- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

İpek Yolunun Tarihçesi

ipek yolunun tarihiKağan, “bizzat Maniah’ı ve daha birkaç kişiyi, en iyi dileklerle ve kıymetli ipekten oluşan hediyelerle birlikte bir de mektup vermek zorunda oldukları Roma (Bizans) imparatoruna yolladı. Maniah mektubu aldı ve yola koyuldu. Uzun bir yol katetti, birçok ülkeden geçti… ve nihayet Bizans’a ulaştı, orada Saray’a buyur edildi…”. Maniah’ın, Iustinianus’un halefi Iustinus ile görüşmeleri başarılı geçti ve “böylece Türk halkı Romalılarla dost oldu.”

Aşağıda İpek Yolu’nun tarihi hakkında ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır. Bu yazıda anlatılanların özeti niteliğindeki kısa yazımızı okumak için “buraya” dokunabilirsiniz.

Sıra kendisine geldiğinde Iustinus, Kağan’a “doğu şehirlerinin strategos’u” olan Kilikyalı Zimarkhos başkanlığında bir heyet yolladı. “Zimarkhos ve yol arkadaşları birçok uzun günler devam eden yolculuktan sonra Soğdluların ülkesine vardılar. Atlardan inerek, oraya gelmiş olan ve ellerindeki demiri satmayı teklif eden Türkleri gördüler…”. Elçilik heyeti daha sonra daha da ileriye, Kağan’ın Altın tepe-Ektepe’deki (Altay) karargâhına yollandılar. Zimarkhos saygıyla karşılandı, hatta kendisine, 20 kişilik yoldaşlarıyla birlikte “Perslere karşı askerî seferde” Kağan’a refakat etmesi teklif edildi; o zaman “Roma elçilik heyetinin” geri kalan “üyelerinin (Harezm’deki) Kholiatların ülkesinde Zimarkhos’un dönmesini beklemeleri gerekiyordu.”

Kağan, seferden önce elçilik üyelerine armağanlar takdim etti; Zimarkhos’a ise “Kırgızlardan esir alınan bir kadını da hediye etti.” Kağan’ın karargâhında tekrar yapılan buluşmanın sonunda Zimarkhos yenice, “Romalılara temayül” teminatını ve Vatana dönmek için izin aldı. Maniah artık ölmüş olduğu için, elçi Tagma başkanlığındaki mütekabil Türk elçilik heyeti onunla birlikte Konstantinopolis’e yollandı. Menandros’un sözlerine göre, Türklere komşu olan kavimlere, Romalı elçilerin geldikleri ve onların Türk elçileriyle birlikte geri dönecekleri haberleri ulaştığında birçok idareci, Kağan’ın, “Roma İmparatorluğu’nu gezip görmek için kendi elçilerini onlarla birlikte yollamağa” izin vermesini rica ettiler. Rica edenler, Kağan’ın, elçilerle gitmek isteyen herkesin isteklerini karşılayamayacağı kadar çoktu. Sonuçta, Zimarkh ile birlikte Türk (daha muhtemel olarak Türk-Soğd) elçilik heyetinden başka sadece Harezm elçileri yollandı.



Zimarkhos, daha önce Doğuya gittiği tahminen aynı yoldan şimdi Batıya gidiyordu. Bu arada, önceden Kofen (Kuban) ırmağı, daha sonra ise Rioni ırmağı üzerinde, elçileri ele geçirmek için toplanmış olan İran pusularından kurtulmak için iki kere ihtiyat tedbirleri almak zorunda kaldı. Persleri yanılgıya düşürmek için Zimarkhos, bizzat kendisinin kullanmadığı yoldan, “ipek yüklü 10 atı” yola çıkardı. Apsalia’dan (Abhazya) geçerek Zimarkhos, Fasis’e (Rioni), daha sonra da Trabzon’a vardı. Türk ve Harezm elçilik heyetleri muhtemelen onunla birlikte yolculuk yapıyorlardı.

Bizanslıların, Türk, Soğd, Harezm ve muhtemelen, Büyük İpek Yolu’nun “bozkır güzergâhı” boyunda yaşayan veya göçebelik eden diğer halklar ve kavimlerle yaptıkları bu doğrudan münasebetlerin sonucu, Konstantinopolis’te bilhassa bir “Türk kolonisi”nin doğması oldu. Zimarkhos’un geri dönmesinden sonra (571), 581 yılında Valentinos başkanlığındaki heyete kadar Türk Kağanlığı’na defalarca Bizans elçilik heyetlerinin yollandığı hakkında haberler de vardır. Çin’den (veya en azından Doğu Türkistan’dan) Bizans’a bu ve bunlara benzer daha da uzaklardan gelen münasebetlerin açık maddî delili, Kafkas Sıradağları’ndaki geçitler yanında bulunan mezarlardaki daha önce bahsettiğimiz son derece kıymetli buluntular; ayrıca Batı Avrupa kilise hazinelerin de ortaya çıkan ve üzerlerinde, malın cinsinin ifade edildiği Soğdca kitabelerin de muhafaza edildiği Soğdlara aid ipek mallardır.

Soğd tesirlerinin doğu sınırları, Kore ve Japonya’da Soğd işi buluntularla tesbit edildi; ama, IX. yy.ın ikinci yarısında Büyük Moravya’da meydana getirilen “Konstantinos’un Maişeti” isimli eser, Soğdların hatırasının Orta Avrupa’da da yaşadığından bahsetmemizi mümkün kılıyor. Kendi devrinin bu enteresan eserinde, yazı sanatına hakim ve “herkesin kendi dilinde” Tanrı’ya övgülerde bulunan kavimler arasında, başkalarının yanı sıra Soğdların ismi de zikredilmektedir. Bozkır Yolu boyunca Avrasya’nın geniş münasebetlerinden bahsederken, bunun asıl anayolundan ayrılanların, mesela, Harezm ve Soğd’dan zengin buğday bölgesi Ural-Çevresi ve Ural-Ötesi’ne, Orta-ve Yukarı İdil-Boyu’na, Ukrayna’ya ve buradan geçerek daha da Batıya giden kolların bulunduğunu da gözönünde tutmak gerekir.

Birçok bilgin, M.S. IV. yy.’ı, Büyük İpek Yolu’nun su (güney) güzergâhının, buraya çıkmadığı zaman şeklinde kabul ederlerse de Hint Okyanusu ticareti erken Ortaçağ’da hiç bir şekilde sönmedi. Gerçekten, V-VI. yy.da bu yoldaki İskenderiyeli satıcıları, Axum’dan gelen tüccarlar, Araplar ve Persler sıkıştırmışlardı. Maamafih Okyanus sularında seyahat bu devirde de devam etti. VI. yy.da Hint Okyanusu ülkelerine bir seyahat yapmış, ama ömrünün sonlarına doğru Sina yarımadası manastırlarından birine keşiş olarak giden, Mısırlı tüccar, galip ihtimalle de İskenderiyeli olan meşhur Cosmas Indicopleustes’in parlak simasını hatırlayalım. “Frankların Kilise Tarihi” isimli eserin yazarı Tour’lu Grigorius (539-593)’un, Havari Thomas’ın (St.Thomas) Hindistan’daki mezarının onun tarafından ziyaret edildiğinden bahsettiği Theodor isimli biri, galiba yine aynı yolu kullanıyordu.

Bu yolun kullanımı ve tasviriyle ilgili açık düşünce, Cosmas’ın Taproban (Seylan) adası hakkındaki haberlerinden görülüyor: “Ada gerçekten ortada bulunduğu için, Hindistan, Persida ve Etyopya’nın her bölgesinden gelen gemiler tarafından sık sık ziyaret edilir ve çok sayıdaki kendi gemileri aynı şekilde yine buradan gider…” İstemeye istemeye ilave etmek istiyorum: “Eski yol, kendisi Okyanus ticaretine çıkmadan hiçbir şeydi!”

Bu devirde nisbeten muntazam bir şekilde kıtalararası merkezî kara yolu da işlemektedir. Bu yol boyunca Sasani İranı zenginleşerek, onu gayet sıkı bir şekilde kontrol altında tutmuştu. Aynı Cosmas Indicopleustes şöyle diyordu: “Tsinista’dan Persida’ya karayoluyla seyahat eden kişiye yol oldukça az gelir. Bu sebeple Persida’da her zaman büyük mikdarda ham ipek bulunur.” VI. yy.ın ikinci yarısında yazan Procopios Caesaria’nın ifadelerine göre, İmparator Iustinianus’un, ipek böceği kurtları, onların dut ağacının yapraklarıyla beslenmesi ve ham ipek üretiminin diğer detaylarını öğrenen iki Hıristiyan keşiş, bozkır yolunu değilde bu yolu kullanmışlardı.

Bu yazara göre, keşişler, “birçok Hintli kabilenin daha kuzeyinde bulunan Serinda denilen ülkede uzun yıllar” geçirmişlerdi; “Romalıların, ne kendi düşmanları Perslerin elinden, ne de her hangi bir başka halktan” bir daha ipek satın almak mecburiyetinde kalmamaları için “Romalıların (yani Bizanslıların) ülkesinde ipek üretmenin nasıl mümkün olacağını orada adamakıllı öğrenmişlerdi.” Bu iki keşişten, ipek elde etmenin sırrını öğrenmiş olan Iustinianus, “kendilerine büyük iyilikler vermeyi vaad ederek, vazife olarak kendi hikayelerini teyid etmeye onları ikna etti. Onlar tekrar Serinda’ya yollandılar ve ipek böceği yumurtacıklarını (yani ipek böceği tohumu) Bizans’a getirdiler.”

Serinda ismine o zamanın Grek literatüründe bir kezden fazla rastlanmıyor; bu yüzden bu ülkenin bulunduğu yer hakkında farklı görüşler ileri sürülüyordu: Bazı âlimler bunu hassaten Çin’e, diğerleri ise Doğu Türkistan’a, Kuzey Hindistan’a, Hindî Çin’e, Soğd’a vb. yerleştiriyorlardı. IX. yy. Bizanslı patrik Photius’un haberine göre, galip ihtimalle, aynı hadiseyi yazmış olan kişi (ama iki kişi değil) bir Pers idi; o,“ipek böcekleri yumurtalarını” içi oyulmuş bir baston içerisinde gizleyerek Bizans’a ulaştırdı.

Bazı araştırıcılar, Serinda’dan tohumları aşıranların her şeyden önce, İran içerisinden geçen kıtalar arası merkezî ana güzergâhı kullandıklarını zannediyorlardı. Sonuç olarak bu, henüz ispatlanmış değil. Ama Sasani İran’ından Çin’e gitmiş olan 515, 555, 567 ve 638 yıllarındaki heyetler muhtemelen bu yolu gerçekten kullanıyorlardı; 636 yılında ise, “Büyük Ts’in (Suriye?) ülkesinden Olopen adında yüksek erdemli bir kişi”, buraya (Çin’e) “mukaddes elyazmaları getirdi” ve T’ang İmparatoru T’ai-tsung tarafından eşine az rastlanır bir şevkle karşılandı.

İranlı bir Hristiyan papaz, Mariéd Buzid, Belh’ten gelen Hıristiyan bir papazın oğlu, 781 tarihli meşhur Nesturi kitabesini iki dilde, Süryanice ve Çince olarak yazmış olan yazar, bu yolla Sin’an şehrine ulaşmışlardı. İmparator Büyük Karl ile Harun er-Reşid arasındaki 797-807 yıllarındaki meşhur elçiler teatisini de bu devrin sonuna götürmek mümkündür.

“Soğd medeniyeti”ne geri dönerek, tekrar hatırlayalım ki Zerafşan’da (Semerkand ile Buhara arasında) bir Çin

kaynağı tarafından tasvir edilen Kuşaniye şehrindeki binayı onun bir işareti saymak mümkündür. Onun içinde duvarlarda boya ile Roma, İran, Orta Asya (Doğu Türkistan), Çin ve Hindistan hükümdarları resmedilmiştir. Akademik V.V. Bartol’d’un sözlerine göre, tek bir bina içerisinde benzer tasvirlerin biraraya getirildiği böyle bir şehir, o devirde, muhtemelen, Soğd’un dışında diğer herhangi bir ülkede hiç yoktu. Soğd ve genellikle Orta Asya İki-Irmak-arası sahasındaki arkeolojik araştırmalar (bilhassa Pencikent’te, Buhara Havzası’nda, Harezm’de, Tacikistan’ın, Özbekistan’ın güneyinde, Kuzey Kırgızistan’da ve diğer yerlerdeki kazılar), gerek onun ana ülkesinde, gerekse Soğdların yerleşme bölgesinde (diaspora’da) Soğd cemiyetinin zenginliği ve geniş ufku teyid edilmiştir.

Önceki Sayfa «| Sonraki Sayfa »|

İpek Yolu sayfasına dön! «|