- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Eski Türklerde Şehircilik

yerleşik yaşama geçmeHun ve Göktürk Dönemlerinde Türklerin çok büyük bir bölümü göçebe olarak yaşamaktaydı. Yerleşik hayat idari, askeri, ticari ve zirai maksatlarla kurulmuş kale ve şatolara benzer yerleşim ünitelerinden oluşmaktaydı. İdari yerleşimler, han ve prenslerin karargah olarak seçtikleri yerlerde, askeri yerleşimler, stratejik öneme sahip noktalarda, ticari yerleşim üniteleri, ticaret yolları üzerinde, şatolara benzer zirai yerleşim üniteleri de tarım havzalarında kurulmuştur.

Bu farklı maksatlar için kurulmuş ilk yerleşim ünitelerinin, çok farklılaşmayan birbirine benzer bir fiziki yapı sergilediklerini söylemek mümkündür. Bu dönemlerde, yapı usul ve tekniğinin belirli bir grup insanın tekelinde bulunması ve kuruluş maksadı ne olursa olsun yerleşik yaşam için güvenliğin birinci öncelikli bir konu olması, benzerliği yaratan başlıca etkenler olmalıdır.

Kale ve şatolara benzer ilk Türk yerleşim ünitelerinin etrafına, zamanla halk konutlar kurarak yerleşmiş ve böylece bu küçük yerleşim üniteleri şehirleşmeye yani gerçek bir şehir olmaya başlamışlardır. Hatta ilk zamanlarda kale ve şatolar etrafına yerleşen halk, daimi konutlarda değil, çadırlarda ikamet etmişlerdir. Kale ve şatolar etrafına yerleşen halkın güvenliğini temin için şehrin etrafı bazı yerlerde önce tümseklerle sonra da tümsekler yerine ikame edilen duvarlarla kuşatılmıştır.

Bazı şehirler iki veya üç sıra teşkil eden tümseklerle çevrilmiş, kimi şehirler ise, duvarın dışında ikinci bir kademe halinde tümseklerle kuşatılmışlardır. Tümsek olgusuna daha çok Çu, İli nehirleri ile Issık Göl çevresinde rastlanılmaktadır. Yine aynı bölge şehirleriyle Horasan ve Maveraünnehir şehirlerinde bazen kale ve şehri çeviren duvarlar önüne içi su dolu hendekler kazılmıştır.

Yukarıda sözünü ettiğimiz gelişme sonunda, yerleşim merkezinin çekirdeğini teşkil eden kale ve şatolar, şehirlerin dıştan bir duvarla kuşatılmasıyla iç kale durumuna dönüşmüşlerdir. Karluklar Dönemi’nde Çu, İli nehirleri ve Issık Göl bölgesinde bulunan bazı şehirler ise, şehri kuşatan sur duvarının epey uzağında kurulmuş ikinci bir sur duvarıyla kuşatılmışlardır. Bu iki duvar arasında kalan alanın tarıma ayrıldığı anlaşılmaktadır.



M. Cezar, bu düzenlemenin tarım yapan insanları göçebe toplulukların baskın ve talanlarından korumaya yönelik olduğunu belirtir. Yine ona göre, bu tarz düzenleme göçebe taarruzlarına daha fazla maruz yerler için düşünülmüş olmalıdır. Cezar, bu düzenleme tarzının bazı şehirlerde epey müddet devam ettiğini, hatta Timur Devri’nde Belh şehrinin de benzer bir düzenlemeye sahip olduğunu belirtmektedir. türk destanları, bunları biliyor musunuz

VIII. yüzyıldan itibaren Türk şehrinin formel yapısında önemli bir gelişme gözlenmektedir. Bu tarihten itibaren özellikle Horasan, Maveraünnehir, Talas, Fergana ve Çu havzasındaki şehirlerde kale, şehristan ve rabaddan oluşan üç bölümlü bir düzenleme seçilmektedir. Kaleye Türkler diz ya da kuhandiz ismini vermişlerdir. Rabad kısmı ise bazen birun ismiyle de anılmaktadır.

Şehrin kalesinde maiyyetiyle birlikte hükümdar ya da emir ikamet etmektedir. Şehristan diye bilinen asıl şehirde, D. Kuban’ın ifadesiyle aristokratlar, bizim kanaatimize göre, kentli olmuş halk oturmakta ve bunlar daha çok zanaatle uğraşmaktadırlar. Şehrin dış mahalleleri konumundaki rabad bölümünde ise göçebelikten yeni kurtulmuş ya da henüz yarı göçebe ticaretle uğraşan, pazar kuran insanlar ikamet etmektedir. Kısacası rabad bölümü ticari faaliyetlere ayrılmıştır.

Cezar, ticari faaliyetlerin şehristanda değil de onun duvarı dışında bulunmasını, kentlilerle göçebeler arasına güvenliği temin maksadıyla bir ayırım koyma ihtiyacının gereği olarak görmekte ve buna göçebelerin sattığı malların şehri kirletmesine engel olma gayesini de ilave bir faktör olarak eklemektedir. Bazı şehirlerde yeni şehristan veya rabad bölümleri kuruluyor ve böylece bazı şehirlerde şehristan ya da rabad bölümleri birden çok üniteden oluşuyordu. Eski şehristan veya rabad bölümleri, çoğu kere yenileriyle rekabet edemiyor ve bir müddet sonra terk ediliyordu.

Kuban üç elemanlı Türk şehrinin VIII. yüzyılda yaygınlık kazandığını ve o tarihte bu şehir tipinin, Arap sınırlarından Sinkiang’a kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada görüldüğünü belirtirken; Cezar, haklı olarak bu görüşe karşı çıkıyor ve üç elemanlı şehir tipinin, ilk örneklerini bulduğumuz Maveraünnehir’de bile VIII. yüzyılda yeni belirginlik kazanmaya başladığını, yaygın hale gelişinin IX. yüzyıldan sonra gerçekleştiğini söylemektedir.

Cezar ayrıca Kuban’ın sözünü ettiği geniş coğrafyaya da itiraz ederek, üç unsurlu Türk şehrinin, Kuban’ın işaret ettiği bölgenin birçok yerinde görülmediğini belirtmektedir. Cezar’ın bu tespitine katılmamak mümkün değildir. Gerçekten de Uygur bölgesinde ve İç Asya’nın Tiyan-Şan, Pamir ve Altay çevresi gibi dağlık bölgelerinde bu tip şehirlere rastlanılmamaktadır. Ayrıca Arap coğrafyacılarının ifadelerinden kimi şehirlerin üçlü yapıya geçemedikleri ya da zamanla rabad bölümünün ortadan kalkarak kale ve şehristandan ibaret kaldıkları anlaşılmaktadır.

İslami dönemde Türk şehrinin yapısında yeni bir değişim süreci başlamıştır. Aşağıda ayrıntılı olarak bahsedeceğimiz üzere, şehirler İslamiyet’in hayat anlayışına, toplum modeline bağlı olarak değişime, dönüşüme maruz kalmışlardır. Klasik İslam şehrinde toplumsal hayatın odak noktasını teşkil eden cuma camii, İslami dönem Türk şehrinde de aynı misyonu üstlenmeye başlamıştır. Genellikle şehristanda kurulan cuma camii şehrin merkezini teşkil etmiştir. İslamlaşma sürecinde gözlenen ikinci önemli değişiklik, Türk şehirlerinde genellikle şehristan dışında bulunan ticari faaliyetlerin, yani çarşı ve pazarların cuma camiinin çevresine taşınmasıdır.

Klasik İslam şehrinin en belirgin özelliklerinden biri olan bu olgu, cuma camiinde ibadet için toplanan büyük kalabalığın potansiyel müşteri olarak algılanmasıyla ilgili olmalıdır. Bir diğer değişiklik konutla ilgilidir. Konutlarda İslamiyet’in özel hayata getirdiği mahremiyet ölçülerini dikkate alan düzenlemelere gidilmiştir. Bütün bunların ötesinde şehirler, yavaş yavaş İslamiyet’in hayat anlayışı ve dünya görüşüyle örtüşen yapı ve yapı gruplarıyla donanmaya başlamıştır.

Önceki Sayfa «| Sonraki Sayfa »|