Dil Bilgisi Öğretiminde Karşılaşılan Sorunlar
Tarih: 24 Ekim 2016 | Bölüm: Türkçe | Yorumlar: Yorum yok.
Türkçe, dil bilgisel açıdan çok düzenli ve güçlü bir yapıya sahiptir. Max Müller Türk dil bilgisinin bu eşsiz gücünü “Türkçenin bir dilbilgisi kitabını okumak, bu dili öğrenmek niyetinde olmayanlar için bile gerçek bir zevktir. Türlü dilbilgisel biçimlerin belirtilmesindeki ustalık, ad ve fiil çekimi sistemindeki düzenlilik ve bütün dil yapısındaki saydamlık ve kolayca anlaşılabilme yeteneği, insan zekâsının dil aracıyla beliren üstün gücünü kavrayabilenlerde hayranlık uyandırır… Türk dilinde her şey saydamdır, açıktır. Dilin iç ve dış yapısı, billur bir arı kovanı yapısını seyrediyormuşuz gibi ortadadır… Türk dili, seçkin bir bilginler kurulunun uzun bir çalışma ve oylaşmasıyla yapılmış sayılacak düzgünlüktedir.” sözleriyle anlatmaktadır.
Türk dili, matematiksel duyarlılık olarak bile kabul edilebilecek böylesine güçlü bir yapıya sahip olduğu için, Türkçe dil bilgisi öğretiminin diğer dillere göre daha kolay olması gerekmektedir. Ayrıca Türkçenin sondan eklemeli bir dil olması da, sözcük türetme mantığının kavranması açısından önemlidir. Sözcüklerin oluşum esaslarındaki açıklık ve oldukça karışık ifadeleri bile basit sıralı – bağlı cümle yapılarıyla ifade edebilme gücü, Türkçe dil bilgisi öğretimini kolaylaştırmaktadır. Gramer, her ne kadar kurallar bütünü olarak kabul edilse de, dili ayakta tutan bir sistemdir ve dili koruma özelliği taşımaktadır. Bu anlamda Türkçenin düzenli ve ciddi bir dil bilgisi mantığı vardır.
Önemli Türkologlar
Tarih: 4 Aralık 2011 | Bölüm: Önemli Türkologlar | Yorumlar: 15 Yorum var.
Türk dili, edebiyatı, kültürü ve tarihi üzerine çalışmalar yapan, kısacası Türk’e ait olan her şeyi inceleyip bilimsel bir tutumla ortaya koyma gayreti içinde olan Türkologlar, milli bilincimizin ve ülkümüzün sistemleşmesinde önemli bir role sahiptir. Çünkü ortaya koymuş oldukları bilgi ve belgeler, dünü – bugünü ve yarını aydınlatmaktadır.
Geçmişini bilemeyen bir millet, rotasız ve yelkensiz bir geminin “herhangi bir yere” savrulup gideceği gibi sömürgeci güçlerin piyonu ve hammeddesi olacak, geleceğini yok edecektir. Fakat Türkoloji çalışmalarıyla elde edilen bilgiler, TÜRK budununun ne kadar hâlis bir ırktan geldiğini ve ne denli yüksek bir kültür abidesi yarattığını ortaya koymaktadır. Bunları gören özellikle TÜRK gençliği, geleceğine de bu şuurla yön verecektir.
Yerin ve göğün, yüce evrenin yaratıcısı Ulu Gök Tanrı‘ya şükürler olsun ki, Türk dünyasında artık Türklük Bilimi (Türkoloji) çalışmaları hızla, dikkatle ve başarıyla ilerliyor. Cumhuriyetimizin kurucusu, Ulu Önder Atatürk’ün başlattığı akım, özellikle Türkiye’de ciddi bir gelişme göstermeye devam ediyor.
Prof. Dr. Zeynep Korkmaz
Tarih: 4 Aralık 2011 | Bölüm: Önemli Türkologlar | Yorumlar: Yorum yok.
5 Temmuz 1922 tarihinde Yusuf Hüsnü (Dengi) ile Şefika Dengi’nin üçüncü çocukları olarak Nevşehir’de doğmuşum.
Babam Yusuf Hüsnü, Konya ve İstanbul medreselerinde öğrenim gördükten sonra İzmir-Urla, Karaburun ve Turgutlu yörelerinde üzüm, incir ticareti ile uğraşan, İstiklal Savaşı yıllarında da Nevşehir’de bir süre öğretmenlik yapan bir kimsedir. Ben ailemin “tekne kazıntısı” diye adlandırdığı son çocuğu olduğum için, rahmetli ablam Naciye Dörkol ile aramızda 20 yaş, ağabeyim Kemal Dengi ile de 16 yaş fark vardır. Ailem köken itibarıyla ana ve baba tarafından büyük dedelerimizin XVIII. yüzyıl başlarında Toroslardan göç ederek Nevşehir’de yerleşen bir Türkmen ailesine dayanır. Nevşehir’de oturdukları yer de Türkmen mahallesidir.
Benim yaşam çizgimde ve öğrenim hayatımda başlıca üç dönem vardır. Bunlar 1-6 yaşları arasında Nevşehir’de, 7-18 yaşları arasında Urla ve İzmir’de, 18 yaşından günümüze kadar da Ankara’da geçen dönemlerdir. Bu dönemleri daha doğrusu öğrenimde geçen yıllarımı şöylece özetleyebilirim:
1929-1934 yılları arasında Urla Birinci İlkokul öğrenciliği, 1934-1940 arası İzmir Kız Lisesinde ortaokul ve lise öğrenciliği, 1940-1944 arasında Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde üniversite öğrenciliği 1945’ten başlayarak da akademik yaşamda geçen yıllar.
İlkokuldan üniversiteyi bitirinceye kadar geçen yıllar benim öğrenim hayatımın çok başarılı yılları olduğu için, fakülteyi bitirdikten sonra, yakın ilgi duyduğum akademik yaşama adım attım. Daha fakülte öğrenciliğim sırasında hocalarımın teşviki ile Yücel ve Ülkü dergilerinde “Gençliğin Düşünceleri”, “Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Fikir Cephesi”, Süleyman Kazmaz’ın Seninle adlı romanın değerlendirmesi, “Balıkesir’in Dursunbey İlçesinde Sohbet Baranası” gibi bazı yazılarım yayımlanmıştır.
Güneş Dil Teorisi – Zeynep Korkmaz
Tarih: 2 Ağustos 2011 | Bölüm: Türk Dili | Yorumlar: 1 Yorum var.
Güneş-Dil Teorisi, Türk dilinin eskiliği ve başka dillere kaynaklık ettiği görüşünün dilbilim temellerine dayandırılabileceği görüşünden güç alan bir teoridir. 1934-1936 yılları, Atatürk’ün aynı zamanda Türkçenin ve öteki dünya dillerinin kökenine eğilme yönündeki çalışmalara ilgi gösterdiği yıllardır. Teorinin ilham kaynağı Viyanalı Dr. Hermann F. Kivergitsch’in Atatürk’e gönderdiği 41 sayfalık basılmamış bir incelemesidir.
Bilindiği gibi, dillerin doğuşu konusunda dilbilimciler arasında birbirinden farklı görüş ve açıklama eğilimleri yer almıştır. Bazı dilbilimciler, ilk insanın konuşmasını çeşitli tabiat olayları ile ilgili sesleri taklit etme eğilimine bağlarken bazıları da bu konuda sosyoloji ve antropoloji yöntemine başvurmuşlardır.
Viyana Üniversitesi’nde yetişmiş olan Kıvergitsch, sosyoloji ve antropoloji yöntemi ile elde ettiği bilgileri, S. Freud’un psikanaliz görüşleri ile birleştirerek dil akrabalıklarının araştırılmasında kullanmak istemiştir. Türk Dillerindeki Bazı Unsurların Psikolojisi adlı incelemesinde ileri sürdüğü teorinin özü, Türkçenin eskiliği ve başka dillere kaynaklık ettiği görüşünün bazı ses değişme ve gelişmelerine bağlanmasıdır. Bu temel görüşten yararlanarak Etimoloji, Morfoloji ve Fonetik Bakımından Türk Dili adlı kitapçığı hazırlamış olan Atatürk, teoriden iki şekilde yararlanmak istemiştir:
a. Türk milletine; eski, köklü tarihi ile olduğu kadar, eski ve köklü dili ile de gurur duyabileceğinin aşılanması,
b. 1932-1936 yılları arasındaki özleştirme çalışmalarında temel alınan tasfiyeciliğin frenlenmesi.
Mademki Türkçe öteki dillere de kaynaklık etmiş bir dildir, o hâlde, dilimize girerek benimsenmiş olan sözlerin de dilden atılmasına gerek kalmamıştır. Böylece, dili özleştirme çalışmalarında, tasfiyecilik yönündeki aşırı tutumun önü frenlenmiş oluyordu. Nitekim, Atatürk 1936 yılında dil konusunda yaptığı bir sohbet sırasında: “Yeni Türkçe kelimeler teklif edebiliriz. Bu yönde ısrarla çalışmalıyız. Fakat bunları Türk dilinin olgunlaşma seyrine bırakmalıyız. Birkaç gün önce Ahmet Cevat Bey’e söyledim: ‘ketebe’, ‘yektübü’ Arabındır; ‘kâtip’, ‘mektup’ Türkündür” diyordu. O, bu sözleriyle, elbette tarihî görevini tamamlamış olan Osmanlı Türkçesine dönüşü kastetmemiştir. Çok açık olarak halkın diline girip benimsenmiş olan sözlerin değil, daha üzerinden yabancı damgasını atamamış olan sözlerin üzerinde durulması gereğine işaret ederek gidilecek doğru yolu belirlemiştir.