- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Dil Nedir?

dil nedirİnsanı diğer canlılardan ayıran iki önemli özellik vardır: dil ve farklı çevrelere uyum sağlayabilme becerisi. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli unsur olan dil, sözlü veya yazılı biçimiyle, herkes tarafın-dan sürekli kullanılır. Tam da bu nedenle dille ilgili konular çok ilgi çeker. Her konuşurun dil hakkında bir fikri vardır. Ana dilinde neyin doğru veya kabul edilebilir, neyin yanlış ya da kabul edilemez olduğu konusunda her ana dili konuşuru, okur yazar olsun olmasın, içgüdüsel bir duyarlılığa sahiptir. Bu duyarlılık sayesinde aileler hiçbir dil eğitimi almamış olsalar da çocuklarına ana dillerini doğru biçimde aktarırlar.

Muharrem Ergin dili, “Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıta, kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş içtimaî bir müessesedir.” olarak tanımlamaktadır. Dil insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıtadır. İnsanlar duygularını, düşüncelerini, fikirlerini, hükümlerini birbirlerine nakletmek, meramlarını birbirlerine anlatmak için dil denilen vasıtaya baş vururlar. Fakat dil insanların kullandığı her hangi bir vasıtaya benzemez. Onun vasıtalığı sadece anlaşmayı temin etmesi bakımındandır. Tabiî bir varlık olan dilin kendisine mahsus birtakım kanunları vardır. Bunlar dil kaideleridir. Dil kaideleri dilin yapısına hâkim olan, dilin yapısından ve temayüllerinden doğmuş bulunan birtakım prensiplerdir. Bunlar dille birlikte mevcut olup onun yapısının hususiyetlerini ifade ederler, temayüllerinin istikametlerini gösterirler.

Dil canlı bir varlıktır. Zaman zaman birtakım değişiklikler, kendi bünyesinden doğan çeşitli sebeplerle bazı gelişmeler gösterir. Dil bir gizli antlaşmalar sistemidir. Canlı ve cansız varlıkları, mefhumları, hareketleri karşılayan kelimeler üzerinde, kelimelerin birbirleri ile münasebetleri ve fikirleri anlatmak için yapılan kelime sırası üzerinde bir cemiyetin, bir kavmin, bir milletin bütün fertleri gizli anlaşmalar, gizli sözleşmeler yapmış durumdadırlar. Bu suretle bir cemiyetin bütün fertleri bir varlığı hep ayni kelime ile karşılarlar. Dil içtimaî bir müessesedir. Fertlerin üstünde, bütün bir cemiyetin malı olan ve bütün bir cemiyeti içine alan kuvvetli bir müessesedir. Cemiyetlerin en büyük dayanağı dildir. Bir cemiyeti ayakta tutan, bir cemiyetin varlığını sağlayan, devam ettiren, bir cemiyette sarsılmaz bir birlik yaratan müessese olarak dilin oynadığı rol çok büyüktür.



Bireylerin erken yaşlardan itibaren etkileşime bağlı olarak edindiği, yazılı veya sözlü biçimiyle hemen hemen her insanın herhangi bir biçimde sürekli kullandığı iletişim aracı olan dil, kaynaklarda değişik yönleri öne çıkarılarak tanımlanır. Türk Dil Kurumunun düzenli olarak gözden geçirilen ve geliştirilen, Güncel Türkçe Sözlük‘üne baktığımız zaman “dil”  kelimesinin farklı biçimlerde tanımlandığını, birçok deyimde ve birleşik kelimede geçtiğini görürüz. Dille ilgili bilimsel çalışmalarda ise genel geçerliliği olabilecek bir tanım verilirken dilin belli yönleri öne çıkarılır.

Canlılar arasında en gelişmiş iletişim modeli olan dil, her şeyden önce insana özgü’dür. Başka canlı türleri arasında da belli oranda bir iletişim olduğu bilinmektedir. Fakat bunlardan hiçbiri insan dili kadar, örneğin soyut kavramlar geliştirecek biçimde, karmaşık bir yapıya sahip değildir.

İnsana özgü olan dil, bir iletişim aracıdır. Dilin işlev açısından en önemli yönü budur. İnsanlar arasında deneyim, bilgi, fikir vb. aktarımları dil vasıtasıyla sağlanır. Sınırlı amaçlan yerine getirmek üzere başka iletişim araçları da kullanılabilir: mimikler, jestler, anlamsız gibi görünen belli sesler, trafik işaretleri vb. Ama bunların hiçbiri, doğal dilin yerine getirdiği işlevleri bütün olarak karşılayacak durumda değildir. İnsan dili, konuşurlarının bütün dilsel ihtiyaçlarını karşılayabilir. Ancak konuşur ve dinleyicinin aynı dili biliyor olması, söylenenlerin konuşulan bağlama uyması, dinleyicinin ön bilgileriyle örtüşmesi gibi sağlıklı bir iletişimi sağlayan başka etkenler de vardır. Bunların olmaması durumunda iletişim gerçekleşmez.

İnsana özgü olan dil, işitme engellilerce konuşu-lan, kendine özgü yapısı olan bir görsel dilin olduğu gerçeğini bir tarafa bırakmamak kaydıyla, seslerden oluşan bir iletişim aracıdır. Her doğal dilin, kendine özgü bir ses dağarcığı vardır. Örnek olarak bir Kafkas dili olan Ubıhçada 81 ünsüz, 3 ünlü, Papua Yeni Gine’de, Bougainville Adasında konuşulan bir dilde 5 ünlü, 6 ünsüz vardır. Harfler seslerin yazıdaki karşılıklarıdır. Ancak bir harf bir sesin bütün özelliklerini yansıtmaz. Örnek olarak a harfi kadın ve av kelimelerinde, e harfi gezegende kelimesinin her hecesinde farklı seslendirilir.

İnsana özgü, seslerden oluşan bir iletişim aracı olan dilin buna bağlı bir özelliği de sözlü olmasıdır. Gerçi dil incelemelerinde yazı dilinin öne çıkarıldığı dönemler de olmuştur. Ancak Batı’da dil çalışmalarında sözlü dilin ve ifade biçimlerinin incelenmesi W. Labov’la birlikte adeta bir dönüm noktasına ulaşmıştır. Labov araştırmacıları, dilin tek örnek, doğru ve kesin bir biçiminin bulunduğu ve bunun da ölçünlü/yazılı biçim olduğu paradoksundan kurtarmak isteyerek, toplumsal bağlamda dil incelemelerinin ve sözlü dilin önemini vurgulamıştır. Sözlü dile öncelik verilmesinin birkaç nedeni vardır: İnsan önce sözlü dili edinir; yazı dili dil edinimi sürecinin tamamlanmasından sonra eğitimle kazanılan bir beceridir. Yazılmayan dillerin konuşurları veya okul öncesi çocuklar gibi okur yazar olmayan insanlar da ana dillerini, iletişimin aksamaması anlamında “doğru” biçimde kullanırlar. Diller sonraki nesillere sözlü biçimiyle aktarılır. Gerçekten de yazının olmadığı zamanlarda veya günümüzde okur yazar olmayan insanlar için dili sonraki kuşaklara aktarmanın yegane yolu sözlü aktarmadır.

İnsan dili doğuştandır. Özellikle nörolinguistik alanında yapılan çalışmalar insanın doğarken belli bir dil donanımını birlikte getirdiği yönünde önemli sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle sağlıklı çocuklar, zekalarından bağımsız olarak bir gün mutlaka konuşurlar. Yapılan deneylerde bebeklerin kendi ana dillerini başka dillerden ayırabildiği görülmüştür.

İnsan doğuştan bir dil donanımıyla gelse de bu donanım kendiliğinden bir dile dönüşmez. Konuşma içgüdüsünün ortaya çıkabilmesi için bir sosyal çevreye ihtiyaç vardır. Bu sosyal çevre becerinin dile dönüşmesi için vazgeçilmez durumdadır. Dillerdeki değişme ve gelişmeler de dili konuşan topluluğun az veya çok oranda katılmasıyla gerçekleşebilir. Herhangi bir topluluktan bir kişi dili tek başına istediği gibi dönüştüremez. Bu nedenle dilin bir başka özelliği toplumsal olmasıdır. Kullanılan dil, bir topluluğu aynı dili konuşanlarla birleştirir, farklı dilleri konu-şanlardan ayırır.

Dil, aynı dili konuşan insanların üzerinde bir şekilde anlaşmış olduğu bir olgudur. Dil ile gerçekleşen iletişimde çift yönlü bir bilgi akışı vardır. Ancak insanların geliştirdikleri ilk iletişim düzeneklerinde genellikle tek yönlü bir iletişim söz konusuydu. Örneğin düşmanın geldiğini belirtmek için yakılan bir ateş tek yönlü bir iletişim bildirir. Alıcının, düşmanın nereden geldiğini, kaç kişi olduğunu sorma şansı yoktur.

Dil topluma ait algılama, düşünme ve yaşama biçimini çeşitli şekillerde yansıtarak bir tür dil-kültür-kimlik üçgeni oluşturur. Dilin uzlaşı sağlayıcı yönünden hareketle toplumsallığına yönelik ilk görüşler Saussure tarafından dile getirilmiştir. Saussure, dilin sosyal ve anlaşma sağlayıcı bir sistem olduğunu belirterek “dil” kavramına toplumsallık atfetmiş; “dil”e karşıt olarak ortaya attığı “söz” kavramını ise bireysel dil kullanımları ile ilişkilendirmiştir. Dilin toplumsal oluşu, salt bireyler arasında fikir ve bilgi akışı sağlayan toplumsal bir iletişim sistemi oluşundan kaynaklanmaz; dil kullanımı sırasında ortaya çıkan çeşitlenmeler, toplumsal statü, cinsiyet, toplumsal roller, kimlik, kültür vb. toplumsal değerleri de tanıklayarak o dilin konuşulduğu dil toplumuna dair ipuçları verir.

İnsan dili, aynı zamanda bir sistemdir. Bu sis-tem en küçük biçimiyle seslerden, seslerin belli bir düzen içinde bir araya gelmesiyle oluşan kelime ve eklerden, bunların belli kurallarla bir araya gelmesiyle oluşan cümlelerden meydana gelir. Dilden soyutlanarak ele alındığında düşüncelerin, biçimlenmemiş bir yığın olduğu görülür. Tek başına düşünce, sınırları olmayan bir bulut yığınını andırır. Bu yığın, kavramlar ve seslerle, yani dil sistemi ile biçimlenir ve anlam kazanır. Doğal dillerde var olan sesler her dilde o dile özgü kurallar çerçevesinde bir araya gelerek anlamlı kelimeler oluşturabilir. Bu anlamlı kelimeler, ancak o dile özgü kurallara bağlı olarak bir araya gelirse “doğru” cümleler ortaya çıkabilir. Demek ki var olan malzeme belli bir düzene göre bir araya geldiğinde bir dil olabilmektedir. Buna, Türkçe kaynaklarda dizge de denilmektedir.

Dilin işleyişindeki dil göstergesi de bir başka sistemdir. Bu gösterilen ve gösteren arasındaki ilişkidir. Dil göstergesi bir kavramla, bu kavramı temsil eden bir ses dizisinin veya gösterme iminin birleşerek zihinde oluşturduğu izdir. Gösterge, bünyesinde birbirini tamamlayan iki öge bulundurur. Birincisi varlıkların ya da nesnelerin zihinde oluşan tasarısı, yani gösterilen; ikincisi de bu tasarıyı sembolik olarak temsil eden işitme ve gösterme imi, yani gösterendir. Gösteren ve gösterilen birbirine sıkı sıkıya bağlıdır ve birlikte dil göstergesini oluşturur. Konuyu basit bir örnekle somutlaştırmak gerekirse, bir varlık olarak ağacın, bütün özellikleri ile insan zihninde oluşturduğu genel bir görüntü vardır. Bu görüntü gösterilendir. Ağaç kavramını temsil etmek için kullandığımız a-ğ-a-ç ses öbeği ise bu kavramın gösterenidir. Ağaç kavramı ile ağaç sesletiminin birlikte oluşturduğu birlik ise göstergedir. Gösterge kuramının kurucusu İsviçreli dilbilimci Saussure’ün önemle üzerinde durduğu bazı gösterge ilkeleri vardır. Bunlardan en bilineni göstergenin nedensizliği ilkesidir.

Örneğin kardeş sözcüğünün, göstereni olan k-a-r-d-e-ş ses dizilişiyle hiçbir iç bağlantısı yoktur. Felsefeciler başta kelime ile kavram arasında bir bağ olduğunu, sıradan insanların bunu göremeyeceğini, filozofların asıl yapması gerekenin gösterenle gösterilen arasındaki bu gizli bağı ortaya çıkarmak olduğunu düşünürlerdi. Oysa başka herhangi bir diziliş de ağaç veya kardeş kavramını aynı oranda temsil edebilirdi. Diller arasındaki ayrılıklar, değişik dillerin varlığı gibi gerçekler bunu kanıtlar. Örneğin ağaç gösterileninin Türkçede ağaç, İngilizcede Iree, Fransızca arbre, İtalyanca albero, Farsça dıraht, Arapça şecer olmak üzere birçok göstereni vardır. Ancak, Saussure’ün de belirttiği gibi kimi göstergelerde görece nedenlilik-ten de bahsedilebilir. Örneğin yirmi nedensizdir, ama on dokuz aynı oranda nedensiz değildir. Çünkü bu on ve dokuzun birleşmesinden ortaya çıkmıştır. Aynı durum yansıma kelimeler için de geçerlidir. Ama diller arasında bu açıdan da farklar olduğu unutulmamalıdır.

İnsan dilini diğer işaret sistemlerinden ayıran bir başka önemli özellik de üretken olmasıdır. Yeni ihtiyaçlara cevap verebilmek için gerektiğinde bir dilde yeni ifade biçimleri, yeni anlamlar türetilebilir. Bilgisayar teknolojisiyle ilgili son birkaç yılda ortaya çıkan kelimeler konuya örnek olabilir. Ancak üretkenlik sanıldığı gibi sadece kelimelerle sınırlı değildir. Diller ihtiyaç halinde yeni ses, biçim, söz dizimi kalıpları da geliştirebilmektedirler. Ayrıca bir ana dili konuşurunun, kendi ana dilinde daha önce hiç kimsenin kullanmadığı bir kelimeyi türetebilmesi, hiç kurulmamış bir cümleyi kurabilmesi mümkündür. Bu, daha küçük yaşlarda bile gözlenebilen bir durumdur. Örnek olarak mısır patlatma makinesi yerine patırgaç, kaşık yerine döndürek, düdük yerine öttürek sözcüklerini üreten çocuklar gözlenmiştir.

Dil değişkendir, bütün doğal diller çeşitli ne-denlere bağlı olarak sürekli bir değişim içindedir. İlerleyen bölümlerde açıklanacağı üzere, Türkçe bütün doğal diller gibi sürekli biçimde değişmekte, gelişmektedir. Türkçenin bilinen ilk metinleri bugün ancak belli bir eğitim sonucu anlaşılabilecek durumdadır. Ancak değişkenlik sadece tarihle sınırlı değildir. Günümüzde de Türkçede çok sayıda çeşitlenme vardır. Değişme, konuşma dilinde yazı diline oranla daha hızlı olur. Yazı dillerinde “görece doğru” biçimler bir kere belirlendikten sonra, bu “doğru” biçimlerle eğitim alan nesiller, yazı dilinde değişiklik olmasından hoşlanmazlar. Oysa konuşma dili sürekli bir değişim içindedir. Yazı dilinin durağan, konuşma dilinin ise dinamik olması nedeniyle zamanla yazımla söyleyiş arasındaki uçurum büyür ve yazı dilinde reform yapma ihtiyacı ortaya çıkar. Türkçe yazı dili olarak oldukça yeni sayılır. Ancak buna rağmen söyleyişle yazım arasında önemli farklar ortaya çıkmıştır. Bu farklar zaman zaman bozulma olarak da algılanabilmektedir. Ancak bu. her dilde görülen bir gelişmedir ve dillerde bozulma olarak adlandırılamaz.

ÇokBilgi.Com