- Çokbilgi.com - https://www.cokbilgi.com -

Ahmed-i Dâi

ahmed-i dai kimdirXV. asırda dikkati çeken ilk şair, XIV. asrın sonu ile XV. asrın başında yaşa­yan Ahmed-i Dâ’î’dir. Döneminde bazı şair ve naşirlerin Türk dilinin güçlüğün­den, duygularını ve düşüncelerini ifade etmede yetersizliğinden şikâyet etmele­rine karşılık yüzyılın başında hem nazım hem de nesir alanında Türkçeye önem­li eserler kazandıran Dâ’î’nin hayatı hakkında bilinenler sınırlıdır. Babasının adı İbrâhûn, dedesinin adı Mehmed’dir. Asıl adı Ahmed, mahlası Dâ’î olup adı ve mahlası birlikte anılır. Ahmed-i Dâ’î hakkında bilgi veren kaynakların hepsi onun Germiyanlı olduğunu kabul eder. Ancak doğum tarihi ve yeri hakkında ve­rilen bilgiler birbirini tutmaz.

Sehî Bey ve Latîfî, Dâ’î’nin Emîr Süleyman dev­ri (1402-1410) şairlerinden olduğunu söyledikleri hâlde, Hasan Çelebi ve ondan naklen Mehmed Süreyya onu Sultan I. Murad dönemi (1362-1389) şairlerinden sayarlar. Eserlerinden, Sultan I. Murad, Germiyan Beyi II. Yakub, Yıldırım Bâyezîd’in oğlu Emîr Süleyman ve Sultan II. Murad devirlerinde yaşadığı anlaşı­lan Ahmed-i Dâ’î, bu sultanlar adına eserler de yazmıştır. Germiyan’da bir müd­det kadılıkta bulunan Dâ’î’nin ölüm tarihi ve yeri kesin olarak bilinmemektedir. Bursa’da adını taşıyan bir mahalle, bir hamam ve cami bulunmaktadır. Kabrinin de Bursa’da olduğu tahmin edilmektedir.

Ahmed-i Dâ’î, Türkçeye hâkim, vezin, kafiye ve edebî sanatları kullanmak­ta maharetli, sehlimümteni denecek kolaylık ve akıcılıkta kelimeleri nazma so­kan, çok hassas ve derin bir şiir kabiliyetine sahip bir şairidir. Nazım ve nesir yazabilen Dâ’î, ruhundaki coşkunun türlü görünüşlerini, rikkat ve hüznü, hicranı, Ümitsizliği çok samimi ve sade bir dille anlatarak zarif, şuh ve ince aşk şiirleri yazmıştır. Sık sık büyük bir coşku içinde söylediği tasavvufî ve arifane şiirleri de görülmektedir. Lirik şiirlerinde gösterdiği başarıyı didaktik olanlarda da gösteren Dâ’î, ince hayâlleri, derin duyuşları ile olduğu kadar tasvir ve tahkiyedeki kud­reti ile de dikkat çekmektedir. Yer yer renkli, ritmik ve lirik mısraları görülen şa­irin eserleri derinlikten çok sanat ve zarafetle ön plana çıkarlar.

Şiirleri klâsik edebiyatın tekâmülüne destek vermiş bir şairdir. Çağdaşı Ahmedî’ye nispetle da­ha yumuşak ve sempatik olmasına rağmen; nazımdaki kudret ve genişlik bakı­mından Ahmedî’yi geçememiş, şöhret ve kendisinden sonrakilere tesir bakımın­dan da geride kalmıştır. Fars şiirini iyi kavrayan Dâ’î, bu şiirin ahenk ve söyle­yiş inceliklerini Türkçeye çevirmede başarı göstererek klâsik tarz şiirin Anado­lu’daki kurucuları arasında önemli bir yer kazanmıştır. Geniş kültürü ve her ko­nudaki derin bilgisiyle devrinde saygı uyandırıp ünlenen Dâ’î’nin değişik konu­larda on beş kadar eseri vardır. Manzum eserleri şunlardır.



Ahmed-i Dâî’nin Türkçe Dîvân’mm bugün bilinen iki nüshası mevcuttur. Bunlardan biri Ahmet Ateş’in 1948 yılında, Burdur Vakıf ve Halkevi Kitaplığı nr. 735’te bulduğu, Ahmed-i Dâ’î külliyatı içindeki eksik divandır. İsmail Hikmet Ertaylan’nın “Mutâyebât” adıyla ayrı bir eser olarak düşündüğü şiirler, ayrı bir eser olmayıp divandan alınmış şiir ve şiir parçalarıdır. Divanın ikinci ve tam nüs­hasını Tunca Kortantamer, Kahire’de Mısır Millî Kütüphanesi Dârü’l-kütüb ve’l-Vesâ’ik el-Kavmiyye’de 8658/23 numarada kayıtlı bulmuştur. Divanın tıpkıbasımı ve tenkitli metni yayımlanmıştır.

Ahmed-i Dâ’î’nin Farsça Dîvân‘ı, 816/1413 tarihinde telif edilmiş. Çelebi Mehmed’in tahta geçmesi münasebetiyle Sadrazam Hacı Halil Bey’e ithaf edil­miştir. Dîvân‘da 10 kasîde,24 gazel ve tamamlanmamış bazı şiirler vardır. Diva­nın tıpkıbasımı İsmail Hikmet Ertaylan tarafından yayımlanmıştır. Tulga Ocak ise üzerinde bir doktora çalışması yapmıştır.

Ahmed-i Dâ’î’nin, Emir Süleyman’ın eğlence meclislerinden aldığı ilhamla nazmettiği sanılan ve yer yer tasavvufî fikir ve motiflerle süslü bu didaktik-romantik mesnevîsi Çeng-nâme, gerek kendi mevzuunda gerekse zamanına kadar telif edilmiş örnekler arasında ilk orijinal mesnevî mahiyetindedir. 808/1405 ta­rihinde. Emir Süleyman adına aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazı­lan eser, 1446 beyitten oluşmaktadır. Eserin sadece bir parçasının değişik vezin­le kaleme alındığı görülmektedir. Eser, çengin 24 teli ve doğu musikîsinin 24 makamına paralel olarak 24 bölüme ayrılmıştır.

Çengnâme, yer yer sâkî-nâme özel­liği taşıyan pitoresk ve romantik bir eser olup, güzel bir efsane ve destan mahi­yetindedir. Hem kullanılan dil hem ifade ediş tarzı hem de edadaki canlılık ve sa­mimiyet yönünden devrinin en mükemmel eserlerinden biri sayılabilecek eserde yer yer güzel Türkçe tabirler ve sade mısraların kullanıldığı görülmektedir. Gü­zel bir tekniği bulunan eser, bütün vasıflarıyla devrinin en üstün şiirlerinden olup nazım dili bakımından da ileri seviyededir.

Bu eserde çeng bir sembol olarak kullanılmıştır. Burada çeng, insanı ve özel­likle de âşığı simgelemektedir. Çeng aslından ayrılmış garip zavallı birisi olup geldiği yerde yâni dünyada tutsak gibidir. Mevlânâ’nın A/esnevf sindeki ney ile Çeng-nâme’deki çeng bu yönden oldukça benzer bir konuma sahip bulunmakta­dırlar.

Çeng-nâme’rim Burdur, Konya ve Sivas’ta olmak üzere bilinen üç nüshası vardır. İsmail Hikmet Ertaylan’ın Vasfi Mahir Kocatürk’ten aldığını söylediği nüshanın aslında Koyunoğlu nüshası olduğu anlaşılmıştır. İsmail Hikmet Ertaylan. Burdur nüshasının tıpkıbasımını diğer eserleriyle birlikte yayımlamıştır. Koyunoğlu nüshası ise, başında Ahmed-i Dâ’î ve eser hakkında bir tetkik ile birlikte Gönül Alpay tara­fından tıpkıbasım olarak neşredilmiştir. Aynı müellif tarafından daha sonra geniş bir inceleme ile birlikte Burdur ve Koyunoğlu nüshaları kullanılarak tenkitli bir me­tin yayımlanmıştır.

Câmasb-nâme İranlı Nasîrüddîn-i Tûsî’nin (ö. 672/1274) gizli ilimlerden bahseden “yıldız-nâme” türündeki otuz üç beyitlik aynı adlı mesnevisinin geniş­letilmiş tercümesidir. Tûsî bu eserinde Hz. Peygamber’in hicretinden 803’e ka­dar olan dönem içerisinde olacak olaylardan bahsetmiştir. Dâ’î’nin bu eseri bugünkü bilgilere göre Câmâsb-nâme’mn Türkçeye ilk tercümesidir. Farsçasında olduğu gibi aruzun “feûlün feûlün feûlün feûl” kalıbıyla yazılmıştır. Timur’un Anadolu’yu istilası üzerine yazıldığı tahmin edilen mesneviyi İsmail Hikmet Er-taylan iki nüshadan yararlanarak yayımlamıştır.

II. Murad’ın şehzadeliği sırasında yazdığı Ukûdü’l-cevâhir, Arapçadan Farsçaya manzum bir lügattir. Reşidüddin Vatvat’ın Nukûdü’z-zevâhir ve Cuhû-dü’l-cevâhir isimli Arapça Farsça sözlüğünün çevirisi olan eser İ. H. Ertaylan ta­rafından faksimile metin olarak yayımlanmıştır.

Vasiyyet-i Nûşirevân-ı Âdil be-Püsereş Hürmüz-i Tâcdâr tamamen didaktik mahiyette 115 beyitlik bir mesnevi olup aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılmıştır. Mesnevinin başında yer alan dokuz beyitlik mukaddime ile hatimedeki bir kısım beytin dışında kalan bölüm Farsçadan tercüme edilmiştir. Adaletiyle meşhur Nûşirevân’ın oğlu Hürmüz’e hitaben verdiği öğütleri aktaran bu didaktik eser, aynı zamanda bir siyaset-nâme özelliğine de sahiptir. Dâ’î, baş­tan sona cinaslarla Örülü bu eserini oluştururken ayet, hadis ve atasözlerinden ya­rarlanmıştır. Eser, çocuk muhatap alınarak yazılan ilk nasihatnâme kabul edil­mektedir. Nitekim Ahmed-i Dâ’î burada, Hürmüz sembolünden hareketle bütün çocuklara öğüt vermeyi amaçlamıştır. Eseri önce İ. H. Ertaylan tıpkıbasım olarak yayımlanmış, daha son­ra Mahmut Kaplan yeni harflere aktararak neşretmiştir.

Kim Kimdir? sayfasına dön! «|