- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Hilmi Ziya Ülken

hilmi ziya ülkenÖmrünün 60 senesini bilime, felsefeye, tefekküre ve sanata veren Hilmi Ziya Ülken, genç yaşta (18 yaşında) Anadoluculuk akımını başlatan kimsedir. 1919’da birkaç arkadaşıyla “Anadolu” mecmuasını taşbasma olarak el yazısıyla 12 sayı çıkarıyor. Yine 1919’da “Anadolu’nun Vazifeleri” adlı bir kitap yazıyor. Bu kitap basılmamış, ama üniversite öğrencileri arasında büyük rağbet görmüştür. Bu dergide Anadolu kültürünü araştıran yazılar hazırlatıyor ve kendisi de araştırıyor ve yazıyor. O, milliyet anlayışında kültürcü Anadoluculuğu savunuyor; Anadolu’yu doğacak kültürün kaynağı ve hedefi olarak görüyor. Bu maksatla 1923’te “Anadolu” dergisini (12 sayı) bir şirket kurarak çıkarıyor. Millî destanları milletin örfüne göre inceliyor.

Hilmi Ziya Ülken, “Anadolu örfünün pınarı Orta Asya Türkmenlerindedir. Oğuz Destanı, Türkmenlerin ilk efsanesidir. Şu kadar ki Oğuz, Anadolu’ya Müslümanlaşarak geldi. Hz. Ali Cengleri, Battalgazi, Şah İsmail destanları oldu” diye düşünüyor. O, daha sonra 1933’te yazdığı “insanî vatanperverlik” adlı eserinde Fichte’nin hümanist ve milliyetçi cephelerini birleştirirken “Vakıa ile mefkûre arasındaki terkip (sentez) fikrini” geliştirir. Böylelikle vakıa olarak yaşanan Anadolu’nun bugünkü kültürü ile bunun Orta Asya’ya uzanan tarihi kaynaklarına indi. 1932’de “Türk Tefekkür Tarihi”ni yazdı. Burada Türk düşüncesini, İslâm öncesinden bu yana nasıl araştırılacağının metodunu da getirdi. Örnekler verdi. Türk düşünce alanlarını tespit etti, kategorilere ayırdı. “Türk Mistikleri Antolojisi” ve “Türk Filozofları Antolojisi”ni yayımladı.

Bu dönemde “Aşk Ahlâkı”nı yayımladı. Bu kitapta tabiatçılığa kayan bir ahlâkı savundu. Fakat yine de ruhu maddenin çocuğu saymadı. Hatta “hakikat ruhta, ruh her yerdedir” dedi. Ruhu, maddeye indirgeyenlere “Hangi kalbi kararmış Karun teşkilât yapmıştır? Ruh şevk demektir; bir şeyi istemek, bir şey arkasından koşmak demektir. Ruh maddeyi istemektedir. Maddeyi isteyen ruh, onun evlâdı değildir. Maddeye değer veren ruhun ona olan aşkıdır” dedi. Hilmi Ziya Ülken, uzun süre sosyoloji dersleri vermiş, bölüm başkanlığı yapmış, sosyoloji derneğini kurmuş, sosyoloji dergisini çıkarmıştır. Fakat esas meşgul olduğu saha felsefedir. 1936’da yazdığı “20. Asır Filozofları” adlı eserin önsözünde tarihî materyalizmden başka çıkar yol görmediğini söyler. 1951’de “Tarihî Maddeciliğe Reddiye”yi yazar. Fakat bu dönemde ideolojiye bulaşmaz.



Hilmi Ziya Ülken, devamlı okuyan, düşünen ve kendisini yenileyen bir düşünürdür. O, “İlim Felsefesi”, “Eğitim Felsefesi”, “İslâm Felsefesi”, “İslâm Düşüncesi”, “Felsefeye Giriş I-II” gibi kitaplar yazmakla beraber onun kafasını yoran esas problem varlık problemidir. Bundan dolayı en önemli eseri de “Varlık ve Oluş, Ank. 1968” adlı eseridir. Hilmi Ziya Ülken, toplumun sözleşmeden doğduğu fikrine karşı çıkar, ona göre, sözleşme cemiyetin bir eseridir. Sosyal yapımın temeli, “Yapı olayları” değildir ve ekonomiye dayanmaz. O, fert ve toplumu birbirine zıt varlıklar olarak kabul etmez. Zaten sosyal ilişkiler, zümre ile tabiat arasındaki karşılıklı tesirler zincirinden ibarettir; bu bakımdan kendi başına bir sosyal olay değil, herhangi bir olayın (fizikî, ruhî) karşılıklı etkiler silsilesi içinde aldığı anlam söz konusudur: Yemek yemek, hayati bir olaydır. Fakat filan tarzda yemek, sosyal bünye içinde onun kazandığı manadır. Dolayısıyla fert ve sosyal diye bir zıtlık yoktur.

Hilmi Ziya Ülken’in en önemli fikri, varlıkları Eflatun’dan aldığı “İdea” fikriyle izah etmesidir: Âlemde varlıklar, tabakalar halindedir. Onda suje-obje zıtlığı vardır. Bu zıtlığı âlem vasıtasıyla aşamayız. Çünkü, sujenin ve objenin bütün evreni kuşatıcı özelliği olması gerekir. Halbuki sujede ve objede böyle bir özellik yoktur. Öyleyse obje ve sujeyi kuşatan aşkın bir İdea ile bu zıtlık aşılabilir. Aşkın İdea suje ve objeyi, bilme ve düşünmeyi aşar. Onunla ancak inanma gücü ile temasa geçebiliriz.

Hilmi Ziya Ülken, insanı da varlık olarak bir yere yerleştirir: İnsanın, âlemde varlık olarak bulunması, onun tabiattan ve aşkın varlıktan ayrılmayacağını gösterir. İnsanın varlığı, kendi başına alınamaz. O, âlemde varlık olarak alınmalıdır. Âlemde var olmak, âlemi (objeyi) aştığımızı göstermez. Zira insan özünde sonludur. Ama insan sonlu olduğu için sonsuza açıktır. İnsan sonlu varlıkları, duyuları ve algılarıyla kontrol ederken, Aşkın varlık için böyle bir şey yapamaz. Dolayısıyla ona inanır, insan “İnanma” ile sonsuz varlıkla temasa geçer.

Hilmi Ziya Ülken, hem evreni, hem insanı hem de toplumu ve değerleri aşkın varlık ile temellendirir; insan, kendi yaptığı âletler ve iş sistemi kurarken, bunların devamlılığını temin edecek bir dayanağa muhtaçtır ki bu aşkın bir değer olan Tanrı’dır. İnsanın objeler dünyası (evreni) bu aşkın varlık tarafından çepeçevre kuşatılmıştır. Aşkın varlık, insanın şuur verilerinden ibaret dünyası olduğu için var değildir. Aksine o, var olduğu için insanın dünyası vardır ve onun sayesinde bu dünya devam eder.

Hilmi Ziya Ülken’e göre Allah’a, insana ve âleme iman, bilginin tamlığını ve bütünlüğünü sağlar. Bu imanın sağladığı bilgi dengesi dışında mekanizm, kör bir tabiat ve kaos (hercümerç) vardır. Düşüncemizden Allah’ı kaldırırsak, insanın bilinci, hürlüğü ve sorumluluğu manasız kalır. Tabiatın kör kuvveti, bilinci doğuramaz. H. Ziya Ülken, aşkın varlığının tabiata müdahalesinden, tabiatın üstünde bir varlık olan insanın meydana geldiğini söyler; buradan da Allah’tan âleme ve insana doğru açılışın âlemin anlaşılmasını mümkün kılacağına kanaat getirir. H. Ziya Ülken, insan anlayışına “büyük adam”la “büyük insan’ı ayırır. Napolyon gibi adamlar, büyük adamlardır, ama Sokrat gibi, Mevlânâ gibi insanlığı devamlı aydınlatanlar insandır.”

Kim Kimdir? sayfasına dön! «|