- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Osman Turan / 2

osman turanProf. Dr Osman Turan’ın ilmi araştırmaları ile fikri mücadelelerini birbirinden ayırmaya imkân yoktur. Çünkü, her ikisi de aynı gayeye müteveccihtir: O, nasıl, ilmi çalışmalariyle son defa 900 yıldan beri Türk vatandaşı olmuş Anadolu’nun tarihini ve medeniyetini ortaya koyarak, bağımsız tek Türk milletinin, kendi deyimiyle, buhranlardan kurtularak sağlıklı, ileri bir toplum olması gayesini güdüyordu. Onun fikir hayatı, Türk toplumunu buhrandan buhrana sürükleyen menfi kuvvetlerle mücadele ile geçmiştir. Onun bu mücadelesinde ne kadar haklı olduğunu bugün Türkiye’nin gösterdiği manzara gözler önüne sermektedir.

O, mücadelesini karşısındaki menfi güçlerin durumunu hiç dikkate almadan sürdürdü. Başka bir ifadeyle, o, muarızları ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, mücadelesinin yürütüyordu.

Prof. Osman Turan’ın ilmi çalışmalarında ve fikri mücadelelerinde gaye birliği olduğu gibi, gerek ilmi çalışmalarında, gerekse fikri ve siyasi mücadelelerinde uyguladığı metodda da bir birlik vardır. Daha doğrusu Prof. Osman Turan, fikri ve siyasi mücadelelerinde ilim adamlığı vasfını hiç gözden uzak tutmamıştır. O, hakiki ilim adamlığının değişmez vasfı olan << eğilip – bükülmezliği>> bir prensip olarak almıştır. Esneklik ve taviz onun bilmediği şeylerdi.

Onun bir vasfı daha dikkati çekmektedir: Prof. Osman Turan, kimden gelirse gelsin ve kime karşı olursa olsun, haksızlığın karşısına dikilidir. O, bu vasfıyla, karşımıza yalnız eğilip – bükülmeyen hakiki bir ilim adamı olarak değil, aynı zamanda her haksızlığa, nereden gelirse gelsin – hele devlete ve millete olan – haksızlığa karşı isyan eden hakiki bir aydın olarak çıkmaktadır.

O fikri mücadelelerini yalnız ders verdiği Fakülte’de değil, Fakülte dışında, gazete sütunlarında da sürdürdü. Meselâ, o, uzun süre Yeni İstanbul Gazetesi’nin başyazarlığını yaptı.

Prof. Osman Turan’ın başına gelen şu iki hâdise, fikri mücadelelerinin bir nevi neticesi olması bakımından zikre değer. Türk toplumunun menfi güçler tarafından nereden nereye getirildiğini gelecek nesillerin ibretle ve dehşetle okumaları için bu iki hâdiseyi kısaca naklediyoruz.

Prof. Osman Turan’ın Fakülte’ye Alınmaması Hâdisesi

27 Mayıs 1960 İhtilâli neticesinde kurulan Yassıada Mahkemesi’nden beraat ederek dönen Osman Turan, bir zamanlar Profesör olarak bulunduğu Ortaçağ Tarihi Kürsüsü’nde tekrar vazife almak istedi. Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Dekanlığı’na yaptığı muhtelif müracaatlar, kadro bulunamadığı gerekçesiyle reddedildi. Bu satırların yazarı olan Prof. Mehmet Altay Köymen, Prof. Osman Turan’ı kayıtsız – şartsız destekleyen birkaç kişiden biriydi. Prof. Mehmet Altay Köymen’in gerekçesi şu idi: “Eserleriyle, hem de Türk tarih ve medeniyetine ait eserleriyle – adını Türk ilim ve fikir tarihine yazdırmış bir bilim adamını desteklemek yalnız ilmi değil, aynı zamanda milli vazifedir.



Ne yazık ki, herkes böyle düşünüyordu. Bir kısmi öc almak fırsatını buldukları için, bir kısmı da ideolojik sebeplerle Prof. Osman Turan’ı Fakülte’ye yanaştırmak istemiyordu. Hattá, Büyük Millet Meclisi’ne verilen bir önergeyle Bütçe – Plân Komisyonu’nca Dil ve ve Tarih – Coğrafya Fakültesi emrine, Prof. Osman Turan’ın müktesep hakkı göz önünde tutularak, onun için kullanılmak üzere, bir profesörlük kadrosu ihdas edildiği halde, – O sırada dekan bulunan Prof. Mehmet Akdağ’ın yönettiği bir grubun etkisiyle – Fakülte Profesörler Kurulu tarafından reddedildi. Danıştay’başvuran Prof. Osman Turan burasının lehinde verdiği karar gereğince, maaşını almağa devam etti; fakat, yine Fakülte’ye alınmadı.

Prof. Osman Turan’ı Fakülte’ye yanaştırmak istemeyenler arasında bir zamanlar ondan feyzalmış, öğrencisi olmuş öğretim üyeleri de vardı. Bunda o sırada Ortaçağ Kürsüsü’nün başkanı olan Prof. Akdes Nimet Kurat’ın da sorumluluk payı vardır. Prof. Osman Turan’ın Fakülte’ye alınması mes’elesinin çözümlenme noktasına geldiği bir zamanda kürsü başkanı yine sık sık gittiği Amerika’daydı. (kürsü başkanı, Prof. Osman Turan’ın Fakülte’ye yerleştirilmesi işini çözümledikten sonra Amerika’ya uçamaz mıydı? diye sorulabilir).

Kendi eliyle asistan aldığı ve her türlü imkânları sağlayarak, yetiştirdiği Faruk Sümer, o sırada Ortaçağ Tarihi Kürsüsü Başkanvekili idi. Artık, öğretim görevliliğine razı olan hocası Osman Turan için, Prof. Faruk Sümer’in elinden kürsüsünde bir öğretim görevlisine ihtiyaç olduğuna dair kâğıt almak mümkün olmadığı. Böylece, Prof. Osman Turan’ın öğretim görevlisi olarak bile Fakülte’ye alınması yolu son defa bir yetiştirmesinin engellenmesiyle kesin olarak kapandı. Son derce hayal kırıklığına uğrayan Prof. Osman Turan – biraz aşağıda söz konusu edileceği gibi – , yeniden siyasi hayata atılmak zorunda kaldı. Böylece, o, ilimden ve öğretim hayatından zorla koparıldı. Şurası bir gerçektir ki, eğer Prof. Osman Turan Fakülte’ye girmek imkânını bulsaydı, Fakülte’nin kaderi değişirdi. Bunun Türk fikir hayatı bakımından önemini yukarıda belirttik.

Osman Turan’ın Türk Tarih Kurumu Üyeliğinden
Çıkarılması Hâdisesi

Türkiye’de en mukaddes gayeler için kurulmuş olan müesseseler bile amaçlarında saptırılabiliyor hem de kurucularının adlarını bayrak yapmakta devam ederek. Bu, şark kurnazlığının tipik bir tezâhürüdür. Tekrar ediyoruz: Biz işimize geldiği zaman Batı’yı örnek gösteririz. Yine biz işimiz geldiği zaman da, Batı’nın zihniyeti yle asla bağdaşmayacak hareket ve faaliyetleri gözümüzü kırpmadan yapmakta çekinmeyiz. Buna Batı kılığına sokulmuş şark zihniyeti adı da verilebilir. Esasında bu müesseseleri gayelerinden saptırmak için göz önünde bulundurulan tek esas, şahsi menfaattir. Türkiye’de yaşayan bazı kimselerin her alanda şahsi menfaatleri için yapamayacakları yoktur.

Diğer taraftan, bu türlü hareket ve faaliyetler Batı zihniyetiyle bağdaşmadığı gibi, Türklük’le de bağdaşamaz. Türk, bilhassa toplumda, belli kaidelere bağlı kalmaya ve bunların dışına çıkmamağa mecburdur. Meselâ bir Türk komşusunun ayıplayacağı bir harekette bulunmaz. Nitekim, bir Türk’e yapılacak en ağır hareket onu << hayasızlık (utanmazlık)>> la itham etmektir. Şimdi, Türk toplumunda – hem de köşe başlarını tutmuş – öyle insanlar var ki, değil komşusunun, değil mahallesinin, değil içinde yaşadığı kasaba ve şehir halkının; Türk Milleti’nin bile, hattâ tarihinin bile ayıplayacağı hareketlerde bulunmakta beis görmüyorlar. Görülüyor ki, Türk olmak kolay değildir. Nasıl tedarik edildiği belli olmayan nüfus tezkeresine sahip olunmakla Türk olunmaz. Türklük her şeyden önce bir vicdan ve ahlâk meselesidir.

Prof. Osman Turan’ın 1948 yılında üye olduğu Türk Tarih Kurumu üyeliğinden hiçbir sebebe dayanmadan çıkarılması da, Batı zihniyeti ile ve Türklük’le aslâ bağdaşmayacak bir davranıştır. Sağ olsaydı kurucusu Atatürk’ün el üstünde tutacağı hakiki bir Türk tarihçisini, Türk tarihini ve medeniyetini araştırmak için kurulmuş bir kurumdan – hem de en tabii hakkı olan savunmasını almadan – uzaklaştırmak başka türlü anlaşılamaz. Bu haksız ve yersiz harekete bu satırların yazarı Prof. Mehmet Altay Köymen’in vicdanı razı olmadı. Nitekim, O, Batı Zihniyetine de, Türklüğe de yakışmayan bu davranışı Protesto eden ve toplumda geniş akisler yapan bir yazı yazdı. Bu yazıyı ek olarak aynen alıyoruz. Tarih Kurumu yetkililerinin bu yazıya cevap veremediklerini, böylece yazımızda ileri sürdüğümüz ithmaların doğruluğunu kabul etmiş bulunduklarını ilâve edelim.

PROF. DR. OSMAN TURAN’A REVA GÖRÜLEN MUAMELE

Meşhur Fransız romancısı Emile Zola, gençliğimde okuduğum <<Hakikat>> adlı romanında bir Musevi’ye yapılan haksız muameleye Paris halkının isyan etmemesinden dolayı hayıflanır. Biz Türkiye’de aydınların bile her gün gözlerinin önünde cereyan eden yüzlerce olaya omuz silkerek geçtiklerini görüyoruz. Hem de memleket aleyhine olanlarına bile. Bizce, aydın nereden gelirse gelsin, kime ve neye karşı olursa olsun, haksızlık karşısında isyan edip, haksızlığa uğrayanı bütün gücü ile koruyan ve savunan kimsedir. Özür dileyerek ifade edeyim ki, ben hayatım boyunca şahsıma karşı işlenen haksızlıklardan ziyade, başkalarına yapılan haksızlıklara karşı başkaldırdım ve haksızlığa uğrayanı, kim olursa olsun, elimden geldiği kadar savundum, kurtarmaya çalıştım, birçok gençleri kurtardım da.

Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi’nde aynı sıralarda oturarak, başta Fuad Köprülü olmak üzere aynı hocalardan ders gördüğümüz Osman Turan ile her zaman arkadaş kalamadık. Daha Üniversite Muhtariyet Kanununun çıkmasından çok önce, Hocam Prof. Köprülü’nün tavsiyesine uyarak, doçentlik imtihanına girmek hakkımdan lehime feragat ettiğim halde, o, şahsıma karşı – burada ayrıntılarına girmeyi gereksiz gördüğüm – birçok haksızlıklar yaptı; ama o Yazssıada mahkemelerinden beraat ederek döndüğü zaman, kendisinin daha önce öğretim üyesi bulunduğu Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi’ne tekrar girebilmesi için en fazla uğraşan ben oldum.

Benim düşünceme göre, Selçuklu Devri Türk Tarih ve Medeniyeti’ne dâir yazdığı değerli eserlerle adını Türk ilim ve fikir tarihine yazdırmış olan Osman Turan gibi bir profesörün böyle bir işi söz konusu olunca, bana şahsi kırgınlıkları bir tarafa bırakmak düşerdi. Fakat, başkaları benim gibi düşünmüyordu. Başka bir ifadeyle, bazı arkadaşlar, özel münasebetlerle resmi münasebetleri birbirine karıştırıyorlardı. Neticede Fakülteye giremeyen Osman Turan, tekrar siyasi hayata sürüklendi; büyük bir partinin genel başkan vekilliğine kadar yükseldi. İyi bir Türk tarihçisi olan Prof. Osman Turan’ın, ilmi hüviyetine uymayan siyasi mevkilerde başarı sağladığı pek söylenemez. Esasında onun genel idare kurulu üyeliği ile yetinip, başka vasıflar isteyen idari vazifeler almaması çok daha iyi olurdu. Bu takdirde kendisi bu büyük partinin fikriyatını yapan bir Ziya Gökalp durumunda olabilirdi. Şimdi genç yaşında profesörlükten ve siyasetten emekli olan Osman Turan, arkası arkasına – ayrıca söz konusu edeceğimiz – çok kıymetli eserler yayınlamaya başladı.
Bu yazımızda asıl üzerine duracağımız konu, onun uğradığı pek orijinal mahiyette bir haksızlıktır. Bir yıl kadar önce başına gelen bu haksızlığı yeni öğrenmiş bulunduğumuz için, ancak şimdi ele alıyoruz.

Memleketin yetiştirdiği büyük ilim adamına karşı işlenen ve sessiz sedasız gelip geçen bu haksızlığa vicdanım yine razı olmadı. Bu yazıyı okuyan vefalı arkadaşlarımın, hele değerli milletvekillerimizin ve daima hakkı savunan basınımızın, yazımızın başında söz konusu ettiğim romanda olduğu gibi, benim bu manevi isyanıma hak vereceklerini, katılacaklarını ve mağduru savunacaklarını ummaktayım.
Okuyucuları daha fazla merakta bırakmamak için, Prof. Osman Turan’ın başına gelen olayı bir cümle ile anlatıyorum: Bundan otuz yıl kadar önce Türk Tarih Kurumu’na asli üye seçilen Osman Turan, Kurumdan çıkarılmıştır. Bildiğimize göre, Türk Tarih Kurumu’nun kuruluşundan beri hiçbir üye hakkında böyle bir karar alınmamıştır.

Şimdi, kendi kendime soruyorum: Profesör Osman Turan’ın suçu ne idi de, Kurum üyeliğinden çıkarılmıştır? O, Kurum üyeliğine yakışmayan ne gibi hareketlerde bulunmuştu? Meselâ o, Kurum’da bile içen alkolik mi idi? O, aşırı solcu mu idi? Veya anarşistleri mi himaye etmişti? Meselâ o, cemiyetin hoş görmediği bazı şahsi hastalıklarla mı malul idi? Yoksa o, vatana ihanet suçundan mahkemeye mi düşmüştü? O, Kurumu maddi zarara mı sokmuştu? Sömürmüş mü idi? Yoksa aynı Kurumu kurucusu Atatürk’ün öngördüğü amaçlardan saptıran o mu idi? Yoksa o, eline nasılsa bir Türk nüfus tezkeresi geçirmiş – şahsi menfaatinden başka bir şey düşünmeyen bir gayri Türk mü idi?

Aslında daha da sıralanabilecek olan bu çeşit kusurların ve kabahatların hiçbiri Osman Turan’da yoktu. O tertemiz bir vatan evlâdı idi. Bu sayılan nakisler, başkalarında, başka yerlerde bulunabilirdi, fakat büyük vatan evlâdı Prof. Osman Turan’da asla.

Mahkeme kararı olmadan, hiç kimsenin suçlu sayılıp cezaya çarptırılamayacağı hukukun en değişmez prensibi olduğuna göre, Prof. Osman Turan hangi mahkemenin verdiği mahkûmiyet kararından dolayı Türk Tarih Kurumu’ndan kovulmuştu? Bu pek açık – seçik haksızlıktır. Esasında o mevcut üyeler arasında Kurum’dan en son kovulması düşünebilecek bir kimsedir.

Şimdi vatanseverliklerinden ve ilimseverliklerinden asla şüphe etmediğimiz muvafık veya muhalif milletvekillerimizin, hattâ Türk hükümetinin ve basının eşine rastlanmayan bu haksız ve yersiz muamelenin tamir edilmesi için harekete geçmelerini umuyor ve bekliyoruz.

Türk Tarih Kurumu’nun, ciddi Türk tarihi profesörlerini üye almakta inat etmeleri yetmiyormuş gibi, 30 yıllık üyelerine rağmen 30 sahife yazı yazmamış olanlar dururken, bir de 30 yıl önce üye olmuş, cilt cilt eserlere sahip, vatansever, Selçuklu Devri Türk Tarihçisine tahammül edememeleri karşısında hangi memleketini seven Türk isyan etmez?

Önceki Sayfa «|

Önemli Türkologlar sayfasına dön! «|