- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Kutadgu Bilig’in Bölümleri ve Hikayesi

kutadgu bilig bölümleri, hikayesiKutadgu Bilig dört esas (neng “şey”) üzerine tanzim edilmiş olup, bunlardan 1. doğru kanun (koni toru) Kün-Toğdı (hakan) 2. saadet (kut) Ay-Toldı (vezir), 3. akıl (ukuş) – Ögdülmiş (vezerin oğlu), 4. hayatın sonu (‘âkibet) Odğurmış (zahit) tarafından temsil edilmektedir. Bunlardan başka eserde Ay-Toldı’nın Hâcib ile buluşmasını sağlayan Küsemiş, huzura kabulü sağlayan Hâcib, arada hizmet gören Oğlan, haber getiren Yumuşçı ve zahidin yanında çalışan Kumanı da, katılma nispetleri az olmakla birlikte, vazifeli olarak temsilî mahiyet taşımaktadır (örn. Küsemiş-istek. Kumaru-vasiyet).

Bütün meziyet ve kusurları ile görülen bu şahıslar, çok canlı bir biçimde süren buluşma, konuşma, münazara ve münakaşa, değişik tasvirleri ile bir dram havası içinde cereyan etmekte ve okuyucunun önünde örneklerine Türk edebiyatının ancak son devirlerinde tesadüf edilen bir sahne açılmaktadır. Hakan Kün-Toğdı’nın tavsifi, Hass Hâcib Ay-Toldı‘nın Balasagun’dan Kâşgar’a gelişi ve burada geçirdiği tereddütlü günler ile ilk münasebetlerin kurulması ve en son hakanın huzuruna çıkışı v.b. nadir güzellikte birer hayat sahnesidir.

İnsanların her iki dünya için ele geçirmek istedikleri saadet (Ay-Toldı) ile bütün kainatın, özerine kurulduğu doğru kanun (Kün-Toğdı) arasındaki karşılıklı konuşmalarda o devrin ferdî ve içtimaî ahlâk ilkelerine, bu sonuncunun akıl (Ögdülmiş) ile sürdürülen konuşmalarda da cemiyet hayatinin, bilgi nazariyesinin ve hayat felsefecinin bütün meselelerine temas edilmektedir.

Ölüm burada da bir son teşkil etmektedir; fakat asıl mesele iyi nam ile yaşamak ve öldükten sonra da bu nam ile yaşamağı sürdürmektir. Öteki dünya (‘ulfba) göz önünde bulundurulmakla birlikte, oradaki hayatın tasvirleri yerine, Türkün amelî görüş tarzı geçmekte ve iyiliğe karşı iyilik, kötülüğe karşı kötülük fikri gibi, umumî bir ifade ile yetinilmektedir. Ay-Toldı ile oğlu ögdülmiş arasındaki konuşma ve vezirin gerek oğlu ve gerek hakana verdiği öğüt ve nasihat de bu umumî görüş ile güzel bir biçimde hülâsa edilmektedir.

Gerek ayrı bâblarda ve gerek muhtelif yerlerde, sırası geldikçe, insanların yetişmesi, hayatın anlamı, dünya zevkleri ve her iki dünyada mesut olmak için fertlerin davranışı üzerinde duran mütefekkir şair, bu fertlerin cemiyet içindeki vazife ve meşguliyetleri bakımından içtimaî müesseseler ile bunlar arasındaki münasebetlere de eserde geniş yer ayırmıştır.

Ay-Toldı’nın oğlu Ögdülmiş büyümüş ve hakanın güvenini kazanarak babasının yerine vezir olmuştur. Şair her türlü fazilet ve meziyetlere sahip olan bu bilgin veziri, devlet işlerinde olduğu kadar, şahsî düşünce ve hareketlerinde de hakanın yardımcısı olarak sahneye çıkarmakta, böylece ona devletin en yüksek müesseseleri hakkında konuşmak fırsatını vermektedir. Kısmen hakanın ve kısmen zahit Oddgurmış’m suallerine cevap biçiminde söylenilen bu fikirler Türk devlet teşkilâtının felsefesini ve ahlâkî temelini teşkil eder ki, eski ve yeni devirleri birbirine bağlamış olması bakımından, baha biçilmez bir değer taşımaktadır.

Böylece, sırası ile hakan (XXVIII), vezir (XXIX), kumandan (XXX), hacip (XXXI), mabeyinci (XXXII), sefir (XXXIII), sır kâtibi (XXXIV), hazinedar (XXXV), aşçı başı (XXXVI), şarabdar (XXXVII) mansıpları ve bunları işgal eden şahısların vasıflan ve vazifeleri, ayn bâblar içinde, anlatılmaktadır. Bundan sonra memurlann hakanlar üzerindeki -idil- (XXXVIII) temas ile bunların bir «evi ortaidık içinde bulunduklan ve hakanlann memurlar üzerinde ne kadar haklan var ise, memurların da hakanlar üzerinde o kadar haklan olduğu ifade edilerek, bu karşılıklı münasebetin ehemmiyeti tebarüz ettirilmektedir.

Hakan, vezir ve öbür memurlar müellifin tasvir ettiği ideal bir durumda, maddî ve manevî hayatı her bakımdan tanzim edilmiş bulunmakta ve ahali de hakana dua etmektedir. Fakat hakan, ilerisini düşünerek, ögdülmiş gibi, her bakımdan kendisine güvenilebilecek, bilgili ve faziletli birini arıyor ve bununla müellif, bütün zevkleri ile birlikte, bu dünyadan yüz çevirip, hayatı ancak ahiret için bir hazırlık yeri telâkki eden, aşın bir zahit zümresi mümessilinin ortaya çıkmasını sağlıyor.



Bir taraftan dünya hâkimiyetine kadar uzanan beşerî ihtiraslar ile öbür yandan bu dünyayı bir mevcudiyet olarak dahi kabul etmek istemeyen bu görüşlerin, müellifin tabiri ile, din yolu ile dünya yolunun, birbiri ile çarpışmasının canlı safhalarını takip eden okuyucu, Türkün amelî ve aklî diye vasıflandırabileceğimiz dünya görüşünün inkişafına şahit oluyor ve eserin kahramanların ile birlikte herkesin bulunduğa yerde sebat ve hissî taşkınlıklarına hâkim olarak elinden geldiği kadar iyilik yapmak gayesi ile hareket etmesinin en doğru ve bütün maddî ve manevî arzu ve zevkleri temin ve tatmin eden bir hal çaresi olduğuna inanıyor ve gönül huzuruna kavuşuyor. Türklerin dünyaya her fırsatta parlak nümunelerini vermiş oldukları bu beşerî meziyetler onların millî bir vasıflan hâline gelmiş ve şimdiye kadar geçirdikleri bütün kültür merhalelerinde kuvvetli damgasını basmıştır.

Hakanın zahit Odğurmış’a mektubunu götüren vezir Ögdülmiş’in kardeşi ile münazarasında her iki bakış noktası ortaya konuluyor. Zahide göre, dünya işine karışan, ahiret işini yapamaz; halka kapı kapanmadan, ibadet edilemez; kendisinden halka bir yarar gelmediği gibi, zararı da dokunmamaktadır. Ögdülmiş bunu – “Başkalarına taydaşı dokunmayan kimse ölüdür, insanın fazileti insanlar arasında belli olur; kötüleri iyileştirmek, cefaya karşı vefa göstermek, onları affetmek, asıl din yolu budur, sen hiçbir şey görmedin ki, bunlardan vazgeçesin; arzu ettiğin hâlde, buna hâkim olmak, her şey yapmağa kadir olduğun hâlde bunu yapmamak, işte iyilik budur” – fikri ile karşılıyor.

Zahit bir an tereddüt ediyor. Kendisinde Müslümanlar arasına dönmek ve onların ihtiyaçlarına hizmet etmek ve dünya sayesinde ‘ulçbâ kazanmak fikri doğuyor. Fakat dünyanın ağır basan kusurları karşısında bundan vazgeçiyor. Hakanın ikinci mektubundaki üstelemesi üzerine şehre, insanlar arasına dönmeğe razı oluyor ve Ögdülmiş bu vesile ile kendisine memleket hizmetinde lâzım olan bilgileri veriyor. Bu arada hakanlara hizmet etmenin usul ve adabı (XLVII), kapıdaki adamlar (XLVIII), halk (XLIX), seyitler (L), bilginler (LI, tabipler (LII), efsuncular (LIII), rüya tabircileri (LIV), müneccimler (LV), şairler (LVI), çiftçiler (LVII), tacirler (LVIII), hayvan besleyiciler (LIX), zanaatçılar (. LX) ve fakirler ile münasebet (LXI), evlenme (LXII), çocuk terbiyesi (LXIII), hizmetçilere karcı muamele (LXIV), ziyafete gitmek (LXV), ve ziyafete davet (LXVI) gibi, fertlerin devlet idaresinde ve cemiyet hayatındaki hareket tarzı ile ilgili malûmat veriyor. O zamana kadar dağda tek basma yaşamış olan zahit cemiyet vazifesini başarabileceğinden kuşku ediyor ve kendisinin dünyadan yüz çevirdiğim, hâlinden memnun olduğunu, insanın yaratanı bulması lâzım geldiğini, yaratanı bulunca, her şeyi bulacağım, dünya sevgisini gönülden çıkarmadan, ona Allah sevgisini sokmak mümkün olmadığım ileri sürüp, şehre dönmeği kesin olarak reddediyor.

En son Ögdülmiş de hakikati anlıyor, zahide hak veriyor. Hakana bunu kabul ettiriyor ve kendisini zorlamakta bir fayda olmadığım söylüyor. Hakan bunu kabul etmekle birlikte, bu muhterem zatı bir defa olsun görmek ve onun öğütlerim dinlemek arzusundan vazgeçmiyor; zahit gelmediği takdirde, kendisinin ona gideceğim söylüyor. En son zahit, hakana saygı göstererek, onu ziyaret etmeğe razı oluyor.

Bu münasebetle canlı ve öğretici olduğu kadar hissî de olan bu buluşma, kendi dünyalarının en yüksek mertebesine ulaşmış olan bu iki şahsın karşılıklı saygı tezahürlerine vesile teşkil ediyor. Zahidin ağzından çıkan değer hükümleri hep bu dünya çerçevesi içinde mütalâa ediliyor. Üzerinde en çok durduğu husus ömrün kısalığı ve ölümdür. Cennet ve cehennem mefhumları ve bunların iyilik ve kötülük ile ilgilendirilmesine henüz yer verilmemektedir. Zahidin fikirlerini iyice tahlil edenler burada Burkancılığm izini bulacaklardır.

Zahidin sözlerinin etkisi altında kalan hakan, bu dünyanın hiçliği karşısında, üzerine bu kadar ağır yük yüklemenin anlamsız olduğunu düşünüyor, Ögdülmiş hakana bu günün ruhuna uygun bir gaye gösteriyor: Umutsuzluğa kapılmasının doğru olmadığını, Allah’ın bunu hoş görmeyeceğim, beyliği zorla almadığını, bunun Allah tarafından verilmiş bir vazife olduğunu söyleyerek, bütün gücü ile, onu iyilik yapmağa teşvik ediyor. Kısaca memleketin dış ve iç siyaseti ile iktisadî düstur olarak vasıflandırılabilecek olan bu gaye, herkesin emniyet ve huzur içinde yaşamasmı sağlamaktadır ve bunda başarılı olunmuştur.

Günler geçiyor ve var kuvvetiyle çalışmakta olan Ögdülmiş de yavaş-yavaş ihtiyarlıyor; ölümün yaklaşması karşısında, günahlarım düşünerek, tövbe etmek ve gönlünü temizlemek mecburiyetim hissediyor. Fakat bir karara varmadan önce, kardeşi zahit ile istişare etmek istiyor. Kardeşi bu fikri yerinde bulmakla birlikte, onun dünya ile ilgisini kesmesini tasvip etmiyor:

Halk ve memleket hizmetinde çok faydalı birinin bu işi bırakması işe zarar getirebilir; onun yerine kötü bir adam gelirse, halkın huzuru kaçar ve Ögdülmiş Tanrı karşısmda sorumlu olur. İnsan kendi menfaati için, cemiyet menfaatini ayak altına alamaz. Hakanın kendisine gösterdiği iyiliğe karşı onun da iyilik ile mukabele etmesi lâzımdır. En son onu vazifesine sürmek lüzumuna inandırıyor.

Odğurmış’m hastalanması üzerine çağırılan Ögdülmiş, kardeşi ile, bir kez daha buluşuyor (bk. LXXVI-LXXXI). Hastalığın sonucu hakkmda Odgurmış’ın görmüş olduğu rüya ikisi tarafından farklı bir biçimde tabir ediliyor. Odğurmış tekrar kendi görüşünü hulasa ediyor. Kardeşim hasta bırakmış olan Ögdülmiş, hakanın da muvafakati ile, zahidin ziyaretine gidiyor, fakat artık onu hayatta bulamıyor. Ögdülmiş zahit için matem tutuyor ve hakan da buna iştirak ediyor. Hayat görüşünün ifade edilmesi bakımından mühim olan eserin bu kısmında, 6351-6352 ve 6553-6354.. beyitler arasında olmak üzere, dört parçaya ait eksiklikler vardır.

Asıl eser 6425. beyte kadar sürüyor. Bundan sonra yazar ayrıca işaret edilmeksizin, kendi devrinden şikâyet ederek, bunu eserinde tasvir etmiş olduğu tasavvuri bir devir ile karşılaştırıyor ve burada kişiler hakkmda, bu insanların insan değil, melek olduklarını söyleyerek, bunlar insan olduğu takdirde bugünkü halkın ne olduğunu soruyor (6429-6427). Sonra tekrar esere dönerek, bunun yazılış yılını ve ehemmiyetini tebarüz ettiriyor ve sözlerine dua ile son veriyor.

Eserin sonunda, hareket dışında kalan bir kaside biçiminde yazılmış olduğundan, eserin biçiminden ayrılan (yk. bk.) ve bir nevi ekleme sayılabilecek olan parçalar gelmektedir (örn. E-I’de, “gençliğine acıyarak ihtiyarlığım söylüyor”, E-I’de “zamanenin bozukluğu ve dostların cefasını anlatıyor” ve E-I’de “kitap sahibi Yûsuf Uluğ Hâcib kendine öğütte bulunuyor”).

Kutadgu Bilig sayfasına dön! «|