Gezi Yazısı Örnekleri
ÖRNEK: 1)
Beş Şehir’den…
“Erzurum, Türk tarihine, Türk coğrafyasına 1945 metreden bakar. Şehrin macerası düşünülürse, bu yükseklik daima göz önünde tutulması gereken bir şey olur. Malazgirt Zaferi’nin açtığı gedikten yeni vatana giren cetlerimizin ilk fethettikleri büyük merkezî şehirlerden biridir.
Tarihimizin ikinci dönüm yerinde, Millî Mücadele’nin ilk temeli gene Erzurum’da atılır. Her şeye rağmen hür ve müstakil yaşamak iradesi ilkin bu kartal yuvasında kanatlanır. Atatürk Erzurum’dan işe başlar.Tıpkı ilk fatihler gibi oradan Anadolu’nun içine doğru yürür; oradan başlayarak yurdumuzu ve milletimizin tarihi hakları adına yeni baştan fethederiz.
Bu iki hadise arasında iki imparatorluk tarihi, bu tarihin acı, tatlı bir yığın tecrübesi içinde meydana gelmiş bir cemiyet ruhu, bir millet terbiyesi, bir hayat görüşü, bir zevk, bir sanat anlayışı kısacası, dünkü, bugünkü çehrelerimizle biz varız. Onun içindir ki Erzurum Kalesi’ni gezerken gözümüm önünde olan şeylerden çok başkalarını görür gibiydim. Sanki vatana çatısından bakıyordum.
Bu çok güzel bir gündü, ilk önce camileri, başı boş dolaşmıştık. Yolda karşılaştığımız tanıdıklarla durup konuşuyor, her açık dükkâna bir kere uğruyorduk. Kendimi yirmi yıl önce, Erzurum’da lisede edebiyat muallimi olduğum zamana dönmüş sandım.
Nihayet Kale’ye çıktık. Tepesi uçtuğu için Tepsi Minare denen eski Selçuk Kulesi’nden, 1916 Şubatı’nda ordusunun ricatini temin için çocuğu, kadını sipere koşan destanî şehri seyre başladık. Önümüzde henüz sararmaya yüz tutmuş ekinleriyle emsalsiz bir panorama dalgalanıyordu. Doğu, cenupdoğu tarafında çıplak dağlar biter bitmez, küçük köyleriyle, ağaçlık su başlarıyla, enginliğiyle ova başlıyordu. Daha uzakta, Anadolu’nun şiir, gurbet kaynağı olan, halkımızın duyuşundaki o keskin hüznün belki de sırrını veren dağlar vardı. Günün büyük kısmını orada geçirdik. Sonra şehrin ovaya karıştığı yerde, Belediye Bahçesi’nin biraz ötesindeki yeni bir ilk okul binasına girdik. Erzurum taşı dururken çimentonun kullanılmasını bir türlü aklım almaz. Betonun getirdiği bir yığın kolaylık meydanda. Fakat bu kolaylıklar bazen de mimarinin aleyhinde oluyor. Hele mahallî rengi bozuyor. Erzurum taşı, Ankara taşı gibi çok kullanışlı. Her girdiği yere abide asilliği veren bir mimarî malzemesidir.
İlk okul şirin, konforlu. Yirmi yıl önce gördüğüm yapıların hiçbirine benzemiyor. Bütün ovayı ayağımızın altına seren taraçasında, emsalsiz bir gurup karşısında çaylarımızı içtik. Güneş, bulutsuz, dümdüz bir gökte, olduğumuz yerden daha yassılaşmış, ovaya karışmış görünen Kop Dağı ile Balkaya’nın arasına inmeye hazırlanıyordu. Ne gökyüzü kızarmış, ne güneşin rengi değişmişti; hafif bir sarılıktan başka hiçbir batı alameti yoktu. Bütün değişiklik ovada idi.
ilkin dağların etekleri gümüş bir zırha benzeyen bir çizgiyle ovadan ayrıldı. Sonra düştüğü yerde sanki külçelenen bir aydınlık, bendi yıkılmış bir su gibi, bütün ovayı kapladı, toprağın, ekinin rengini sildi. Gözümün önünde sadece ışıktan bir göl meydana gelmişti. Bütün ova billur döşenmiş gibi parlıyordu. Dağlar, bu cilalı satıh üzerinde yüzer gibiydiler. Güneş, batacağı yere iyice yaklaşınca, ovanın şurasından burasından kalkan tozlar, bu gölün üstünde altın yelkenler gibi sallanmaya başladılar. Bu bir akşam saati değil, tek bir rengin türlü perdeleri üzerinde toplanan bir masal musikisiydi. Zaten güneş o kadar sakin, o kadar hareketsiz bir halde alçalıyordu ki dikkatimiz ister istemez gözlerimizden ziyade kulaklarımızda toplanmıştı. Hepimizde çok derin, çok esrarlı bir şeyi, eşyanın kendi diliyle yaptığı büyük bir duayı dinler gibi bir hâl vardı. Sonra bu billur aynanın üstünde, kendi parıltısından daha koyu ışık nehirleri taşmaya başladı. Nihayet güneş iki dağın arasında kaybolacağı zaman, son bir ışık, olduğumuz yere kadar uzandı. Toprak derin derin ürperdi. Ova yavaş yavaş saf gümüşten erimiş altın rengine, ondan da akşam saatlerinin esmerliğine geçti.
O gece Erzurum’dan ayrılıyorduk. Biz trene binmek için yola çıktığımız saatte 3 Temmuz 1919 şehri 30 Ağustos zaferini kutluyordu.
Ahmet Hamdi TANPINAR
ÖRNEK: 2)
Bir Avuç Dünya’dan…
Rio Günlüğü
Rio Havaalanı’na iner inmez boğulacak gibi oldum. Paris’te akşam uçağa binerken ısı eksi on dereceydi, Rio’da, gündoğumunda gölgede kırk. Nem oranıysa yüzde seksen. Takside, kuzeyden güneye doğru ikiye böldüm kenti. Sivri tepeler ile okyanus arasına sıkışıp kalmış modern bir kent Rio. Tünellerden geçtik. Gökdelenler, geniş caddeler, yeşil tepelere tünemiş gecekondular. Sonra Copacabana… göz alabildiğine uzanan kumsal. Güzel kızlar, sıcakta çıplak gövdelerin dalgalanışı.
Kolay alıştım Rio’ya. Copacabana, ipanema… Eskiden Portekizlilerin yeni kıtaya ayak basmalarından önce yerlilerin oturdukları bu geniş kumsalda lüks oteller, şık apartmanlar yükseliyor şimdi. Santa Teresa Mahallesi’ni dolaştım ilk gün. Kentin merkezinden tramvaya biniliyor. Neredeyse yüz yaşında, eski mi eski, sarı bir tramvaya. Bir su kemerinin üzerinden geçip tırmanmaya başlıyoruz. Bahçe içinde iki katlı evler, mozaikle kaplı duvarlar. Ve ağaçlar, kocaman yapraklı bitkiler. Burada meyveleri keşfettim. Guava, mango, kaju, karpuz büyüklüğünde hindistancevizleri. İki Rio var. Yoksulluk ile görkemi bir arada barındıran bir kentteyim. İki Rio var. Birincisi İpanema’da bosanova dinliyor, ikincisi “favela” adı verilen gecekonduların pencerelerinden aşağıda lüks içinde yüzen kente bakıyor. “Favela” korku ve endişe uyandıran bir sözcük burada, ama kesinlikle acıma duygusu uyandırmıyor.
Gece herkes uyurken biraz daha yukarıya tırmanıyor gecekondular. Bir zenci çocuk sokak kapısını açınca içeriye bulut giriyor. Derme çatma evler rengârenk. Muz ağaçları arasından kente bakıyorlar. Ama kent onların farkında değilmiş gibi akıp gidiyor caddeler boyunca.
“Şeker ekmeği’Yıin anlamını bilmiyordum, burada öğrendim. Kervanların yiyecek stokunda önemli bir yeri varmış “şeker ekmeği’nin. Uzun, yuvarlak bir nesne. Rio’nun simgesi. Yüksek ve çıplak bir tepenin adı. Teleferikle çıktım. Kent aşağıda, dağla okyanus arasındaki düzlükte, kayalıkların arasında bir yer bulmaya çalışıyordu kendine. Kayaları delip tüneller açıyor, sırtını dağa verip ilerliyordu.
Doğanın elinden çıkmış bunca ayrıntılı bir danteli ilk kez görüyorum. Uçaklar altımızdan hızla dönüp adaların üzerinden yükseliyorlar, göğün mavisinde yitip gidiyorlar, irili ufaklı körfezler, denize inen orman ve kayalar. Kent aşağıda uğulduyor. Rio da, Konstantin gibi uçurumların, derin boşlukların kenti. Dikey bir kent.
16 Şubat 1985, Rio
Nedim GÜRSEL
|» “Gezi Yazısı” sayfasına dön! «|
BENZER KONULAR
Bu Yazıya 34 Kişi Yorum Yazmış!
Yorum Yaz! | Görüş Bildir!
- Yazının Bağlantısı: Gezi Yazısı Örnekleri
- Yazının Bölümü: Gezi Yazısı
- Diğer kaynaklarda arayın:
- Etiketler: Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir, Edebiyatımızdan Örnekler, Gezi, Gezi Yazısı, Gezi Yazısı Açıklama, Gezi Yazısı Konu Anlatımı, Gezi Yazısı Örnek Metinler, Gezi Yazısı Örnekleri, Gezi Yazısı Türü, Konu Anlatımı, Lys, Rio, Sbs, Seyehatname, Ygs
- Rastgele 10 Yazı:
Adana gerekli benim için.
Ayasofya yok.
Ya bizim istediğimiz gezi bilgileri nereye nasıl neyle ne zaman gidileceği.
Ya çok uzun nasıl yazacağız ya!
Bu ne ya ödevimi yapacaktım hiç yardımcı olmadınız.
Ne biçim be bune ya hele şunların yorumuna bak.
Bana kitap fuarı lazım. ÇOK ACİL! herhangi bir kitap fuarı olabilir. YARDIMCI OLURSANIZ SEVİNİRİM. :)
Saçmalıktan ibaret.
Bu ne ya arkadaş, hiç bişe anlaşılmıyor ki.
Hatayı biraz da kendinizde arasanız?
Ya bence çok ama çok güzel olmuş ödevimi kolayca tamamladım.
Yaa benim istediğim ayasofya.
Sultanahmet’e ilk kez giden birinin dikkatini hemen minareler çeker öyle ki bu yedi tepeli kentin bu semti dünyanın tek altı minareli camisi olan Sultanahmet Camisi’ni ve minareleri birbirinden farklı olan Ayasofya camisini(ibadethanesini) barındırır.
Alçakgönüllü beyaz rengi ile mahallenin uslu çocuğu Sultanahmet’e karşın tüm kibirliliği ile Ayasofya karşınızda durur ve kulağınıza efsanelerini fısıldar…
Öğle saatlerindeki uzun kuyruklar akşamüstüne doğru azalmaya başladı Ayasofya kapısında.Pagan inançları ile Hıristiyanlığı birleştiren Büyük Konstantin’in zamanında ilk Ayasofya inşa edilmiş fakat daha sonra bazı yangınlarda ve isyanlarda bu mabet yıkılmış. 532 yılında Roma imparatoru Jüstinyen’in “Adem’den beri görülmemiş bir ibadethane yapacağım” sözü ile bugünkü Ayasofya’nın temelleri atılmış ve 537 yılında kilise olarak merasimlerle açılmış…
Bu bilgileri kapıdaki tabeladan okuduktan sonra heyecanla beklediğimiz ana kapıdan içeriye girdik.Bu girdiğimiz yer kilisenin dış kapısıymış ve zamanında vaftiz olmayanların bu kapıdan içeriye girmelerine izin verilmiyormuş.İçimden Fatih’e teşekkür ederek Orta kısma açılan kapıdan girdim ve bana söylendiği gibi hemen yukarı baktım. 55,60 metre yüksekliğindeki kubbe havadan bize bakıyordu..Sonradan öğrendiğime göre Ayasofya’nın kubbesi defalarca çökmüş ve çökmemesi için harcına değerli madenler konulmuş.Ve Ayasofya’nın o parlak görüntüsünün nedeni harcında bulunan o değerli madenlermiş.
Girdiğim kapının üstünde duran mozaik panoda İmparator Hz İsa’dan şefaat istiyor şeklinde resmedilmiş ve onun yakınında duran melek ikonaları yüzlerini kapatmış olarak duruyorlardı.
İç kısmının restorasyonunun sürmesinden dolayı, ziyaretçilere yeni açılmış olduğunu öğrendiğimiz üst kata çıktık. Bu katta her tarafı Hz. Meryem,Hz İsa ve Hz. Yahya mozaikleri süslüyordu katın balkon kısmında ise Arapça panolar duruyordu.İki dinin de sembolleri burada yan yanaydı ve onlar savaşmıyorlardı, aslına hiç savaşmamışlardı savaşa neden olmanın üzüntüsü ile birbirlerine bakıyorlardı.Bu katı gezdikten sonra çıkış tarafına dizilmiş olan mermer tabutları inceledik.”Tamam madem öleceğim en azından tabutum böyle güzel olsun bari” diye bir dilek diledim ve görevlinin müze birazdan kapatılacaktır ikazını dinledim.Eğer olur da bir gün Ayasofya’yı gezerseniz çıkış kapısına geldiğinizde başınızı yukarı kaldırın çünkü Hz.Meryem’in orada size gülümsediğini göreceksiniz…
Bir imparatorluk buradan yönetilmişti ve benim gezdiğim yerlerde bir devletin kaderi çizilmişti.Şimdi panoların bulunduğu bu balkonda imparatoriçe devlet toplantılarını izlemişti Kahpe Bizans ya da Büyük Doğu Roma iyi ki böyle güzel bir yapı yapmışsın teşekkür ederim İmparator Jüstinyen.
Ayasofya yazısı çalıntı beyler bayanlar. :D
Abicim senin kafada varmı niye uğraştın bukadar.
Kızımm o zaman googlendan ayasofya ile ilgili iste cokmu zorr yaa?
Belki bilmiyordu (ayşe). :D