Patrona Halil
Tarih: 19 Ocak 2012 | Bölüm: P | Yorumlar: 2 Yorum var.
Tarihe Patrona Halil Ayaklanması, Patrona Vakası ya da Patrona İsyanı olarak geçen ve Lale Devri’nin kapanmasıyla sonuçlanan olayın baş kahramanıdır.
Horpeştelidir. Uzun zaman leventlik ve Rumeli’de yeniçerilik yaptı. Kaptan-ı Derya’nın üç yardımcısından biri olan Patrona adı ona bu görevde bulunduğundan değil, hemşehrilerinin verdiği lakaptan ileri gelir. Bu ayaklanmadan önce 1720′de Vidin’de bir ayaklanmaya önderlik eder. İstanbul’a döndükten sonra pek çok yeniçeri gibi esnaflık, tellaklık yapmaya başladı. Gündüzleri sokak sokak dolaşarak yüksük, iğne ve iplik satmakta, akşamları ise kazandığı parayı Galata meyhanelerinde harcayarak hayatını sürdürmekteydi. Bu sırada bir cinayet işledi, Galata Voyvodası tarafından tutuklanmasına rağmen Kaptan-ı derya Mustafa Paşa’nın araya girmesiyle bağışlandı.
Patrona Halil 28 Eylül 1730′da başlayan ve Damat İbrahim Paşa’nın idamı, III. Ahmed’in tahttan indirilmesiyle sonuçlanan isyanda ön planda olmasına rağmen bu isyanın arkasında Damad İbrahim Paşa’nın hasımlarının olduğu söylenir. Memleketi uzun süre meşgul eden, birçok kişinin ölümüne sebep olan ayaklanma hareketi sonucunda Patrona Halil bir takım tavizler kopardı. İstanbul’da yüzlerce evi yaktı, haraç toplamaya vermeyenleri öldürmeye başladı. Ayrıca devlet kademelerinde atamalarda söz sahibi oldu. Ancak bir süre sonra, I. Mahmud ve Kaptan-ı Derya Mehmed Paşa’nın zekice planı sonrası kendisine rütbe ve makam verileceği gerekçesiyle saraya çağırılarak öldürüldü.
Muhibbi
Tarih: 17 Ocak 2012 | Bölüm: M | Yorumlar: Yorum yok.
Asıl adı Süleyman olup Osmanlı Devleti’nin onuncu hükümdarıdır. Babası Yavuz Sultan Selim’in altı kızından başka tek oğlu olup, annesi Hafsa Sultan’dır. Yavuz’un Trabzon valiliği sırasında dünyaya gelmiş ve ilk eğitimini Trabzon’da görmüştür. Henüz on beş yaşında iken önce Karahisar sancak beyi, amcası Ahmed’in itirazı üzerine de Bolu sancak beyi olarak atanmıştır.
1509’da bir aralık Kefe’ye nakledildikten sonra İstanbul’da kaymakamlık vazifesiyle kalmış ve ardından 1513’te Saruhan sancakbeyliğine getirilmiştir. Babasının ölümü üzerine 26 yaşında bulunduğu 17 Şevval 926/30 Eylül 1520 tarihinde tahta geçti. Belgrat, Rodos, Mohaç, Viyana, Alaman, Irakeyn, Pulya, Karaboğdan, Istabur, Estergon, İran, Nahcivan ve nihayet Sigetvar olmak üzere bizzat on üç sefere kumandanlık eden Kanunî, seferde ölen dördüncü Osmanlı padişahıdır.
Sokollu tarafından ordudan ve hatta hazı önde gelen devlet adamlarından dahi başarıyla gizlenmiştir. O sırada Kütahya valisi olan oğlu Şehzade Selim’in yaklaşık yirmi gün sonra Sigetvar’a gelişi kadar, cesedi tahnit edilerek iç organları Otağ-ı Hümâyûn’da bir yere defnedilmiş, cesedi ise gizlice yaptırılan ve otağa sokulan bir tabut içinde tahtın altına gömülmüştür. Daha sonra İstanbul’a getirilen naşı, kendi inşa ettirdiği Süleyma-njye Camii avlusuna defnedilmiştir.
Zati
Tarih: 16 Ocak 2012 | Bölüm: Z | Yorumlar: Yorum yok.
Asıl adı Sehî ve Latîfî’ye göre Bahşî, Âşık Çelebi ‘nin halk arasında yaygın rivayetten nakletmesine nazaran Satılmış’tan bozularak Satı olup, bu ismi “Zatî” şeklinde mahlas edinmiştir. Ancak kendi ifadesine göre asıl adı ivaz olup bu da Ebced hesabıyla doğum tarihini (876) vermektedir.
Gençlik yıllarında Balıkesir’de geçimini çizmecilikle sağlayan Zatî, II. Bayezid’in saltanatı yıllarında İstanbul’a gelmiş ve burada şiirde ilerlemek için gerekli bilgileri edinmeye çalışmıştır. Bu arada Müneccim-zâde’den remil kaidelerini öğrenen Zâtî’nin şairliği yanında remmallik de ömrü boyunca geçimini sağladığı ikinci mesleği oldu. Aynı dönemde Hadım Ali Paşa’nın divan kâtibi Mesîhî ile tanışarak onun vasıtasıyla paşanın himayesine girdi.
Ali Paşa aracılığı ile padişaha biri nevruz ve diğeri de bayramlarda olmak üzere yılda üç kaside sunmaya ve bu arada zamanın devlet ve bilim adamlarının sohbet meclislerine girmeye başladı. Zamanla Hacı Hasanzâde, Hersek-zâde veTâcî-zâde’nin ihsanlarına nail oldu. Bu arada Sultan II. Bayezid, kendi isteği üzerine zamanın şairlerinin gönderdikleri gazeller arasında Zâtî’ninkini çok beğenerek ona bir mansıb verilmesini emretmişse de, sağırlığı buna engel olduğundan kendisine Bursa ve diğer yerlerden otuz akçelik tevliyetler verildi. Fakat padişahın şairlere dağıttığı “sâlyâne” 1= yıllık) ve diğer şiirlerinden elde ettiği gelir daha iyi olduğundan, İstanbul’daki dostlarını da bırakmama düşüncesiyle buna rağbet etmedi.
Hadım Ali Paşa’nın şehadeti ve taht kavgasıyla geçen karışık yıllar ardından Yavuz’un tahta geçmesi üzerine ona bir cülu-siye sunarak karşılığında Bursa ve Balıkesir’de iki köyün geliri kendisine bağlandı. Kanunî ve şairleri himaye eden İbrahim Paşa devrinde de saraydan fazla bir ilgi göremedi. Kanunî’nin oğlu Şehzade Mehmed sancağa çıkarken, kendisine Dîvân’ım sunduysa da beklediğini bulamadı.
Ahmet Paşa
Tarih: 10 Ocak 2012 | Bölüm: A | Yorumlar: Yorum yok.
Fâtih döneminde vücut bulan kültürel ve sosyal gelişmelerle beslenerek kendine mahsus özellikleriyle ilk klâsik hüviyetini kazanmış şair Ahmed Paşa’dır. Sultan II. Murad’ın kazaskerlerinden Veliyüddîn Efendi’nin oğludur. Tahsilini tamamladıktan sonra müderris olarak Bursa Muradiye Medresesi’ne atandı, ardından Molla Hüsrev’in yerine 1451’de Edirne’ye gönderildi.
Fâtih’in tahta geçmesinden sonra önce kazasker, sonra da ona musahip ve müderris oldu. Kısa zamanda vezirlik rütbesine ulaştı. İstanbul’un fethi sırasında padişahın Ahmed Paşa‘yı gerek askerin maneviyatını yükseltmesi, gerekse her konuda kılı kırk yaran bir kişiliğe sahip olması sebebiyle hemen hiç yanından ayırmadığı görülür. Kendisine bu devrede “Sipâhî Müftüsü” dendiği bilinmektedir. Padişaha olan aşırı yakınlığı bazı hasımlarının kıskançlığını celbetmiş olmalı ki, bir zaman sonra bazı dedikodular üzerine onun gazabına uğradı ve tutuklanarak sarayın kapıcılar odasına hapsedildi.
Kısa bir zaman sonra padişaha hitaben yazdığı meşhur “Kerem Kasidesi“ni göndererek, kendini affettirdiyse de bir daha saraya giremedi. Affedilerek Bursa’ya gönderilen paşa, önce Orhan Gazi ve Muradiye medreseleri mütevelliliğine getirildi. Daha sonra Sultanönü, Tire ve Ankara sancakbeyliklerine atandı. II. Bâyezîd zamanında yeniden sarayın iltifatını kazanarak Bursa sancak beyliğine atanmıştır. 1497 tarihinde Bursa’da ölmüştür.
Zamanının “şuarâ-yı Rûm“u olarak adlandırılan Ahmed Paşa’nın Bursa’da evi edebî toplantı yeri hâline gelmiş, birçok şair onun evinde toplanmış; birbirlerine şiirlerini okumuşlardır. Bunlar arasında Harîrî, Resmî, Mîrî, Çağşırcı eyhî gibi şairler sayılabilir. Ahmed Paşa’nın ünü daha sağlığında Osmanlı sınırlını aşarak şark Türkleri arasına kadar ulaşmıştır. Şekil güzelliğini ahenk ve arı şiirde her şeyden üstün tutan üslûbu temiz, zevki asil bir sanatkâr olan Ahmet Paşa’ya hayâli dar, duygusu noksan bir şair denilemez.