Sezai Karakoç
Tarih: 23 Haziran 2014 | Bölüm: S | Yorumlar: Yorum yok.
Sezaî Karakoç, “Büyük Doğu” mektebinde yetişmiş kuvvetli, sanat ve fikir dolu şiirleriyle düşüncesine karşı olan gruplara da varlığını ve sanatını kabul ettirmiştir. 1960’ta Rönesans manasında kullandığı “Diriliş” kavramının temele alarak “Diriliş” dergisini çıkarmıştır. Necip Fazıl’dan farklı olarak İslâmî bir varoluşçuluğu benimsemiş görünmektedir. O, varoluş sebebimiz olarak Hz. Peygamber’in sancağını ve davasını göstermektedir. O, İslâm’ın insana doğumundan çok önce başlayan ve ölümden sonra devam eden bir varoluş vaadettiğinden hareketle, insan hürriyetini ruhun hür olmasına, bunu da ruhun dirilişine bağlamaktadır. Çünkü ruh, ona göre, tam hür değildir.
Onu çevreleyen çeşitli disiplin daireleri vardır. Bunlar, insan-üstüler (melekler), olaylar ve tabiat dairesi, tarihî önderler, veliler ve kahramanlar dairesi, peygamberler, kitaplar, takdir (kader) ve ehadiyet (zât) daireleridir. Ruh, bu içiçe varlık derece ve bölgelerinden gelen yardım ve engellerle çevrilidir. Bunlardan ruha iyi ve kötü tesirler gelir. Ruh, bunları hür olarak seçebilir. Fakat her zaman hür olarak icraya koyamaz. Sezaî Karakoç, şiirinin muhtevasını ve gayesini şöyle açıklamaktadır: “Benim şiirim aşk, hürriyet, arayış ve ölüm gibi, varolmanın dinamitlendiği noktalarda trajik espiriyi, irrasyonele, absürde bulanmış, mutlakı zapt etmektir.” Sezaî Karakoç, “İslâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü” “Şiir”, “Yitik Cennet”, “Kıyamet Aşısı”, “Ruhun Dirili-i”, “İnsanlığın Dirilişi”, “Sütun I-II”, “Diriliş Neslinin Amentüsü” gibi eserlerinde ve şiirlerinde fikirlerini beyan etmiştir.
Sezaî Karakoç, bir ruhçu olarak, ruhun, maddeye olan zıtlığın çatışmasından dolayı ilerlediğini söyler ve bu konuda dinin önemini ortaya koyar: “İnsanoğlunu en yüce duygulara, yaşantıya götüren dindir. İnanç ve tapınmadır. İnsan tapınırken en samimi duygusunu yaşamaktadır. İçgüdülerin üstüne çıkmıştır. Kendini aşmıştır”. Ona göre, dünya Allah’ın önümüze açtığı bir kutlu sofradır. “Tabiat ve evren, manevî bir bağ ile müminin avucunda erirler; onunla kaynaşırlar”. “İnsanın dirilişi bir müjdedir.” “Müslüman olmak bir müjdedir.” “Tabiat bir müjdedir.” “Saatlerin akışı, zamanın anıları saklayışı, tarih, yontulmaya elverişli mermer hep birer imkân olarak bize bağışlanan müjdelerdir.”
Necip Fazıl Kısakürek
Tarih: 22 Haziran 2014 | Bölüm: N | Yorumlar: Yorum yok.
Necip Fazıl, Cumhuriyet döneminde yetişen en güçlü şairlerden birincisi ve en büyük tiyatro yazarlarından biridir; otuz üç yaşına kadar serazâd bir hayat yaşamış ve sonra Nakşibendi Şeyhi Abdülhakim Arvasi ile karşılaşmış, İslâm’a dönmüş, yahut İslâm’ı yeniden keşfetmiştir. A. Arvasî ile tanıştıktan sonra, zihnî ve kalbî bir bunalıma girmiş, bu bunalımın doğurduğu dehşetli anları “Çile” adlı şiirinde anlatmıştır:
Bir bardak su gibi çalkandı dünya;
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk
***
Aylarca gezindim yıkık ve şaşkın,
Benliğim bir kazan ve aklım kepçe,
Deliler köyünden bir menzil aşkın,
Her fikir içimde bir çift kelepçe
***
Akrep nokta nokta ruhumu sokmuş,
Mevsimden mevsime girdim böylece,
Gördüm ki, ateşte, cambazda yokmuş,
Fikir çilesinden büyük işkence.
Bu uzun, uykusuz, duraksız ızdırap dolu bunalımdan (Angoisse) sonra içindeki deniz duruluyor; dünyaya edindiği bilgilerden kafasını temizliyor. Tıpkı F. Bacon’un zihni idolden (putlar) temizlemesi gibi. Ama ikisi farklı gayelerle yapıyorlar. Bu zihnî temizlemenin zorluğunu “Kustum öz ağzımdan kafatasımı” mısralarıyla ifade etmiş:
Ateşten zehrini tattım bu okun
Bir anda kül etti can elmasımı
Sanki burnum, değdi burnuna (yok)
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.
Amaç – Sonuç Cümleleri
Tarih: 22 Haziran 2014 | Bölüm: Cümlede Anlam, Dil-Anlatım | Yorumlar: 82 Yorum var.
Amaç – sonuç cümleleri, kişinin bir işi gerçekleştirmeye yöneldiğini belirtmekte ve bu hedefe ulaşmak için bir şeyler gerçekleştirmesini ifade etmektedir. Şöyle ki, bir insanın yerine getirmek istediği düşünce “amacı” ifade eder. Bu amaç “arkadaşı ziyaret etmek, sınıfı geçmek, araba satın almak, bilgi edinmek, dikkat çekmek” gibi her türden düşünceyi karşılayabilmektedir. Böyle hedefleri gerçekleştirmek için yapılan tüm çabalar; iş, oluş ve hareket ise “sonuç” ile ifade edilir. Bu örneklerin sonuçları “köye gitmek, çok çalışmak, para biriktirmek, dilekçe yazmak, sesli konuşmak” gibi şeyler olabilir.
Cümlede belirtilen amaç ifadesi, mutlaka istendik yönde iş ve hareketleri kapsamaktadır. Mesela “Hızlı koştuğum için, ayağımı burktum.” cümlesinde kişinin amacı ayağını burkması olarak kesinlikle kabul edilemez. Çünkü ayak burkulması, kimsenin istemeyeceği bir sonuçtur. Ayağı burkulan kişi bunu kasıtlı olarak, isteyerek yapmadığına göre, “hızlı koşma” işi bir amaç ifade edemez; bu ancak “neden-sonuç” cümlesi olarak kabul edilebilir. İşte amaç cümleleri, mutlaka kişinin istediği yönde bir şeyi ifade etmelidir. Örneğin “Kafamı dinlemek üzere tatile çıkıyorum.” cümlesinde, kişini tatile çıkması bir sonuçtur. Bu sonuç, istendik bir amacı gerçekleştirmeye yöneliktir. Yani kişi kafasını dinlemeyi amaçlıyor ve sonuç olarak tatile çıkıyor. Bu nedenle cümle bir amaç-sonuç cümlesidir.
Amaç – sonuç cümleleri, aklımızda “her zaman olumlu olmalı” gibi bir düşünce oluşturabilir; fakat bu kesinlikle yanlıştır. Yani her amaç, iyi niyetle gerçekleşecek diye bir kural yoktur. Mesela “Adamı öldürmek için silahını çıkardı.” ifadesi bir amaç – sonuç cümlesidir. Çünkü adamı öldürmek, o kişinin istediği / amaçladığı bir davranıştır. Bunun sonucu olarak silahını çıkarmıştır. Bu şekilde düşünmeli ve her amaç – sonuç ifadesinin olumlu olmasını beklememeliyiz.
Ahmet Hamdi Akseki
Tarih: 22 Haziran 2014 | Bölüm: A | Yorumlar: Yorum yok.
Cumhuriyet’ten önce çeşitli yayınları ile tanınmış olmakla beraber, Cumhuriyet döneminde, Tedrisat Umum Müdürlüğü ve Diyanet İşleri Başkanlığı gibi yüksek görevlerde bulundu. O’nu şöhretli kılan “İslâm Dini”, “Askere Din Kitabı”, “Köylüye Din Dersleri”, “Yavrularımıza Din Dersleri” gibi geniş kitlelere, çocuklara ve köylüye varıncaya kadar herkese hitap eden kitaplarıdır. Bilhassa; “İslâm Dini” adlı eseri milyonlarca satılmıştır.
Ahmed Hamdi, daha önceleri felsefe dersleri de verdiği için felsefeyle yakından ilgilenmiştir. Bu alâkanın bir neticesi olarak “Ruh ve Bekâ-yı Ruh” adlı ruh ve onun ölümsüzlüğünü ele alan bir kitap yazmıştır. Kitap presokratiklerden başlayarak H. Spencer’e gelinceye kadar filozofların görüşlerini incelemiş, arada özel olarak kendi görüşlerini beyan etmiştir. Eseri 1923’te Maarif Vekaleti (M.E.B.) 300 liraya satın almış, fakat basmamıştır.
Ahmed Hamdi Akseki, “Bu millet nasıl kurtulur?” sorusu “İslâm Dini, hakikî medeniyetin ruhudur” aklın önemi, bilginin ve ilmin değeri, vatan sevgisi gibi çeşitli konular üzerinde fikir yürütmüştür. O, İslâm toplumlarının ilerlemesini önleyen en büyük engel olarak şahsî menfaat duygusunun kamu yararının önüne geçmesini gösterir. Birtakım ıslahatın yapılmasını zorunlu görür. Fakat bizde yapılacakların Avrupa’dakinin aynısı olamayacağını özellikle belirtir. Müslümanların ilerlemesinin çaresi olarak da din âlimlerinin uyanık olmasını, dinin hedeflerini iyi anlamaları gerektiğini, ulemanın da matematik ve tabiî ilimleri bilmesi lüzumunu teklif eder. Ahmed Hamdi Akseki, yirmi kadar ilke tespit ederek İslâm’ın evrenselliğini ortaya koymaktadır.