- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı

islamiyet öncesi türk edebiyatıTürkçenin yaşı, eldeki en eski lengüistik ve filolojik örneklere dayandırıla­rak milattan önce 2500-3000 ve 3500 yıllarına kadar götürülebilmektedir. Ancak Türk dilinin bu kadar eski bir geçmişi olmasına rağmen, ilk yazılı metinleri bu­günkü bilgilerimize göre VIII. yüzyılda Orhun Abideleri ile başlamaktadır. VI-II. yüzyıldan önceki dönem bugün için karanlık dönemdir. Araştırmacılar, VI. yüzyıldan geriye doğru milat yıllarına kadar olan döneme “Ana Türkçe” (Proto-Turkic), milattan önceki döneme “İlk Türkçe” (Pre-Turkic) adlarını vermişlerdir.

Bu devirlere ait hiçbir metin elimize geçmemiştir. Burada şunu belirtmekte fay­da vardır: Medeniyet tarihimizin eskiliği göz önünde bulundurularak yazılı Türk­çe metinlerin VIII. yüzyıldan çok önce başladığında şüphe yoktur. Eski Çin kay­naklarında Türk edebiyatının milattan önce ikinci asırda varlığını gösteren Türkçeden tercüme edilmiş bir şiir parçası mevcuttur. Bu da bize Türk edebiyatının köklerinin çok daha eski zamanlarda aranması gerektiğini göstermektedir.

Türk edebiyatının İslamiyet’ten önceki bölümünü “Sözlü Edebiyat” ve “Yazılı Edebiyat” olmak üzere iki ayrı bölümde incelemek mümkündür. Bu tasnife göre içeriğe ulaşabilmek için aşağıdaki bağlantıları kullanabilirsiniz:

1. Sözlü Edebiyat

2. Yazılı Edebiyat

Bu­günkü bilgilere göre, Türklerin İslâmiyetten önceki edebiyatları üç bölümde in­celenmek de mümkündür:

HUNLAR ÇAĞINA AİT SİYASÎ MEKTUP VE TÜRKÜ TERCÜMELERİ

Bir dilin yerleşik ve yaygın olarak kurulabilmesi için uzun bir siyası birliğin himayesinde gelişip olgunlaşması gereklidir. Bu şart Türk tarihinde bilindiği ka­darıyla önce Hunlar zamanında oluşmuştur. Bundan dolayı Türkçenin Hunlar za­manında teşekkül ettiği sanılmaktadır. Bu Türkçenin aşağı yukarı Göktürkler ça­ğındaki dilin daha iptidaî bir şekli olduğu belirtilmektedir.



Göktürklerden önce Ak Hunlar’in yazılarının olduğu ve bu yazının Göktürk yazısına benzediği bilinmektedir. Bizanslı tarihçi Prokopios’a göre (VI. yüzyıl) Ogur boyları kendi yazılarını da kullanmışlardır. İstemi Yabgu’nun 568 yılında Bizans imparatoruna gönderdiği mektup İskit (Türk) yazısı ile yazılmıştır. T’a-po Kağan (572-581) için Çince Budizm kitabı Nirvana-Sutra’mn Türkçe tercü­mesi yapılmıştır. Hazar Hakanlığı ile Avrupa Avar Hakanlığında Türk yazısı da kullanılmıştır. Priskos’un hatıralarında (V. yüzyıl ortası), Hun kâtiplerinin ha­zırladıkları metinleri ayrı bir yazı ile Attilâ’ya okuduklarını söylemesi, F. Altheim’e göre Avrupa Hunlarının kendi yazılarının olduğunu ortaya koymaktadır. Bu da “Göktürk Yazısı‘nın “Hun Yazı”sının bir devamı olduğunu, IV. yüzyılda Av­rupa’ya gelen Hunların yazılarını birlikte götürdüklerini göstermektedir. Asya Hunlarının yazılarının da oldukça yaygın olduğu görülmektedir. Çin yıllıkların­da geçen “Uygurların ataları Kao-kii’ler Çince yazarlar, fakat Hunca da yazar­lardı… Klâsikleri Hun dili ile okurlardı…” (İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, İstanbul 1988, s. 322) ifadeleri bunu desteklemektedir.

Hun yabgularının Çin sarayına mektuplar gönderdikleri de bilinmektedir. An­cak gönderilen bu mektupların hangi harflerle yazıldığı belli değildir. Daha son­raki devirlere ait eski Çin tarihleri Hunların yazıları olmadığını söyledikleri hâl­de, Çin imparatorlarıyla mektuplaştıklarını kaydetmişlerdir. Ancak Çinlilerin Hunların yazılarının olmadığı hakkındaki sözlerini şüphe ile karşılamak gerekir. Eski Çin tarihlerinde bu mektupların bazılarının tercümeleri yer almaktadır (bk. Atsız, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1943, s. 34-35).

Ayrıca son yıllarda Asya’da ya­pılan önemli keşiflerle Orhun yazısının milattan önceki çağlardan kalma bazı ör­nekleri ortaya konmuştur. Işık gölü civarında 1970’te açılan “Eşik kurganı“nda |= Altun elbiseli adam’in mezarı | ele geçen bir gümüş çanak içindeki Orhun alfa­besi ile yazılı iki satırlık kitabe, milattan önce V-IV. yüzyıllar olarak tarihlendirilmiştir. Tanrı Dağlarında Kurday mevkiinde milattan Önce II. yüzyıla ait Türk ya­zısı ile (5 harfli) başka bir kitabe daha bulunmuştur. Bütün bunlar Türklerin yazı­yı çok eski çağlardan beri kullandığını açık şekilde göstermektedir.

Bu eski Çin tarihlerinde yukarıda belirtildiği gibi özellikle, Hunlar devrinde­ki edebiyata dair bizleri aydınlatacak bazı şiir tercümeleri yer almaktadır. Bunlar­dan biri Hunların kaybettikleri bir savaş üzerine söylenmiş olan türküdür. Milat­tan önce 119 yılında Hunlar, Ordus’un şimalindeki topraklarını kaybederek bü­yük çölün şimaline çekilmişlerdir. Çin kaynakları bu bozgun dolayısıyla Hunların tercümesi aşağıda verilen türküyü türküler söyleyerek ağladıklarını yazmaktadır:

Yen-çi-şan dağını kaybettik
Kad
ınlarımızın güzelliğini elimizden aldılar
Si-lan-
şan yaylalarını kaybettik
Hayvanlar
ımızı çoğaltacak vesaiti elimizden aldılar

Bu manzumenin teknik olarak günümüze kadar gelen millî nazmımızın hü­viyetine uygunluk gösterdiği görülmektedir. Özellikle manzumenin dörtlükten ibaret olması, ikinci ve dördüncü mısraların birbirine çok benzemesi Türk naz­mının esas vasıflarındandır.

Daha sonraki devirlerde Çin sülâlesi tarihi olan Çin-şu’da M.S. 329 yılında Lo-yang’da meydana gelen bir olay nedeniyle 10 Çince işaretten oluşan Hunca bir beyit kaydedilmiştir. Türklerin çok eski zamanlarda şiir sanatına vakıf olduk­larını gösteren bu beyit şu şekildedir:

Su:g (i)ti tılıkang, I Bugukgı tuktang! Orduyu düzenleyip çıkın, Buguk’u tutun!

Ayrıca elimizde Çin kaynaklarında kayıtlı Hunlardan kalma bazı şarkılar da mevcuttur. Bunlardan biri vatan hasretini anlatan şu manzumedir:

Söğüt Dalını Koparıyorum.
Ata biniyorum kamçı kullanıyorum.
Dönüp bir söğüt dalı koparıyorıım.
Ayaklarımı sarkıtıp oturuyorum, uzun flütümü çalıyorum;

Seyahat edenler kederden ölüyorlar.
İçimde bir teessür duyuyorum, neşeleniyorum
Atınızın kamçısı olmak istiyorum.
Gelip kolunuza girmek istiyorum.
Ayaklarımı uzatıp, dizinizin dibinde oturmak istiyorum.

Meradaki atlar serbest bırakılmış.
Atlartıı iplerini bağlamayı unuttum.
Eğeri omzumda taşıyor, atımı takip ediyorum.
Bu atlara nasıl binmeli.
Uzaklardan Meng-chin deki sarı nehri görüyorum.

Söğütler kederden sallanıyorlar,
Ben esir bir ailenin çocuğuyum.
Hanların (Çinlilerin) türküsünü anlamıyorum.

Kuvvetli bir delikanlının süratli koşan atlara ihtiyacı var, Süratli koşan atların kuvvetli bir delikanlıya ihtiyacı var. Sararmış kırların altına giriyorum (ölüyorum). Ancak o zaman dişi ve erkek birbirinden ayrılırlar.

Akıcı ve renkli bir üslûba sahip olan şiirdeki his, kafiyesindeki mükemmelik ve dilinin sadeliği dikkat çekicidir. Bu dönemde yazılan ve ilk iki satırı atasözü şeklinde başlayan şu halk türküsü de tasvirdeki canlılık ve sözcüklerinin renkliliği ile ilginçtir:

Yalnız bir dal bir ağaç yapamaz Yalnız bir ağaç orman vücuda getiremez. Sizin süslü yeleğinizi düşünüyorum. Sizi hiç unutmuyorum.

Bu dönem şiirlerinde aşkın konu edildiği de görülmektedir:

Güneş batarken Yung-t’ai’ya çıkıyorum, Benim güzel sevgilim henüz gelmedi. Tül perdeli pencereyi nilüfer çiçekleri sarmış. Camlı kapının kanatları açılmış.

Çiçeklerin yanında eflâtun darçınlar, Dağılarak, yayılarak yeşil yosunları sarmış Ay, karanlığın çoğunu aydınlatmıyor. Sizi bekliyorum, yalnız ve uzaklardayım.

Nazım şekli olarak mükemmel görülen şiirin seçkin kelimelerle süslenmesi de dikkat çekmektedir. Hem keyfiyet hem de kemiyet olarak işlenen şiirin kuv­vetli his ve teşbihlerle süslenmiş bir aşk şiiri olduğu görülmektedir. (Bu dönemde yazılan diğer şiirler için bk. Muh’addere N. Özerdim (1943), “M.S. 4-5 inci Asırlarda Çin’in Şimalinde Hanedan Kuran Türklerin Şiirleri”, AÜDTCF Dergisi, c. II, nr. I, An­kara 1943, s. 89-98).

GÖKTÜRK ABİDELERİ

Tarihte ilk defa “Türk” adını devlet adı olarak kullanan ve Asya’da VI-VIII. yüzyıllarda hüküm süren Göktürkler devrinde, Türklerin kendine ait bir yazıla­rı olduğu bilinmektedir. Türklerde hem yazılı edebiyatın en eski belgesi hem de Altayların en eski edebiyat anıtı Göktürklerden kalma Eski Orhun Yaztf/an’dır. Bunlar Moğolistan’ın kuzeydoğusunda Orhun ırmağının eski mecrası ile Koşu Çaydam gölü civarında bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Vezir Tonyukuk’un ölümünden önce 720’de iki taş üzerine yazıp diktirdiği abidedir.

Tonyukuk taşın üzerine İlteriş ve Kapagan Han dönemlerinde vuku bulan olayları kendi hatıra­ları şeklinde oldukça düzgün bir halk diliyle yazdırtmıştır. Bugünkü bilgilere gö­re ilk Türk tarihçisi odur. İkinci abide ise, 731 tarihinde Dokuz Oğuzlarla yapı­lan savaşta ölen Bilge Kağan’ın küçük kardeşi Kül Tigin adına 732’de dikilmiş­tir. Bu abideyi ikinci Türk tarihçisi olarak kabul edilen Yolluğ Tigin yirmi gün­de yazmıştır. Moğolistan’da Koşu Çaydam gölü civarında bulunan yazıtta Çince kitabe de yer almaktadır. Üçüncü kitabe ise 734’te ölen Bilge Kağan adına dikilmiş olup Kül Tigin abidesine bir kilometre kadar mesafede bulunmaktadır Bu yazıt da Yolluğ Tigin tarafından yazılmıştır. Bu abideler içerisinde özellikle Kül Tigin abidesi hem tarih hem de edebiyat açısından oldukça önemlidir. Bu yazıtlar, “Süryani-Arami” alfabesine dayanan bir Run yazısı ile (Runik) yazılmıştır ve son derece özlü bir üslûpla, Türk hakanlarının kavimlerini Çin egemenliğinden kurtaran kahramanlıklarını tasvir eder.

Barthold, Göktürk alfabesinin Türk diline tam olarak uyduğunu belirttikten sonra “böyle bir mükemmel yazı şeklinin var olması, bu yazıtı yazanların bundan başka da birçok yazıt yaptığını göstermektedir” (“Kök-Türklerin Okuma Yazma Bil­meleri Sorunu“, Uluslar Arası Osmanlı Öncesi Türk Kültürü Kongresi Bildirileri 4-7 Ey­lül 1989 Ankara, Ankara, 1997, s. 297) diyerek o döneme ait metinlerin eldekilerle sınırlı olmadığını belirtmiştir. Nitekim bünyesinde konuşma düstûrları ile kelime birleşmelerinin çok çeşitli özeliklerini barındıran Orhun Abideleri‘ndeki dilin yeteri kadar işlenmiş bir dil olduğu da görülmektedir.

Bu dili okuyup yazanların sayısı çok yaygın olup geniş bir kitleye dağıldığı anlaşılmaktadır. Orhun Abide­lerinin dili sadece Göktürkler tarafından değil, bir kısım Türk halkları ile birlik­te Oğuz, Uygur, Kırgız, Kıpçaklar tarafından da ortak edebî bir dil olarak kulla­nılmıştır. Orhun yazıtlarından ilk defa İlhanlılar devri tarihçisi Cüveynî, Târîh-i Cihân-güşâ adlı eserinde bahsetmiştir. Yazıtlar keşfedildikten sonra bunları ilk defa Thomsen okumayı başarmış ve 1893 yılında yazıların anahtarını neşretmiş-tir. Yazıtları ilk defa Radloff Rusçaya tercüme ederek yayımlamıştır. Akabinde Thomsen Fransızca tercümesiyle birlikte I896’da neşretmiştir. Türkiye’de ise Orhun Abideleri’ni ilk olarak Necib Asım yayımlamıştır (Orhun Abideleri, İstanbul 1924). Yazıtlar daha sonra Hüseyin Namık Orkun (Eski Türk Yazıtları, Ankara 1986), Muharrem Ergin (Orhun Abideleri, İstanbul 1986) ve Talât Tekin (Orhon Ya­nları, Ankara 1988; Tunyukuk Yazıtı, nşr. Mehmet Ölmez, Ankara 1994) tarafından da neşredilmiştir.

UYGURLAR

VIII. yüzyıldan itibaren Türkler arasına “Budizm” ve “Maniheizm” gibi ya-cı dinler girmeye başladıktan sonra, bu yeni dinlerin tesiri altında Göktürk alfabesi yerine Uygur alfabesi kullanılmaya başlandı. Bu alfabe, Orhun alfabesin­in sonra bütün Türklerin ortak yazısı olma özelliği kazanmış ve bilhassa Doğu Türkistan’da yayılarak önce “Budist” dinî eserlerinin Türkçe tercümelerinde kullanılmıştır. Ayrıca İslâmiyetin kabulünden ve hatta Arap yazısının Türkler arasın-a yayılmasından sonra da yüzyıllarca kullanılarak ardından “Moğol” ve “Mançu” alfabelerinin doğmasını sağlamıştır.

IX, yüzyılın ortasında Doğu Türkistan‘a göç eden Uygurlar, burada eskiden kullandıkları yazı dili temelinde kendi edebî dillerini oluşturdular. Bu dil kısa za­manda gramer, kelime hazinesi, tür ve üslûp yönünden büyük bir gelişme göster­di. Eski Uygur yadigârlarının dili, “Orta Türkçe” dönemindeki lehçelerin meyda­na gelmesinde önemli bir rol oynamıştır.

İslâm öncesi Türk şiirinin bize kadar gelen en eski örnekleri sözlü halk şiiri ör­nekleri olup, -XI. yüzyılda ve daha sonra yazıya geçirilmiş ürünler hariç tutulursa-bu şiirler Doğu Türkistan’da Maniheist ve Budist Uygur kültür çevrelerinde oluş­turulan eserlerdir. Bunların en eskileri ise Maniheist kültür çevresinde oluşturulan­lardır. Zira Uygurlar Maniheizmi Doğu Türkistan’a gelip yerleşmeden çok önce, daha Moğolistan’da iken kabul etmişlerdi. Bundan dolayı Türkistan’da bulunan ve Maniheist Uygurlardan kalan el yazmalarının bir kısmı, büyük ihtimalle Moğolis­tan’da yazılmış, daha sonra göçle birlikte Türkistan’a getirilmiş eserlerdir.

Maniheist Uygurlardan kalma bu eserler, Mani ve Uygur alfabeleri ile yazıl­mıştır. Bu eserlerin ve eser parçalarının önemli bir kısmı Soğdcadan ve diğer İran dillerinden çevrilmiş dinî metinler, tövbe duaları ve hikâyelerden oluşmaktadır. Bunlar arasında önemli sayıda manzum dua ve ilâhilerle din dışı sayılabilecek bir aşk şiiri de bulunmaktadır. Manzum Maniheist dua ve ilâhiler Reşit Rahmeti Arat tarafından bir araya getirilerek yayımlanmıştır (Eski Türk Şiiri, Ankara 1991, s. 1-59). Bu şiirlere daha sonra P. Zieme. Berlin’de bulunan “Turfan Metinleri Kül­liyatı” içerisinde İranca metinler arasında yer alan ve üç dörtlüğü okunabilen Türkçe bir Mani şiirini eklemiştir (“Türkçe Bir Mani Şiiri”, TDAY-Bclleten 1968, An­kara 1989, s. 45-51).

Budist Uygurlardan kalan manzum eserlerin sayısı, Maniheist Uygurlara ait şiirlerin sayısına oranla oldukça fazladır. Arat’ın derleyip yayımladığı (Eski Türk Şiiri, Ankara 1991, s. 61-242) 25 manzum esere ait mısra sayısı toplam 1400’dür. Bunlara Arat‘tan sonra muhtelif araştırıcılar tarafından yayımlanan 15 manzume ile Zieme tarafından 60 parça daha ilave edilmiştir. Bu manzumelerin hepsi dinî­dir. Büyük bir kısmı Budizmi öğretme amacı ile yazıldığından şiirden ve edebî coşkunluktan uzak didaktik parçalardır. Çok az manzumede şiirselliğe ulaşılmış­tır. Bu manzumelerin bir kısmı ise tercümedir.

Uygur şiirlerinde manzume ölçüsü, genellikle “dörtlük” şeklindedir. Çok az örnekte “altılık” ve “sekizlik” manzume türlerine rastlanmaktadır. Hece vezniy-le yazılan şiirlerin kafiye sistemi “Altay aliterasyonu” adı verilen “baş kafiye” sistemidir. Mısra sonunda ise çoğu zaman redif bulunmaktadır.

Arat’ın derleyip yayınladığı eski Türk şiiri örnekleri (Eski Türk Şiiri, Ankara 1991) ile Kaşgarlı Mahmûd’un sözlüğünde yer alan Türk halk şiiri örnekleri (Ta­lât Tekin, XI. Yüzyıl Türk Şiiri Dîvânu Lugâti ‘t-Türk ‘teki Manzum Parçalar, Ankara 1989) karşılaştırıldığında, eski Türk nazmında iki ayrı gelenek bulunduğu görülmekte­dir. Bunlardan biri, Moğol şiirinde de görülen baş uyaklı veya dize başı uyaklı şiir geleneği, diğeri de Dîvânu Lugati’t-türk’teki halk şiirlerinde görülen ve günü­müze kadar gelen son uyaklı veya dize sonu uyaklı şiir geleneğidir.

Bazı araştır­macılar baş uyaklı şiir geleneğinin aslî ve daha eski olduğunu, son uyaklı şiir ge­leneğinin ise Türk nazmında Arap-Fars şiirinin etkisiyle daha sonra belirdiğini ileri sürmüşlerdir. Talât Tekin, en eski Türk nazmında dize sonlarında uyak bu­lunmadığı görüşüne katılmanın zor olduğunu belirttikten sonra, eski Türklerin di­ze başı ve dize içi ses benzerlikleri kadar dize sonu uyaktan, yani son uyaktan da yararlanmış olduklarından şüphe edilemeyeceğini söylemektedir.

Bütün bu açıklamalardan sonra rahatlıkla, Türklerin kendilerine ait millî ya­zısının olduğu, Türk edebiyatının İslâmiyetten çok önce, inkişaf ettiği, üst dil di­yebileceğimiz edebî bir dil oluşturularak onunla manzum ve mensur eserlerin ya­zıldığı ve çeşitli türlerin oluştuğu söylenebilir. Nitekim, A. Von Gabain‘in bir araş­tırmasında, en eski Türk dili örnekleri ile bugünkü “dialektler” arasında hayret edilecek derecede bir benzerliğin bulunduğuna işaret etmesi (Turgut Akpınar, Türk Tarihinde İslâmiyet, İstanbul 1994, s. 138) bu düşüncemizi desteklemektedir.

Not: Göktürk ve Uygur dönemiyle ilgili ayrıntılı bilgiler edinmek, Göktürk yazısını öğrenmek ve Orhun Abideleri üzerinde hazırlanmış kapsamlı bir çalışmayı incelemek isterseniz, “şu sayfadan” ayrıntılarına ulaşabileceğiniz “Göktürk Yazısı ve Orhun Türkçesi” adlı kitabı temin edebilirsiniz.