Türk Harf İnkılabı
Tarih: 27 Mayıs 2013 | Bölüm: Türkçe | Yorumlar: Yorum yok.
Osmanlı Türkçesi, yüzyıllardan beri, yabancı dillerden alınan kelime ve kuralların etkisi altında çok şey kaybetmiştir. Bu dilin anlaşılabilmesi için Arap ve Fars dillerinin dilbilgilerinin ve birleşimlerinin bilinmesi gerektir. Bu da Türkçenin millî bir dil olmasına engel olmaktadır. Büyük halk kitlelerinin konuştuğu dil ile aydınların dili arasında büyük bir uçurum vardı. Atatürk zamanına kadar olan dili sadeleştirme çabaları başarılı olamamıştı.
Harf İnkılâbı’nın olumlu sonuçları alınmaya başlanmış olduğundan Atatürk dil çalışmaları ile uğraşmak için 12 Temmuz 1932’de, Türk Tarih Cemiyeti’ne kardeş olarak Türk Dili Tedkik Cemiyeti’ni kurdu. Cemiyetin amacı, Türkçenin sözlük, terim, dilbilgisi, cümle bilgisi, etimoloji konularını incelemek ve Türkçenin gelişmesine, dilimizin dünya dilleri arasındaki yerini belirtmeye çalışmaktadır. Dil konusuna titizlikle eğilen Mustafa Kemal, 1929 Eylül’ünde Ertuğrul yatı ile İstanbul’dan Zonguldak’a giderken bir telsiz haberinin eski yazılarla kendisine verilmesine çok sinirlenmişti.
Atatürk’ün direktiflerine göre, önce bir Dil Kurultayı toplanacak, Türk Dili Tetkik Cemiyet’in tezi orada Kurultay’a katılan uzmanların, yazarların, ozanların, basın yetkililerinin ve öğretmenlerin önünde açıklanacak ve onların düşüncesi de alınmak suretiyle dil işi ile olan ilgi genelleştirilecekti.
I. Türk Dili Kurultayı, 26 Eylül 1932’de Dolmabahçe Sarayı’nda toplandı. Amerika Genelkurmay Başkanı General Mac Arthur, Atatürk’ü ziyaret anında Kurultay’daki tezleri, konferansları ilgiyle dinlemişti. Bu ilk kurultayda, Kurum Başkanı Samih Rifat, amacı “Türk dilinin kendi millî kudretleri içerisinde inkişâfını aramak” olarak nitelemişti. Çalışmaların sonunda, bir tüzük düzenlendi. Bunun 20. maddesinde “Türk Dili I. Kurultayı’nın toplandığı 26 Eylül Türk Dili Tetkik Cemiyeti azalarınca Dil Bayramı olarak her yıl kutlanır” denilmekteydi.
İzmir Suikasti Girişimi
Tarih: 26 Mayıs 2013 | Bölüm: Tarih ve Kültür | Yorumlar: 1 Yorum var.
Mustafa Kemal’in muhalif ittihatçıları ve Terakkiperver Fırkası’nın bazı üyeleri Atatürk’ü öldürmek istiyorlardı. Bu işi tertipleyenlerden biri de eski milletvekillerinden Ziya Hurşit ile Kuvâ-yı Milliye komutanlarından Sarı Edip Efe ve arkadaşlarıydı. Mustafa Kemal, 10 Mayıs 1926’da Mersin’e gitmiş ve o bölgede beş gün kaldıktan sonra Ankara’ya dönmüştü.
M. Kemal’in Ankara’dan ayrılışının ertesi günü suikast yapılacağı haberi ve suikastçıların yakalandığı İsmet İnönü’ye telgrafla duyuruldu. Suikast haberi yurdun her yanında üzüntü yarattı. Tutuklamalar yapıldı ve onlar İstiklâl Mahkemesi’ne gönderildiler. İzmir’deki davanın dışında, olayın sorumluları olan terakkiperver üyeleri Ankara’da tutuklandılar.
Suikastın kendi şehirlerinde olmasından üzüntü duyan İzmirlilerin sevgi gösterisinde bulunmaları ve Ata’ya bağlılıklarını göstermeleri üzerine İzmir’de Naim Palas’ın kapısının önüne çıkan Atatürk düşmanların hareketleri inkılâpları önleyemeyecektir demiştir. İstiklâl Mahkemesi Savcısı Necip Ali, İstanbul’da bulunan Meclis Başkanı’na çektiği telgrafta, Millî Meclis’te üyeleri bulunan Terakkiperver Partisi’nin ileri gelenlerinin olayda asıl suçlu olduğunu açıklaması üzerine tutuklamalar Ankara’da da başlamıştı. Mustafa Kemal, 22 Haziran 1926’da millete hitaben yayımladığı bildiride, şahsına yapılan sevgi gösterilerinin, ulusun gizli politik düzenler karşısında ve inkılâplar açısından ne kadar uyanık olduğunu gösterdiğini açıklamakta ve teşekkür etmekteydi.
Atatürk’ün Türk Tarih Tezi
Tarih: 25 Mayıs 2013 | Bölüm: Tarih ve Kültür | Yorumlar: 1 Yorum var.
Atatürk, Avrupalıların, Türkleri sarı ırka bağlamak, yıkıcı ve medenî yetenekten yoksun olarak, medenî eser yaratamamak gibi ilmî kalıplar ileri sürerek ortaya koydukları iddialara inanmıyor, Türk vatanının bizim olduğunu, tarihin bunu ortaya koyacak en büyük manevî destek ve delil olduğunu ileri sürüyordu. Bunun için, önce kütüphane kurmakla işe başladı. Bunu büyük bir anket takip etti. Türkiye’de tarihle uğraşanlar, Türk tarihi ile ilgili kitapları incelemeye memur edildiler.
Tercüme edilen kitaplar, raporlar halinde Atatürk’e sunuldu. Bu çalışmaların ilk ürünü olarak, Türk milletinin cihan tarihindeki yerini ve rolünü belirten “Türk Tarihinin Ana Hatları” adlı eser 1930 yılında bastırıldı. Bir sene sonra da Türk Tarihi üzerinde çalışmalar yapmak üzere “Türk Tarih Heyeti” kuruldu (15.4.1931). Atatürk, bu heyete, Türk tarihini belgelere dayanarak yazmalarını, gerçeklerin dışına çıkmamalarını, Türklüğü acuna duyurmalarını söyledikten sonra “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.” demiştir.
26.9.1932 tarihinde Ankara’da Türk tarih profesörleri ve öğretmenlerinin katılmasıyla ilk kez Türk Tarih Kongresi toplandı ve Türk Tarih Tezi bu kongrede bilimsel bakımdan tartışıldı. Kültür alanımızda yeni bir tarih görüşü olan bu tez şöyledir: “Türk milletinin tarihi şimdiye kadar sanıldığı gibi yalnız Osmanlı tarihinden ibaret değildir. Türk’ün tarihi çok daha eskidir ve temasta bulunduğu milletlerin medeniyetleri üzerine tesir etmiştir.” Bu tez ile Türk tarihi, Etiler, Sümerlerden başlatılmakta ve en eski uygarlıkların Türklerden çıktığı ispat edilmektedir.
Türk tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Ancak, Mustafa Kemal Atatürk’e kadar bu geniş ve köklü tarihimiz gerektiği gibi araştırılıp ortaya konulamamıştır. Osmanlı döneminde, diğer sosyal ilimlerde olduğu gibi tarih konusunda da yeterli gelişme sağlanamamıştır. Dolayısıyla, başta aydınlar olmak üzere insanımıza tarih şuuru verilememiştir. Bu ise hızla ilerleyen ve bu gelişmeyi geri kalmış toplumları ezmek için kullanan Batılı devletler karşısında bir eziklik, kendine güvensizlik yaratmıştır.
Eleştiri Türleri Nelerdir?
Tarih: 24 Mayıs 2013 | Bölüm: Eleştiri | Yorumlar: 2 Yorum var.
Eleştiri (tenkit), uzun zaman beğenmeme veya kusur bulma olarak kabul edilmiştir. Eleştiriyi, kişiden kişiye değişen zevkin bir sonucu olmaktan kurtarmak, onu, değişmeyen prensiplere göre değerlendirmek gerekitği fikri XIX. yüzyıldan itibaren yaygınlaşmaya başladı. Birtakım yeni tenkit metodları ortaya kondu ve eserler bunlara göre değerlendirildi. Doğuşları büyük ölçüde edebiyat akımlarına bağlı olan bu metotların başlıcaları şunlardır:
Tarihî Eleştiri: Bu metot, edebî eseri, yazarın hayatına, yetişme şartları ve devrin özelliklerine göre inceleme esasına dayanır. Bu görüşe göre eserden çok sanatkâr önemlidir. Eser, onu meydana getirene bağlı olarak açıklanmaya çalışılır ve daima ikinci planda kalır. Bu metot biyolojik, psikolojik ve fizyolojik tenkit gibi türlerin doğmasına yol açtı.
Sosyolojik Eleştiri: Bu tenkit anlayışı, edebiyatın kendi başına var olmadığı, toplum içinde yer tuttuğu ve toplumun bir ifadesi olduğu prensibinden hareket eder. Yazarı, eseri ve okuyucuyu sosyal şartlar belirlediğine göre, yapılacak iş müspet ilimlerdeki gibi davranmak ve sosyal şartlar üzerine eğilerek eseri açıklamaya çalışmaktır. Bu anlayışa göre eleştirinin konusu fizik kanunlannda olduğu gibi edebi eserleri “açıklamak, sınıflandırmak ve haklannda hüküm vermektir“.
Göreceli (izafî) Eleştiri: Bu anlayışa göre eleştiriye bir sınır koymak mümkün değildir. Herkes kendi zevkine ve şahsî düşüncesine göre edebî eseri değerlendirebilir. Bu anlayış değerler karışıklığına sebep olur.