- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

İpek Yolunun Tarihi

ipek yolunun tarihiBüyük İpek Yolu’nun tarihi, Miladın ilk asrından, Eski ve Yeni Dünya arasındaki ticaretin denizler ve okyanuslar üzerinde hâkim olduğu Büyük Coğrafî Keşifler zamanına kadar 1500 yıldan fazla bir zamanı kaplamaktadır. Doğrudan kıtalar arası yol olarak Büyük İpek Yolu’nun bu terkibine uzun bir “erken yollar” dönemi takaddüm ediyordu; bunlar, daha çok, nadir minerallerin (obsidyen, nefrit v.s.) bölgeden bölgeye, bir kabileden veya halktan diğerine verildiği bir nevi dolaylı münasebetler “istikameti” idi.

Aşağıda İpek Yolu’nun tarihi hakkında ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır. Bu yazıda anlatılanların özeti niteliğindeki kısa yazımızı okumak için “buraya” dokunabilirsiniz.

Erken yollar”a, sınırlı sayıda ülkeleri birleştiren mahallî (global olmayan) yollarıda (mesela, Ahemenid Devleti’ndeki “Kral Yolu”, Mısır’dan Kızıl Deniz, İran Körfezi, Hindistan ve Seylan’a giden “Baharat Yolu”, Çin’den Doğu Türkistan ve Orta Asya’ya giden “Batı Yolu” böyle yollardır) eklemek mümkündür.

Eski Dünya’nın pratik olarak bütün (veya hemen hemen bütün) öncü ülkelerini ihata eden yollar sistemi ise, M.S.I. yy.da, Eski Çağ’ın güçlü imparatorluklarının kuvartet’i oluştuğunda ancak “Eski Dünya’nın imparatorluk devri” (bu zamanı tanınmış Sovyet Orta Asya araştırıcısı S.P. Tolstov bu şekilde isimlendiriyor) içerisine girebilirdi (girdi de).

Bu imparatorluklar: Akdeniz ve Avrupa’da, Britanya adalarına kadar Roma; Yakın ve Orta Doğu’da İran; Orta Asya’nın güneyinde, Afganistan’da, Hind-Pakistan yarımadasının kuzeyinde Kuşan Devleti; Uzak-Doğu’da ise Han İmparatorluğu olup bunlar, birbirleriyle sıkı, zaman zaman da karmaşık karşılıklı siyasî, ticarî ve kültürel ilişkilere girdiler. Zaten bildiğimiz gibi, M.S. I-IV. yy.daki bu devirde Büyük İpek Yolu, bütün dört eski imparatorluğu birleştirmiş ve Büyük Okyanus kıyılarından İspanya’daki Roma topraklarına kadar muhtelif ülke ve kültürlerin insanlarına, kendi aralarında doğrudan (“canlı”) münasebetlere girme imkânı vermiştir.

Daha önce söylediğimiz Kan Ying’in Fırat’a ulaşması ve Kırım’ın Çin dilini ve hiyeroglif yazısını bilen bir kişi tarafından ziyaret edilmesi hususuna benzer münasebetler türünden daha birçok delil eklemek de mümkündür: İspanya’da bulunduğu esnada İmparator Augustus’a “Hintlilerin ve İskitlerin elçilerinin”, “İskitlerin ve Sarmatlar’ın”, ayrıca “Hintlilerin, İskitlerin, Baktriyalıların” gelmesi; tahminen M.S. 50 ve 55 yılları arasında, Seylan’a arasıra uğrayan Romalılar ve Roma’ya giden Seylan elçilik heyetleri; M.S. 100 dolaylarında Romalıların Hindî Çin ülkesine girişleri; 166 ve 226 yıllarında Çin’deki hayalî Roma elçilik heyetleri ve, 248 yılında bu ülkede bulunan gerçek bir Roma diplomatik heyeti; ve, Güneydoğu Hindistan’ın Malabar sahilinde Arikamedu’da Roma mamullerinin bulunduğunun arkeologlar tarafından teyidi.

Mısır’daki Memfis’de ve Kızıl Deniz’deki Beyaz Liman’daki Hint toplulukları, ayrıca, İskenderiye’de Eski Dünya’nın muhtelif ülkelerinden gelenlerin bulunduğu hakkındaki haberleri de ekleyelim. Bu son hadiseye, daha önce zikredilen tanınmış orator Dionus Chrisostomos’un, M.S. aşağı yukarı 71-75 yıllarında İskenderiyelilere hitaben ve onun tarafından ifade edilen konuşmalar da şehadet etmektedir:

İşte, etrafta oturan Hellenleri, İtalyalıları, yalnızca burnumuzun dibindeki Suriye, Lidya ve Kilikya’dan insanları değil, hatta uzak yerlerden gelmiş Etyopyalıları, Arapları; ayrıca Baktriyalıları, İskitleri, Persleri ve burada her defasında sizlerle birlikte bulunan birçok Hintliyi görüyorum.” Chrisostomos’un başka bir konuşmasından, o zaman İskenderiye’nin milletler arası ticaretin merkezi olduğu anlaşılıyor; sadece mallarını değiş-tokuş yapmak için değil, birbirleriyle tanışmak için de tüccarlar orada toplanıyorlardı.



Büyük İpek Yolu’nun Kuşanlar devrinde (M.S.I-IV. yy.) mahallî münasebetler niteliğindeki çok sayıda daha erken yollarla hazırlanmış olan yapısı, böylece milletler arası beşeriyet münasebetlerinin inkişafında keyfiyet bakımından yeni bir devir oluşturmuştur.

Tarihteki bu biricik büyük yolun işletilmeye başlamasının bir sonraki dönemi V-VIII. yy. erken (İslâm öncesi) Orta Çağ’a tekabül etmektedir; bu dönemde eski dünya imparatorluklarının iflası ve “barbar kavimlerin” mutad veçhile ortak istilalarından sonra Avrasya’da (I-IV. yy.lardakinden) önemli ölçüde farklı bir jeopolitik durum hasıl olmuştur.

Asya kıtasının batısında ve Doğu Akdeniz’de Bizans ile Sasani İmparatorluğu, daha önceki Roma İmparatorluğu ile Parth ve Erken-Sasani dönemi İranı gibi, siyasî hakimiyet ve eski dünya ticaretinin yolları üzerinde bulunmanın ekonomik menfaatleri uğruna mücadeleye giriştiler.

Çin’de ise, Sonraki Han İmparatorluğu’nun M.S. 221 yılında yıkılmasından sonra Sui ve T’ang Hanedanlarının işbaşına geçmesine kadar, dış “Batı” ülkeleriyle ticaret rehberliğini canlandırmağa muktedir yeterince kuvvetli siyasî bir hakimiyet yoktu. Orta Asya’daki durum ise (I-IV. yy. dakine nisbetle) daha da değişti; burada siyasî arenaya IV. yy. sonunda Kionitler, V.-VI. yy. başında Eftalitler, VI. yy.ın ikinci yarısı-VII. yy. başında Türkler gibi fatihlerin devletleri çıkıp iniyorlardı; bunlardan başka yine Sasanilerin, Çinlilerin ve Arapların orduları ortaya çıkıyordu (maalesef, erken Orta Çağ döneminde Orta Asya bölgeleri topraklarına, bu topraklarda oturan insanlar adına bir şeyler koparmağa çalışarak saldırıda bulunan insanların listesi bununla da bitmiyor).

Mamafih bu inanılmaz gibi görünse de, erken Orta Çağ dönemi, tıpkı Orta Asya İki ırmak arasının orta bölgesi Soğd’un en geniş kültürel münasebetler dönemi gibi, kültür, sanat ve ticaretin inkişaf ettiği bir dönem idi. Orta Asya’nın tam göbeğinde bulunan Soğd, “barbar” kavimler ile Sasani Devleti ve Çin’in istilalarına, Orta Asya’nın, mesela kuzeyde Harezm veya güneydoğuda Baktriya-Toharistan gibi kenar bölgelerinden daha az maruz kalıyorlardı. Bu elverişli durumun dikkate alınmasıyla bile, o zaman kudretli merkeziyetçi bir devlete sahip olmayan, sadece az-çok müstakil hakimiyetler konfederasyonlarından ibaret olan Soğd’un, birbirleriyle mücadele eden çok sayıda devletler arasında mahirane bir manevra yaparak, bütün Orta Asya’ya olduğu gibi kendi üzerine yağan darbelerden nisbeten hızlı bir şekilde toparlanması ve kendi iktisadî gücünü inadına takviye etmesine ancak hayret edilebilir.

Oluşan durumdan faydalanan Orta Asya iki ırmak arasının erken Ortaçağ idarecileri, hepsinden önce de Soğdlar, Orta Asya’nın IV-IX. yy. “Soğd medeniyeti”ni meydana getirmişlerdir; bu durum, eski dünya ticaret yollarında nadiren ortaya çıkan bir şeydi. Bunun meydana gelmesine, o zaman Soğd’da üretildiği de zaten bilinen ipekle birlikte Soğdlu tüccarların milletlerarası ticarete aktif iştirak konusundaki destekleri ve bir de Soğd cemiyetinin güçlü kültürel potansiyeli yardımcı oluyorlardı. Her ikisine de vaktiyle akademik V.V. Bartol’d zaten işaret etmişti; Bartold, Soğdluları “Kervan yollarının Fenikelileri” olarak isimlendirmiş, onların faaliyetlerinin de “deniz ticaret yolları boyunca Fenikelilerin kültürel faaliyetlerinden biraz geride olduğuna” işaret etmişti.

Daha 1896 yılında Bartol’d haklı olarak, Orta Asya’nın İslâm öncesi hükümdarlarının, Asya despotlarındansa eski Grek basileuslarını daha çok andırdıklarını kaydetmişti. Bilime dayalı Türkistan araştırmalarının şöhretli kurucusu (Bartol’d), bu ifadeyle Orta Asya hükümdarlarının, Ahemenidler vs. gibi eski Asya despotlarından ayrıldıklarını kastediyordu. İtiraf etmek gerekir ki akademik V.V. Bartol’d ve onun, insan cemiyetinin tarihine gelişim safhalarının değişmesi teorisi nokta-i nazarından yaklaşma taraftarı olan takipçilerine metodik bakımdan her türlü öldürücü kabahatler isnad edilse bile, onun konuşması, “anti-Marksist” ve “Anti-Sovyet” görüşlerin bir propagandası değil, ilmen açıkça gözüken bir gerçeğin sadece bir tesbiti idi.

Soğdlulara gelince, daha M.S.IV. yy.da onlar, Büyük Çin Seddi’nin arkasında, Tun-huang’da (Soğdca: Druan) bir üs edinmişler, VI-VII. yy.dan itibaren ise Soğdlu tüccarların ticarî ürünleri ve yerleşim yerleri, zanaatkârların ve tarımla uğraşan kişilerin malları Orta Asya’nın kuzey-doğu bölgelerine, Doğu Türkistan, Güney Sibirya, Moğolistan, Kuzey Çin’e; Batıda ise Kırım’a kadar yayılmışlardı; Kırım’da Soğdların bulunduğu, Sudak şehrinin isminde delilini bulmaktadır (bunun “Sugdak” ve “Soldeia” şeklindeki önceki isimleri, lengüistlerin fikrine göre, Soğd dilinin iki dialektinde “Soğdlu” anlamına geliyordu).

Soğdluların dili, Merv’den Moğolistan’a, Harezm’den Kuzey Hindistan’a kadar en geniş alanlarda milletlerarası görüşme dili kabul edilmiştir. Merv’de, mesela, bulunan kitabeler arasında, kapkacak kırığı üzerinde bir ders notu bulunmuştur; İslâm müelliflerinin haberlerinden, orada “Soğd” ismi verilen küçük bir pazar olduğu biliniyor.

1956 yılında ise Orta Moğolistan’da Bugut’ta bulunan, ilk başta Uygurca olduğu zannedilen kitabenin, 581 ve 587 yılları arasında Soğdca olarak yazılmış ve Türk Mahan Tegin’in mezar abidesi olduğu anlaşılmıştır. Bu buluntu, VI. yy.ın ikinci yarısında Birinci Türk Kağanlığı’nda Soğdcanın resmî dil olarak kullanıldığını tahmin etmemize temel teşkil etmiştir. Yine Moğolistan’da Gobi Çölü’nün ta güneyinde iki dilde, eski Türk runik işaretleriyle ve dikine Soğd yazısıyla yazılmış, 762 yılında hüküm süren Uygur hükümdarı Bögü Kağan’ın bir abidesi keşfedildi.

Daha 1889 yılında Moğolistan’da Orhon ırmağı kıyısındaki Uygur Kağanlığı başkentinin harabelerinde keşfedilen meşhur Karabalgasun kitabesi bilhassa dikkate şayandır. Bu muazzam abidede 808-821 yıllarında hüküm süren Uygur kağanı Alp Bilge’nin zikredildiği metin, Uygurcanın yanısıra Çin ve Soğd dilleriyle de yazılmıştır.

Üstelik, eğer Çince kitabe, Uygurların güney komşusunun korkunç gücü sebebiyle istemeye istemeye, bir saygı olsun diye yazılmış olsa bile, Soğdca kitabeyi, yalnızca askerî bakımdan zayıf değil, Karabalgasun kitabesinin dikildiği zamanda siyasî bağımsızlığını kaybetmiş ve Arap Halifeliği terkibine girmiş olan bir Orta Asya kavminin kültür bakımından arzettiği önemin gönüllü bir alâmeti olmasından başka bir şekilde açıklamak mümkün değildir; öyle ki o zaman Soğdluların önemli bir kısmı Soğdluların asıl ülkesinin sınırları dışında bir Soğd diasporası olarak yaşıyordu.

Tam VII-IX. yy.larda siyasî hakimiyetin sık sık Türklerin eline geçtiği zamanlarda manevî kültür ve ticarette ise hakim rolü Soğdlular oynuyorlardı. Avrasya’nın o zamanki ahalisinin hayatının birçok yönüne yansımış olan Türk-Soğd simbioz’u (ortakyaşama) bu şekilde teşekkül etmişti.

Erken Orta Çağ’a ait Çince kaynaklarda (E.Şefer’in kitabıyla krş.) sürekli çok sayıda Soğdlulardan bahsedilir; bunlar, hepsinin faaaliyeti de bugünkü Çin sahasında cereyan eden: Budizm, Maniheizm ve Nesturiliği vaaz edenler, başarılı olan siyasî maceraperestler (mesela, başdöndürücü bir askerî ve saray mevkii kazanan, sonunda “büyük bir karışıklık” çıkararak Çin’in her iki başkentini de tahrip eden, tahtı ele geçirmesine ramak kalan An Lu-shan/Soğdca Rokşan’ın tarihine bk.), tüccarlar, zanaatkârlar, ressamlar, musikişinaslar ve dansçılardır.

Soğdluların tesiri, Sasani İranı’nın karşı konulmaz bir engel olarak durduğu gözüken yolları üzerinde Uzak Batı’da da kaydedilmiştir. Sasani şahları güçlerinin yettiği kadar, zaten daha önce iktibas edilen Bizanslı müellif Menandros’un, VI. yy.ın 60’lı yılları hadiseleri hakkındaki haberlerinden açıkça görüldüğü şekilde, Soğdların ticarî (ve belki de diğer) faaliyetlerine engel oluyorlardı. Bu yıllarda Soğdlular, İran ile düzenli ticarî münasebetler kurmak için iki kez teşebbüse geçtiler.

Türk-Soğdlulardan oluşan, “Maniah” (galip ihtimalle bu, yüksek, belki de piskopos mertebesinde bir Mani keşişi idi) adındaki Soğdlu’nun başkanlığındaki daha ilk elçilik heyeti (daha doğrusu ticaret heyeti), Sasani sarayında son derece kötü bir şekilde karşılandı: Soğdlu tüccarlar tarafından getirilen ipekler satın alındı, ama daha sonra onları elçilerin gözleri önünde göstere göstere yaktılar. Sonunda tabiatiyle, memleketlerine geri götürecek hiçbir şey kalmadı. İkinci teşebbüs daha da üzüntü verici bir şekilde sonuçlandı: Tüccarlar İran şahının emriyle zehirlendiler. İran, Akdeniz ipek ticareti hususundaki tekeli hiç kimseyle paylaşmak istemiyordu. İran’da başarısızlığa uğrayan Soğdlular, o zamanın dünyasındaki engeli aşarak, talihlerini Bizans’da denemeğe karar verdiler.

Menandros’un kaydettiğine göre, “Soğdluların başkanı Maniah” (Bizans tarihçisi, Soğdluların unvanlarını her zaman teferruatıyla bilemezdi), Türk kağanını, “Romalılar (Bizanslılar) ile temas kurmak, onların dostluğunu elde etmeğe çalışmak ve onlarla ipek ticareti yapmanın Türklere muazzam kâr sağlayacağına” ikna etti; “çünkü Romalılar, diğer insanlardan daha çok ipek kullanıyor; bizzat kendisi, Romalılarla Türklerin benzer bir mutabakata vararak dost olmalarını sağlamak için Türk elçilik heyetiyle birlikte yollanmaya seve seve hazırdı.” Kağan, daha 562 yılında, İmparator Iustinianus’a “Türklerin Batıdaki topraklarından birinin idarecisi” olan Askel başkanlığında bir heyet yollamıştı. O zaman, öyle görünüyor ki askerî-siyasî bir ittifaktan bahsediliyordu; şimdi ticaret konuşmanın vakti gelmişti.

Sonraki Sayfa »|

İpek Yolu sayfasına dön! «|