Cem Sultan
Tarih: 26 Aralık 2011 | Bölüm: C | Yorumlar: Yorum yok.
Fâtih devri şairlerinden olan Cem, II. Mehmed’in üçüncü oğludur. Henüz üçük bir çocukken aldığı özel derslerle Arapça ve Farsça öğrenmeye başlayan -em, 10 yaşındayken gazel yazmaya başlamıştır. Sehî Bey, Cem’in şiirlerinin hayâl dolu, gazellerinin öğretici olduğunu söyler. Latîfî ve Âlî onun şairliğini verler. Âşık Çelebi, tezkiresinde onun musahiplerinden Sa’dî-i Cem ile Divanı-ı ve “kerem” redifli kasidesini II. Bâyezîd’e gönderdiğini bildirmektedir. Affedilmesi umuduyla ağabeyine yolladığı yetmiş dört beyitlik kasîde olumlu bir sonuç vermemiştir.
Yine aynı tezkîreden “râiyye” kasidesinin daha o zamanlar bir hayli ünlü olduğu anlaşılmaktadır. Köklü bir kültüre sahip olan ve klâsik edebiyatı çok iyi bilen Cem Sultan, İran edebiyatına derin vukufu sayesinde zengin hayâllerle dolu şiirler yazmıştır. Birinci sınıf şair olmamakla birlikte şiirlerinde klâsik edebî mazmunları, kıssa, hikâye ve efsanelerle divan edebiyatının hayâl dünyasına ait unsurları çok iyi kullanmıştır. Şiirlerinde devamlı olarak yalnızlıktan ‘kâyet eden Cem Sultan’ın romantik bir ruh hâli içinde olduğu görülür. Oğlunun öldürülmesi üzerine yazdığı mersiyede kederli bir babanın acısını iyi yansıtmıştır. Şiirlerinde daha çok Ahmed Paşa’nın etkisinde kalan
Cem’in, özellikle memleketinden uzakta bulunduğu yıllara ait şiirlerinde vatan hasreti çektiği görülür. Bu şiirlerde Cem, samimi, hüzünlü ve tamamen yaşadıklarını ifade etmekte olduğu için oldukça dokunaklıdır.
Cem Sultan’ın Türkçe Dîvânı’mn tıpkıbasımı (İsmail Hikmet Ertaylan, Sultan Cem, İstanbul 1951) ve tenkitli metni yayımlanmıştır (Halil Ersoylu, Cem Sultan’ın Türkçe Divan‘ı, Ankara 1989). Tenkitli basımda 2 tevhid, 1 münâcât, 2 na’t, 4 kasî-de, 1 terkîb-i bend, 1 tercî-i bend, 348 gazel, 1 rubaî, 41 muamma ve 19 müfred bulunmaktadır. Mehmet Arslan, Sultan Cem’in 41 muammasından 15 tanesini gerekli açıklamalar ve çözümleriyle birlikte neşretmiştir (“Muamma Geleneği ve Cem Sultan’ın Bazı Mu’ammalan”, Yedi İklim, nr. (24)+6, 1992, s. 30-32).
Şeyhi
Tarih: 25 Aralık 2011 | Bölüm: Ş | Yorumlar: Yorum yok.
XV. asrın en önemli isimlerinden olan Şeyhî, Germiyanoğulları sınırları içinde yetişmiş büyük bir sanatkârdır. İsmi kaynaklarda bazen Yûsuf, bazen de Sinan olarak geçer. Tabip oluşu sebebiyle Hekim Sinan diye de anılır. İlk eğitimine o devrin Anadolu’daki önemli kültür merkezlerinden biri olan Kütahya’da başladı ve bu arada şair Ahmedî’den ders gördü. Tezkirelerin bildirdiğine göre yine genç yaşlarında eğitimini ilerletmek üzere İran’a gitti, burada tasavvuf, hikmet ve tıp eğitimi gördü. Sehî’ye göre; Seyyid Şerîf-i Cürcânî ile sınıf arkadaşı oldu.
O yıllar İran edebiyatında Kemâl-i Hocendî, Selmân-ı Sâvecî ve Hâfız-ı Şîrâzî gibi .büyük şairlerin yoğun olarak rağbet gördükleri bir devreyi oluşturduğundan kendisi de bunlardan etkilenerek memleketine döndü. İran dönüşü sırasında Ankara’ya uğrayarak Hacı Bayramdı Velî’ye intisap ederek “Şeyhî” lâkabını aldı. Memleketi Germiyan’da bir attar dükkânı açıp tabipliğe başlayan şair, önce Germiyan beyi II. Yakub’un hizmetine, daha sonra da Süleyman Şah’ın saltanatı döneminde Germiyan’ın Osmanlılar’a düğün hediyesi olarak verilmesi üzerine Çelebi Mehmed ile II. Murad’a intisap etti.
Çelebi Sultan Mehmed’in Karaman seferi sırasında (818/1415) Ankara’da rahatsızlanması üzerine çağrılak tedavide başarı göstermesi üzerine, kendisine Tokuzlu köyü tımar olarak vermiş ve sultanın hususî tabipliğine tayin edilmiştir. Bu yüzden Şeyhî, Osmanlı oynaklarında Osmanlı Devleti’nin ilk “re’îsü’l-etibbâ”sı yâni hekimbaşısı ola-österilir. Sultan II. Murad’ın 1421 ‘de tahta geçişinden sonra onu ziyaret için gelen Şeyhî, ömrünün son yıllarını memleketinde geçirmiştir. Kabri ahya da Yoncalı yolu üzerinde, bir adı da Dumlupınar olan şehre yedi kilometredeki Çiftepınar köyündedir. 1961 senesinde kendisine eski mimari üslupta bir mezar inşâ edilmiştir.
XIV. asrın sonu ile on beşinci asrın ilk yarısında yaşamış olan Şeyhî’nin de dönemin şairleri gibi, İslâmiyeti kabul eden Türkler arasına dokuz ve onuncu asırlardan itibaren giren ve İran mutasavvıflarının tesiri altında gittikçe genişleyen tasavvuf cereyanlarına yabancı kalmadığı görülmektedir. Nitekim XIV ve XV. asırlarda Anadolu’da yetişen Türk şairlerinin eserleri tetkik edildiğinde, bu sanatkârların tasavvufu İran mutasavvıflarının kullandıkları remizlerle terennüm ettikleri görülür. Bilindiği gibi önce tasavvufî nazariyeleri Senâî, Ferîdüddîn-i Attâr tarzında açık ve kısmen remizsiz yazan Türk şairleri yavaş yavaş bu felsefî görüşü mecazî aşk ile karıştırmışlardır. Kemâl-i Hocendî, Selmân-ı Sâvecî, Hâfız-ı Şîrâzî gibi büyük şairler tarafından kullanılan bu üslûp Şeyhî’yi de cezbetmiştir. Onların elinde ince ve akıcı bir yapı kazanan tasavvuf bizim klâsik edebiyatımıza esas itibariyle Şeyhî ile girmiştir.
Ahmedi
Tarih: 25 Aralık 2011 | Bölüm: A | Yorumlar: Yorum yok.
Bu dönemde yetişen en önemli şairlerden biridir. Muhtemelen 735/1334-35 yılında doğmuştur. Asıl adı İbrahim, lakabı Tâceddîn, babasının adı Hızır’dır. Hayatı hakkındaki bilgiler yetersiz ve tutarsızdır. Kaynaklar Ahmedî’nin Germiyanlı veya Sivaslı olduğuna dair iki rivayeti tekrar ederler. Tunca Kortantamcr ise onun Amasya’da doğmasının akla daha yatkın olduğunu belirtir. İlk öğrenimini nerede ve nasıl yaptığı da kesin olarak bilinmemektedir. Ancak kaynaklar bilgisini artırmak için Mısır’a gittiği ve orada Şeyh Ekmeleddîn’in öğrencisi olduğu görüşünde birleşirler.
Ahmedî dinî ilimlerle birlikte tıp, astronomi, geometri gibi ilimleri de öğrenmiştir. Ahmedî, Mısır’dan tekrar Anadolu’ya dönünce bir ara Aydınoğullarf ndan Ayaş Beğ’e intisap etmiş, sonra Germiyan Beği Süleyman Şah’ın hocası ve müşaviri olmuş, daha sonra ise; Osmanlı hükümdarı Yıldırım Bâyezîd’in hizmetinde bulunmuş, onun mağlubiyeti üzerine Timur‘un yanında kalmıştır. Sonra Şehzade Emir Süleyman ile Edirne sarayında bulunmuş, ardından Sultan Çelebi Mehmed’e intisap etmiş ve seksen yaşlarında Amasya’da ölmüştür.
Mirkatü’l-edeb Aydınoğullan’ndan İsa Bey’in oğlu Hamza Bey için yazılmış Arapça-Farsça manzum bir lügattir. Bu eseri ilk önce Nihat Çetin tanıtmıştır. Sonra Ali Alparslan eserin başka bir nüshasını tespit ederek onu tanıtmış ve isminin Mirkat-i Edeb olması gerektiğini savunmuştur (“Ahmedî’nin Yeni Bulunan Bir Eseri Mirkat-i Edeb”, TDED, c. X, İstanbul 1960, s. 35-40). Ali Alparslan’ın tanıttığı 957 tarihinde istinsah edilmiş nüsha, mukaddime ve iki esas bölüme ayrılmakta olup, baştan sona manzumdur. Mukaddime kısmı 33 beyittir.
Eserin birinci bölümü 77 sayfalık Arapça-Farsça lügat kısmı olup irili ufaklı 45 adet kıt’aya ayrılmıştır. Ahmedî bu kıt’alann birçoğunun sonunda kendini, eserini ve bilgiyi öven sözler söylemiştir. Eserin ikinci bölümü ise; 15 sayfa olup 27 küçük kısımdan ibarettir. Ahmedî burada kısaca sarf ve nahiv kaidelerinden, burçlardan ve onlara tekabül eden sayılardan, peygamberlerden, Aşere-i Mübeş-şere’den ve diğer konulardan bahsetmiştir. Eser 6 beyitlik bir hatime ile biter.
Mîzânu’l-edeb ve Mi’yârü’l-edeb’den birincisi Arapçanın sarfına, ikicisi ise nahvine dair Farsça olarak nazmedilmiş kasidelerdir. Bedâyi’u’s-sihr fî-Sanâyi’i’ş-şi’r adlı eser, Farsça mensur bir risale olup Reşîdüddîn Vatvât’m (ö. 573/1177-78) Hadâ’iku’s-sihr adlı eserinin, edebî sanatlara ait açıklamalarının özetlenip Farsça örnekleri arttırılarak meydana getirilmiştir. Risalenin tek nüshası, Konya Mevlânâ Müzesi’nde bulunan bir mecmuada yer almaktadır (nr. 2540/1, vr. lb-71a).
Coğrafi Keşifler / Nedenleri ve Sonuçları
Tarih: 25 Aralık 2011 | Bölüm: Performans ve Proje Ödevleri | Yorumlar: 242 Yorum var.
Doğudan başlayan ticaret yolları yüzyıllarca Avrupa’nın çeşitli ihtiyaçlarını karşılamada can damarı olmuştur. Özellikle bunlardan en önemlileri olan İpek ve Baharat yollarının Osmanlı Devleti’nin eline geçmesi, Avrupalıları yeni yollar aramaya sevk etti. Orta Çağ’ın sonuna kadar dünyanın pek çok yeri bilinmiyordu. İşte bu yeni yollar arama girişimleri sırasında pek çok yer ilk kez keşfedildi ve yeni ticaret yollan bulundu. Yeni Çağ’ın başlarında meydana gelen bu keşif olaylarına “Coğrafî Keşifler” adı verilir.
Coğrafi Keşiflerin Nedenleri:
1) Bilimsel, teknik alandaki ilerlemeler:
— a) Pusulanın sapma açısının hesaplanması
— b) Gemicilik sanatında ilerleme
— c) Coğrafya bilgisinde ilerleme
2) Doğu ülkelerinin zenginliği (Haçlı Seferleri ile Coğrafi Keşiflerin ortak nedenidir,)
3) Cesur gemicilerin yetişmesi
4) Avrupalıların dünyayı tanıma ve Hıristiyanlığı yayma amaçları
5) Avrupalıların Hindistan!a ulaşmak için yeni yollar aramaları (ipek ve Baharat Yolları Türklerin elindeydi.)
6) Kralların Coğrafi Keşifleri teşvik etmeleri.
Nedenlerinin ayrıntılı incelemesi:
a. Ticaret yollarının Müslümanların eline geçmesi: Çin’den başlayan İpek Yolu, Hazar Denizi’nde iki kola ayrılıyor, kuzey kolu Kırım limanlarında son bulurken güney kolu Karadeniz kıyılarından İstanbul’a ulaşıyordu.
Diğer önemli bir yol olan Baharat Yolu ise Hindistan’dan başlıyor ve kuzeyde Suriye limanlarında, güneyde ise İskenderiye’de son buluyordu. Özellikle denizci İtalyan devletleri bu limanlardan aldıkları malları Avrupa’ya satıyorlardı. Bu yolların tamamının Osmanlı denetimine girmesi ve bir kaç el değiştiren malların pahalıya mal olması Avrupalıları yeni yollar aramaya sevketmiştir.