- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Hacı Bektaş-ı Veli

hacı bektaşi veliBu dönemde dikkat çeken mutasavvıflardan olan Hacı Bektaş-ı Velî’nin bü­yük bir ihtimalle “Haydâriyye” tarikatının bir mensubu olarak Anadolu’ya geldi­ği, daha sonra Baba İlyas-ı Horasanî çevresine girerek “Vefâiyye“ye intisap etti­ği tahmin edilmektedir. Hayatının sonuna kadar muhtemelen bu şekilde yaşayan Hacı Bektaş-ı Velî, adını taşımasına rağmen “Bektaşilik” tarikatının banisi değil­dir. Nitekim Bektaşîlik, XVI. asrın ilk yıllarında Balım Sultan tarafından Haydarîlik’ten ayrılmak suretiyle onun adına kurulmuştur. Burada dikkat çekici olan nokta, Hacı Bektaş-ı Velî etrafında teşekkül eden kültün, ondan çok daha eski olan ve göçlerle buraya intikal eden Ahmed-i Yesevî, Kutbeddîn Haydar, Dede Garkın kültlerini ve nihayet, büyük birdinî-sosyal hareketin lideri olmasına rağ­men Babaflyas kültünü kendi içine alması ve böylece Anadolu’daki bütün heterodoks sûfî eğilimleri temsil eder duruma yükselmesidir.

Gerçek ismi, Seyid Muhammed bin Seyyit İbrahim Ata’dır. Lokman Parende’den ilk eğitimi almış ve Ahmet Yesevi (1103-1165)’nin öğretlerini takip etmişti. Ondan dolayı Yesevi’nin ‘halife‘si olarak kabul edilmektedir. Anadolu’ya geldikten sonra kısa zamanda tanınarak kıymetli talebeler yetiştirdi. Hacı Bektaş-ı Veli kendisinin de bağlı olduğu “Ahilik Teşkilatı” ile, Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde Anadolu’da sosyal yapının gelişmesinde önemli katkılarda bulundu.

Velâyetnâme adlı eserede Hacı Bektaşi Velî’nin, sık sık Kırşehiri ve Ahi Evranı ziyareti onun’la sohbetlerini anlatır. Bektaşîliğin bütün İs­lâm Öncesi yerel kültleri de kendi bünyesi içinde özümseyerek bağdaştırıcı bir yapı ortaya koyarak kendini Anadolu Türk heterodoksisinin temeline yerleştirebilmiş olması da ayrıca dikkat çekicidir. İşte bu bağdaştırmacı kültün teşekkülü, aynı zamanda menkabevî yahut mitolojik Hacı Bektaş-ı Velî’yi sahneye çıkarta­rak hem Bektaşiliğin hem de Alevîliğin merkezine oturtmuştur. Yani Hacı Bek­taşı Velî asıl tarihî rolünü, yaşarken değil tıpkı Hz. İsa, Hz. Ali ve hatta meşhur sûfî Hallâc-ı Mansur gibi, öldükten sonra oynamıştır.

Kendi döneminde pek ta­nınmayan Hacı Bektaş-ı Velî’yi gerek hayattayken gerekse ölümünden kendi za­manına kadar geçen sürede üretilen yeni menkıbeler aracılığıyla, başta yeni ku­rulmakta olan Osmanlı Beyliği olmak üzere, bütün Orta ve Batı Anadolu’da ta­nıtarak âdeta ona tekrar hayat veren, XIV. asırda Hacı Bektaş’ın Sulucakarahöyük’teki tekkesinde yetişen Abdal Musa olmuştur. Bugün elimizde bulunan ve Alevî-Bektaşî toplulukları nezdinde kutsal bir kitap muamelesi gören Vilâyet-nâme, XV. asrın son yıllarında bu menkıbelerin toplanıp yazıya geçirilmiş hâji olup ekseriyetle bu mitolojik Hacı Bektaş-ı Velî’yi yansıtır. Bu eserde Hacı Bektaş-ı Velî’nin tarihî ve gerçek şahsiyetini aydınlatmaya yarayacak bilgiler de vardır.



Ancak bu durum onun genel niteliğini değiştirecek oranda değildir. Vilâyet-nâme’ye göre Hacı Bektaş-ı Velî, “seyyid“dir. Babası İbrahim-i Sânî, İmam Musa Kâzım neslinden olup Horasan hükümdarıdır. Küçükken önce ünlü sûfî Lokmân-ı Perrende, daha sonra onun tavsiyesiyle Ahmed-i Yesevî’nin terbiyesinde yetişmiştir. Daha o zamanlar birçok kerametler göstererek herkesi hayretler içe­risinde bırakmıştır. Onun kemâle erdiğini gören Ahmed-i Yesevî, kendisine hali­felik sembolleri olan cihâz-ı fakr’ı (tâc, şamdan, seccade, sofra ve alem) teslim ederek beline tahta kılıcını kuşatmış ve Rum diyarını irşat etmekle görevlendir­miştir. Mekke’ye giderek hac görevini ifa eden Hacı Bektaş-ı Velî, dönüşte Necef ve Kerbelâ’yı ziyaret ettikten sonra Anadolu’ya gelmiştir.

Osmanlı sultanlarıyla halk tarafından da sevildi ve hürmet gördü. Orduda Yeniçeriler Bektaşilik kurallarına göre yetiştirilirdi. Bu nedenle Yeniçerilere tarihte Hacı Bektaş Veli çocukları da denirdi. Ocağın banisi Hacı Bektaş Veli olarak kabul edilirdi. Seferlere giderken yanlarında daima Bektaşi dede ve babaları eşlik ederlerdi. Bugün Balkanların her köşesine Bektaşiliği yeniçeriler taşımıştır.

Hacı Bektaş-ı Veli’nin sohbetlerini takip ederek onun tarikatına bağlananlara “Bektaşi” denildi. Hayatının büyük bir kısmını Sulucakarahöyük’te (Hacıbektaş) geçiren Hacı Bektaş-ı Veli, ömrünü de burada tamamlamıştır. Mezarı, Nevşehir iline bağlı Hacıbektaş ilçesinde bulunmaktadır.

Bu gelişten haber­dar olan “Rum Erenleri” buna pek sevinmezler. O, Çepni oymağına mensup konar-göçer birkaç evin kışlağı durumunda olan Sulucakaraöyük’e (bugünkü Hacı­bektaş kasabası) gelir. Kadıncık Ana’nın evine misafir olur, bu arada gösterdiği kerametleriyle dikkat çeker. Geçimini sağlamak için köyün sığırlarını güder. Bir müddet sonra bugünkü dergâhın yerinde ilk inziva yeri olan Kızılca Halvct’i ya­pan Hacı Bektaş-ı Velî artık kendisini kabul ettirerek mürit edinmeye başlar. Ünü kısa zamanda yayılır ve onu kıskanan veliler tarafından tabi tutulduğu sınavlar­dan başarıyla geçerek onları utandırır. Avucundaki Yeşil Ben’ı göstererek Hz. Ali’nin “mazhar“ı olduğunu yani onun kendi bedeninde zuhur ettiğini ispat eder. Böylece Rum’un en büyük evliyası olduğu anlaşılır. Hacı Bektaş-ı Velî bu arada Seyyid Mahmûd-ı Hayrânî, Ahî Evran gibi büyük Rum evliyasıyla yakınlık kur­muştur.

Çevresindeki gayr-ı müslimlerle yakın ilişkiler içerisine girmiş, Moğol otoriteleriyle tanışmış ve onların bir kısmının Müslüman olmasına vesile olmuş­tur. Bu arada birçok halife yetiştirerek ölümüne yakın onların her birine halifelik icazetnamesi vererek Anadolu’nun bir yanına yollamış, kendisi de kerametine yakışır bir şekilde vefat etmiştir (bk. Ahmet Yaşar Ocak, Türk Sufiliğine Bakışlar, İs­tanbul 19%, s. 163-69). Hacı Bektaş-ı Velî’ye başta Makâlât (Hacı Bektaş Velî, Makâlât, Esad Coşan’ın tenkidli neşrinden sadeleştiren: Hüseyin Özbay, Ankara 1990; ila­veli 3. baskı, Ankara 1996) olmak üzere birtakım eserler isnat edilmektedir.

Bunlar şunlardır: Kitâbü’l-fevâ’id(Hazret-i Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî’nin Vasiyetnamesi, Ki-tâbü’l-fevâid, nşr. İ. Ö., İstanbul 1959), Fatiha Sûresi Tefsiri, Şathiyye, Hacı Bek­taş’ın Nasihatleri, Şerh-i Besmele (Hacı Bektaş-ı Velî, Şerh-i Besmele, nşr. Rüştü Şardağ, Ankara 1989), Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye (Hacı Bektaş Velî, Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye, tere. Davut Duman, Ankara 2004). Hacı Bektaş-ı Velî’ye atfedilen şiirlerin aslında onun nefes evlâdı sayılan ve İdris Hoca’nın soyundan gelen üç Bektaş Çelebi’den ilki olan, 1544’te çelebilik maka­mına geçip 1580’de vefat eden, Zehrnûş Yusuf Balı oğlu Bektaş Çelebi oldu­ğu tahmin edilmektedir (bk. Abdülbaki Gölpınarlı, Alevî-Bektaşî Nefesleri, İstanbul 1992,s.ll).

XIII. asırdan itibaren Türk halkının büyük teveccühünü kazanan Bektaşîlik, dinî-iktisadî, hatta askerî ve sosyal bir teşekkül olan Ahîlik ile daha sonra da Osmanlı devleti ordusu bünyesinde kurulan Yeniçeri Ocağı’yla oluşturmuş olduğu yakın ilişki dolayısıyla varlığını pekiştirmiş, XV ve XVI. asırlarda bütün Anado­lu ve Balkanlar’da geniş teşkilatlar kurarak günümüze kadar gelmiştir. Birçok yönden millî özelliklere sahip olan Bektaşîlikte, aynı Mevlevîlikte olduğu gibi giyim kuşamdan selamlaşmaya kadar birçok özellik tamamen Türk halk terbiye­si ve estetiğine uygun şekilde teşekkül etmiştir.

Bu tarikatin bünyesine giren bir­çok derviş, “nefes” denen hece vezni ve millî nazım şekilleriyle terennüm ettik­leri şiirlerini sade, akıcı ve güzel bir Türkçe ile söyleyerek, tasavvufî birçok Arapça ve Farsça kavramı Türkçe ile ifade etme başarısını göstermişlerdir. Ayrı­ca pek çok Türkçe kelimeye yeni mânâ, mecaz ve ses yükleyerek farklı bir hüvi­yet kazandırmışlardır.

Kim Kimdir? sayfasına dön! «|