağlamıştır. Bu konuşma kalıplarının kullanıldığı konuşma, yazma, okuma ve dinleme gibi temel dil becerilerinin tamamı, özünde aynı şeyi ifade etmektedir. Çünkü bildirişimi sağlayan bu becerilerin tümünün özünde “düşünme” edimi bulunmaktadır. İnsan, düşündüğünü ifade ederek bildirişimi sağlayabilir ki ancak bildirişimin sağlandığı yerde bir dilden söz edilebilir. Buradan hareketle “konuşma ve düşünme bir ve aynı şeydir; konuşma sesli düşünmedir, düşünme ise, sessiz konuşma”dır (Hocaoğlu, 2007) denilebilir. Bu tanıma göre yazma da “yazılı düşünme” olarak tanımlanabilir.

Yukarıda anlatılan üst bilişsel becerileri kullanarak oluşturulan anlatım kalıpları, anlamlı veya görevli tüm sözcükler, bir dilin temelini oluşturmaktadır. İşte dilin gösteren boyutunu oluşturan “söz varlığı”; adları, eylemleri, edatları, terimleri, kalıplaşmış sözleri, atasözlerini, deyimleri, yabancı sözcükleri ve ikilemeleri kapsayan anlamlı veya görevli tüm anlatım birimlerini ifade eden bir kavramdır. “İnsan hayatında dünyanın içselleştirilmesi, içselleştirilerek anlamlandırılması ve bu anlamlar doğrultusunda düşünceler üretilmesi ve aktarılması gibi önemli fonksiyonların gerçekleştirilmesini üstlenen sözcüklerin ve sözcük birliklerinin toplamı, bir dilin söz varlığını oluşturur” (Yalçın, 2005: 25).

Söz varlığı sadece bir dildeki seslerin birleşimiyle meydana gelen simgeler, kodlar ya da bir şeyin kendisi olmadığı halde onu karşılayan göstergeler, sözcükler olarak değil, aynı zamanda o dili konuşan toplumun kavramlar dünyasının, maddî ve manevî kültürünün, dünyaya bakış açısının ve bu bakış açısı etrafında şekillenen yaşam tarzının yansıtıcısı olarak da algılanmalıdır (Aksan, 2004: 7). Çünkü dil, onu yaratan ulusun kişiliğini yansıtır. Bir toplumun yaşam biçimi, inanç yapısı, dünyayı algılayışı, kültürel dokusu –yani maddi ve manevi bütün değerleri– o toplumun diline olduğu gibi yansır. Dilin temelini oluşturan söz varlığı da, kuşkusuz bu değerlere bağlı olan toplumun izlerini taşıyacaktır.

Bir ulusu, dilinin temel taşlarına ayna tutarak tanıyabilmemizi sağlayan durum, “söz varlığı” olarak adlandırdığımız; toplumun evreni adlandırma ve anlatma çabaları sonucunda oluşan kalıplar (sözcük hazinesi) tarafından sağlanmaktadır. Söz varlığının bu özelliği, dile toplumların karakterini yansıtma işlevi kazandırmaktadır. Örneğin Hint-Avrupa dil ailesinin Roman ve Germen kollarının her birinde akrabalık adları tek bir sözcükle ifade edildiği hâlde; ilişkilerin kavramlaştırıldığı Türk lehçelerinde bu adlar “amca – dayı” ve “teyze – hala” diye ayrı sözcüklerle anlatım bulmaktadır (Aksan, 2004: 7). Bu durum, Türk dünyasında akrabalık ilişkilerinin ne kadar güçlü ve önemli olduğunu göstermekte birlikte Türk ulusunun manevi değerlere önem verdiği yönünde bir çıkarım yapabilmemize de olanak sağlamaktadır.

Diller, toplumların dil yaratma becerileri ölçüsünde gelişerek oluşan canlı varlıklardır. Bir dilin oluşumunda, o dili yaratan ulusun ilgi ve ihtiyaçları doğrudan etkili olmaktadır. Bunun yanında bir toplumun zekâ ve mantık gücü de, dilin sistemli yapısının oluşmasında ve anlatım yönünden güçlü olmasında önemli bir yere sahiptir. İlkel toplulukların dillerinde, yalnızca gündelik ihtiyaçları karşılayacak temel sözcükler bulunurken; bilişsel yönden gelişmiş toplumların dilleri en soyut düşünceleri bile sözlü ve yazılı olarak dile getirmeye yeterli olmaktadır. Bu durum, dilleri yaratan toplumların düşünme gücünün niteliğiyle ilgilidir.

Her ulus evreni kendi dilinin penceresinden algılar ve yorumlar. “Yeryüzündeki renkler aynı olduğu hâlde bunların adlandırılışı ve kapsamları dilden dile değişir; sayılar dünyanın her yerinde aynı değeri taşıdığı hâlde adlandırılma yolları başka başkadır” (Aksan, 2004: 7). Yaşamı boyunca bir yılanla karşılaşmayan ve yılanı ancak televizyondan veya kitaplardan gördüğü kadarıyla tanıyabilen bir kişi için “yılan” sözcüğü, bu hayvanı ifade etmeye yeterlidir. Fakat yaşantı gereği her gün onlarca yılanla karşılaşan ve onlarla mücadele etmek zorunda olan bir kişi için, o hayvanların hepsine “yılan” demek yetersiz geleceğinden, her yılan türü için ayrı adlandırmalar yapma ihtiyacı doğacaktır. Bu durum dilin bütününde geçerlidir. Ayrıca toplumların söz varlıklarını ancak ilgi ve ihtiyaçları ölçüsünde oluşturduğunun ve öylece kullandığının da bir kanıtıdır.

Bir dilin söz varlığını oluşturan ögeler, türlü yönlerden sınıflandırılmışlardır. Kalıplaşmış ifadeler ile anlamlı veya görevli sözcüklerin oluşturduğu bütünü karşılayan söz varlığı kapsamına giren tüm ögeler üzerinde ilk sınıflandırmayı Aristo yapmıştır. Aristo sözcük türlerini “adlar” ve “eylemler” olmak üzere ikiye ayırmıştır. Kuşkusuz bu düşünce, çalışmanın yapıldığı çağda dil biliminin gelişme düzeyine göre değerlendirilmelidir. Dil biliminin gelişme süreci ile sözcüklerin farklı dil bilgisel nitelikleri keşfedilmiş ve sözcük türleri daha çok sayıda ele alınmaya başlamıştır.

Yavuz TANYERİ

Söz Varlığısayfasına dön! «|