- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Eleştiri Örnekleri

eleştiriRoman ve Yaşam Eleştiri Günlüğünden

“Kasımpatları”

Gençlik yıllarımızda ne çok okurduk John Steinbeck’i! Rasih Güran’ın çevirdiği “Bitmeyen Kavgayla Gazap Üzümleri” okumamış olmayı bağışlanamaz bir eksiklik sayardık. Vietnam savaşındaki tutumu soğutmuştu bizi Steinbeck’ten… ‘Biz’ derken, ilk iki cümlede 1940’ların ‘solcu gençlerini düşünüyorum; bu ‘solcu gençler’, üçüncü cümlede artık’orta yaşlı solcular’olmuşlardı.

Doğrusu, Steinbeck’in romanlarını okumayı düşünmüyorum artık; ama iki hikâyesi var ki zaman zaman özlüyorum onları, yeniden okuma isteği duyuyorum. Okuyorum da. Bunlardan birinin daha önce sözünü etmiştim: “Steinbeck’in ‘Kahvaltı’sı ile (Çehov’un) ‘Güzeller'(i) arasında bir ilişki zamanla: ‘Kahvaltı’daki hikâye kahramanı da o sabah kahvaltısını anımsadıkça içinde garip, ılık, tadına doyulmaz bir şeyler duyar. Neden bu iki hikâyeyi hep birlikte anımsıyorum diye düşünürken Nâzım’ın o ünlü oyunundaki birkaç sözcük gerekli açıklamayı getirdi: ‘Ferhad Usta! Ferhad Usta! Bu güzellik niçin mahzun eder seni, “Evet, hep hüzün”.

Steinbeck’in çok sevdiğim, zaman zaman yeniden okuma isteği duyacak kadar çok sevdiğim öteki hikâyesi ‘Kasımpatları’dır. Adam Yayıncılık’ın 1992 martında dördüncü baskısını yaptığı Steinbeck’ten seçme hikâyeler kitabı, bu hikâyenin adını taşıyor. Kitaba bu adı verdiğine göre, belli, hikâyeleri dilimize çeviren (Ne çeviri! Tek sözcükle nefis.) Memet Fuat da en çok bu hikâyeyi sevmiş. (‘Sabah Kahvaltısı’da bu kitaptaki hikâyelerden biri.)
‘Kasımpatları’ da, ‘Sabah Kahvaltısı’ gibi, Çehov’un ‘Güzeller’ adlı hikâyesi gibi, Nâzım’ın “Bu güzellik mahzun eder seni!” cümlesini anımsatan bir hikâye. Hikâyede yaratılan hava sarıp sarmalıyor sizi; Elisa’yı anlıyorsunuz: Ruhsal durumunu, özleyişlerini, dahası, kocasından bıkmışlığını, kocasına hiçbir zaman söyleyemeyeceği sözleri bir yabancıya söyleyebilmesini, o yabancıyla aynı duygularda buluşmak isteğini:



“Gece, karanlıkta, yıldızların uçları sivri sivri, sessizlik. Yükseliyor, yükseliyorsun. Yıldızlar bütün içine doluyor. Tıpkı öyle değil mi? Ilık, canlı, güzel.” Elisa, bir an tutamaz kendini: “Çömeldiği yerden adamın yağlı pantolonuna, bacaklarına doğru uzandı. Parmakları kumaşa değdi değecek. Birden eli toprağa düştü. Bir yavru köpek gibi büzüldü”.

Elisa, Salinas Vadisi’ndeki çiftliklerinde, kocasıyla birlikte yaşıyor. Tekdüze bir yaşam. Elisa çiçeklerle uğraşıyor, kocası çiftlik işleriyle: “…ekin toplanmış, ambarlara doldurulmuş, beklenen yağmurlar iyice işlesin diye, meyvelikler sürülmüştü. Yamaçların yukarılarında dolaşan hayvanlar tüylenmeye başlamıştı.”

Bir gün, “garip hayvanların çektiği, garip bir araba”çıkagelir. “Sakalları uzamış iriyarı bir adam arabanın önüne oturmuş, hayvanları sürmekteydi.” Bir de “çadır bezi”ne yazılmış bir yazı: “Çanak, çömlek, bıçak, makas, çimen makineleri, Tamir edilir.”

Elisa’nın gözünden:”…kapı gibi bir adam. Saçı sakalı beyazlaşmaya başlamışsa da yaşlı görünmüyordu.”

Adamın bütün derdi, bir ‘tamir’ işi yapmak, ekmek parasını çıkarmaktır. Gerçekçidir. Bir tamir işi için (yoksa aç yatacaktır) yalan söylemeye hazırdır. Steinbeck ne güzel belirtir bunu… Adamın bir tamir işi koparabilmek için dört girişimi olmuş, Elisa dördünü de reddetmiştir: 1. “Hayır, hayır. Yok, hiçbir şey yok.” 2. “Yok. Benim makaslarımın hepsi keskindir.” 3. “Söyledim ya, bende tamir edilecek, bilenecek hiçbir şey yok.”4. “Ne yapayım. Bende tamir edilecek hiçbir şey yok.”

Ama adam kasımpatlarıyla ilgilenmeye başlayınca, ayaküstü bir hikâye uyduruverince, Elisa teslim olur: Hem kasımpatı filizlerini hazırlar, hem de –sonunda– “Evin arkasında, üst üste yığılmış maden kapların arasında, iki tane eski, delik deşik alüminyum tencere buldu. Onları getirip adam verdi. ‘İşte bunları tamir edebilirsin.”

Adam ayrılırken, Elisa’nın aklı hep kasımpatı filizlerindedir:”Eğer oraya (Adamın kasımpatı filizlerini götüreceğini yere) varman uzun sürerse, kumu ıslatmayı unutma.” der; adamın cevabı Elisa’nın her şeyi anlamasına yeter: “Kumu mu? hangi kumu? Ha, öyle ya! Kasımpatlarının kumunu demek istiyorsun. Elbette, elbette.” Kasımpatları da umurunda değildir adamın, kum da; her çeşit çiçeği olup da yalnızca kasımpatı olmayan bahçeyi de, bahçe sahibi kadını da, Elisa’yı yumuşatarak iş koparabilmek için uydurmuştur. (Elisa’nın da bu oyunun farkında ve içinde olduğunu iki sayfa sonra açıklar Steinbeck: “Kendi kendine üzüntüyle fısıldadı: ‘Onları pekâlâ yolun kıyısına atabilirdi. Bir zorluğu yoktu bu işin, hiç zorluğu yoktu, ama atmadı. Atamazdı o saksıyı. Başka hiçbir nedeni yok, atamayacağı için atmadı.”)

Tamircinin gelmesi, kasımpatlarına gösterdiği ilgi, arabasında sürdürdüğü yaşam; Elisa’nın kocasına evlilikleri boyunca söyleyemediği şeyleri bu yabancıya söyleyebilmesi, bu yabancıya duyduğu yakınlık, sonunda bir tamir işi uydurarak elli sent vermesi ve adamın arkasından söyledikleri: “Işıklı bir yol bu. Bir parıltı var orada.”… Bütün bunlar kadınlığını anımsatır Elisa’ya:”…Kurulanınca, yatak odasında aynanın önüne geçti, vücuduna baktı. Karnını içeri çekti, göğsünü ileri çıkardı. Döndü, omzunun üzerinden arkasına baktı.” Kocası Elisa’yı görünce “Vay, vay, vay, Elisa, çok hoşsun.” demek gereğini duyar. Bir erkek ilgisinin, özlenen bir yaşamın, çabalarının beğenilmesinin (kasımpatları) şavkı vurmuştur Elisa’nın yüzüne. (Kocasının boks maçlarına gitme önerisini reddeden Elisa’nın, tamirciyi “kapı gibi adam” gördükten sonra boks maçı sözü etmesi ilginç değil mi?) Elisa “Irmak boyunca uzanan yola” bakınca, söğüt ağaçları(nı), ıslak, sarı yapraklarıyla, kalın, külrengi sisin altında, güneş ışığından yapılmış ince bir kuşak gibi” gören bir kadındır.

Kocası ise, “Elisa çok hoşsun” deyince, Elisa’nın “Hoş mu? Hoş muyum? Ne demek istiyorsun?” sorusuna ancak “Dizinin üzerinde bir danayı bölecek kadar güçlü, sonra da oturup onu karpuz niyetine yiyecek kadar canlı görünüyorsun.” diye cevap verebilen bir… bir… birayıdır!

Hikâye, Elisa’nın, kocası görmesin diye, paltosunun yakasını kaldırarak sessiz sessiz ağlamasıyla sona erer. ‘Kasımpatları’, bir hikâye başyapıtı bence. Ruhsal durumların sadece diyaloglarla ve hareketlerle verildiği, işlevsel olmayan tek konuşmanın, tek hareketin bulunmadığı, böylesine ustaca kurulmuş çok az hikâye anımsıyorum. Steinbeck düz, sade bir anlatımla ‘yazınsal dil‘e örnek gösterilebilecek bir hikâye yazmış: Söylemek istediklerini açıkça söylemiyor, söylenenlerden siz çıkarıyorsunuz bunları.

Kasımpatları’, edebiyat derslerinde üzerinde çalışılacak örnek bir hikâye.

Muallim NACİ

“Eleştiri” sayfasına dön! «|