Söz Varlığı
Tarih: 13 Haziran 2014 | Bölüm: Söz Varlığı | Yorumlar: Yorum yok.
Dil ses üzerine kurulmuş canlı bir varlık olarak, çok yönlü kavram işaretlemeleri yoluyla bildirişimi sağlamaya yönelik bir söz varlığına sahip olan karmaşık bir örüntüdür. Her dilin kendi söz varlığı, onun sözcük hazinesi ve iletişimi sağlama gücü olarak görülebilir. Kuşkusuz bu tek başına yeterli değildir; fakat bir dilin gelişmişliği, genellikle onun söz varlığının zenginliği, kavramlaştırma gücünün yüksek oluşu, düzenli ve sistemli bir kavram işaretleme sistemi oluşuna göre değerlendirilmektedir.
Dil kendi söz varlığını özenle işler, ses yapısına uydurarak geliştirir. Bu nedenle zaman içerisinde belli oranda gösteren yapı taşları ile gösterilen kavramlar değişime uğrar. Bunun yanı sıra kimi kavram işaretleri yüzyıllar boyunca hiç değişmeden korunur, bir miras gibi saklanarak günümüze kadar ulaşır. Böylece dil hem köklerine bağlı bir ağaç gibi dallanır hem de farklı çiçekler açmayı öğrenip gelişir, güzelleşir.
Söz varlığı değişmeleri, onun art zamanlı olarak incelenip derinliklerine inerek anlamlı bağlar kurmak, gelişim temayülünü izlemek için bir olanak sağlar. Böylece canlı bir varlık olan dillerin ve lehçelerin yapısal özellikleri, karakteristik nitelikleri belirlenerek karanlık dönemleri hakkında dahi çıkarımlar yapılır. Dahası Türk dilleri ailesinin kolları, geniş bir bakış açısıyla değerlendirilir, sonraki yüzyıllar için yordamalar yapılır.
Türkçenin Söz Varlığındaki Değişmeler
Tarih: 12 Haziran 2014 | Bölüm: Söz Varlığı | Yorumlar: Yorum yok.
Türkçe, tarihsel gelişimi içinde birçok dille etkileşime girmiş ve sözcük alışverişi yapmıştır. Nasıl başka milletlerle iletişim kurmadan yaşamak mümkün değilse, yabancı dillerden etkilenmeyecek bir dilin varlığı da mümkün olmayacağından; Türk dili de binlerce yıllık tarihi geçmişini yabancı dillerle etkileşerek geçirmiştir. Yazılı belgelerle takip edebildiğimiz Göktürklerden başlayıp, günümüze gelene kadar Türkçe dört büyük dil ailesine mensup birçok dile sözcük verip, onlardan sözcük almıştır.
Türklerin geniş bir coğrafyada hüküm sürmesi, sık sık göçler yaşaması, birçok dini benimsemesi ve tarih sahnesinde çok etkin rol alması diğer uluslarla ciddi bir etkileşime girmesine yol açmıştır. Binlerce yıllık tarihi süreç içinde Türkler, dünya coğrafyasının çok az bir kısmı dışında kalan geniş bir alanda onlarca devlet kurmuş, binlerce savaş geçirmiş, toplulukları kendine bağlamış, başka milletlere tutsak olmuş, birçok devletle ticaret yapmış, din değiştirmiş, göç etmiş ve yabancı uluslarla ilişki kurabileceği nice olaylar yaşamıştır. Komşu uluslardan bir şeyler öğrenip, onlara bir şeyler öğretmeyle geçen binlerce yıl, çok geniş bir coğrafyada milyonlarca kişi tarafından kullanılan Türkçenin de yabancı dillerden söz varlığı ve dil bilgisi açısından etkilenmesine neden olmuştur.
Türkçenin yabancı dillerle etkileşimini tarihsel olarak incelemeye, ilk yazılı belgelerimizin bulunduğu Eski Türkçe döneminden başlayabiliriz. Orhun Yazıtları’nda özel adların dışında kalan “kunçuy” (prenses, KT-K: 9), “señün” (general, BK-G: 8) ve “tutuk” (askeri vali, KT-K: 1) gibi Çinceden alınan istisna sözcüklerin oluşturduğu %1’lik yabancı adların dışında kalan tüm söz varlığı Türkçedir. Bunun için Orhun Yazıtları’nın dili olan Göktürkçe, binlerce yıl öncesinde de Türkçenin varlığına işaret edecek gelişim düzeyinde olsa da bugün Türklük bilimi araştırmalarında dilin “kökü” veya “en eski hâli” olarak kabul edilmektedir. Göktürkçenin %1’den daha az yabancılaşma oranına sahip bir söz varlığına sahip olması (Aksan, 2004: 126), Türkçenin ses ve biçim yapısına ait genellemeler yapmak için önemli bir kaynaktır.
Eski Anadolu Türkçesinin Söz Varlığı
Tarih: 5 Mayıs 2014 | Bölüm: Genel | Yorumlar: Yorum yok.
Karahanlı döneminden sonra Osmanlı dönemine geçiş aşaması olarak kabul edilen 13 ile 15. yüzyıllar arasındaki dönemi ifade eden Eski Anadolu Türkçesi, Batı Türkçesinin oluşmaya başladığı ilk dönemleri kapsamaktadır. Karahanlı döneminde, Eski Türkçeden gelen veya türetilen sözcükler sıklıkla kullanılmıştır. Osmanlı döneminde ise Türkçe sözcüklerin yerine, Arapça ve Farsça olanlar tercih edilecektir. Eski Anadolu Türkçesi dönemi, hem Eski Türkçe sözcüklerin korunduğu, türetilen yeni sözcüklerle söz varlığının genişletildiği hem de Arapça – Farsça sözcüklerin bilindiği hâlde pek sık kullanılmadığı bir dönem olma özelliğiyle önem taşımaktadır.
Yunus Emre’de % 13, Aşıkpaşa’nın eserlerinde ise % 20 olan yabancı sözcük oranı, Osmanlı döneminde % 60’ları geçecek olan söz varlığının, bu dönemde yabancılaşmaya karşı kendini koruduğunu göstermektedir. Özellikle bu dönemin başlangıç evresinde ve dinsel konuların ele alındığı metinler dışındaki yapıtlarda yabancı kökenli ögeler oldukça azdır. Farsça “kör” veya Arapça “asker” sözcükleri dile yerleşmeye başladığında, Eski Anadolu Türkçesinde “gözsiz” (kör) ve “çeriġ” (asker) sözcükleri kullanılıyordu. Bunun için her ne kadar Farsçadan “hükm, cehd”, Arapçadan “amel, zeval” gibi yabancı kökenli sözcüklerden alıntı yapılmışsa da genellikle Türkçe kökenli sözcük türetmeleri kullanıldığından, oldukça öz ve yabancılaşmamış bir dilin kullanıldığını söyleyebiliriz.
Türkçenin Söz Varlığı Özellikleri
Tarih: 13 Ekim 2011 | Bölüm: Türkçe | Yorumlar: Yorum yok.
Kitabımızın önceki ciltlerinde de değindiğimiz gibi Türkçe, dil bilgisi (gramer) özellikleri, yapısı dolayısıyla değişik kavramların anlatımına, yeni ve yabancı kavramların karşılanmasına çok elverişli bir dildir. Bağlantılı dillerin tipik örneği olan Türkçede, değişmeyen ve çoğunlukla tek seslendi olan ad ve eylem köklerine getirilen, çekim ve yapımı gerçekleştiren çok sayıdaki ekler aynı zamanda değişik görevler de yüklenebildikleri için dile, doğurgan ve çok güçlü bir nitelik kazandırır.
Türkçenin bir önemli özelliği de sözcük türlerinin kullanım esnekliğidir ki, bu esneklik ona ayrıca yeni anlatım olanakları sağlar. Türkçedeki sözcük türlerinin Fransızcada olduğu kadar birbirinden kesin bir biçimde ayrılmamış bulunduğuna değinen Fransız Türkoloğu J. DENY, bu dilde adların hem ad, hem de Önad (sıfat) olduğuna, ad soyundan sözcüklerin birbiriyle iç içe durumda bulunduğuna dikkati çekmekte, belirteçlerin bile önad görevi taşıyabileceğini belirtmektedir. Bilgine göre Türkçenin eylemlerinde ad düşüncesi egemendir; kişi gösteren eylem çekimlerinin çoğunun kaynağı bir ortaca bağlanabilir.
K. GR0 NBECHdc Türkçede bütün sözcük köklerinin ad ve eylem olarak iki ana öbeğe ayrılabileceğini belirtmekte; “nominal” kavramının çok yönlü olduğunu, ad soyundan bir sözcüğün Türkçede ne ad, ne de sıfat sayılabileceğini, buna karşılık her ikisi de olabileceğini söylemekte, bu durumun başka dillerle (örneğin Almanca) karşılaştırılamayacağını ileri sürmektedir. Aynı durumu belirleyen A. DİLÂÇAR da Türkçede bir sözcüğün dört-beş türlü görev yüklenebildiğim belirttikten sonra, örneğin ara sözcüğünün hem ad, hem önad, hem ilgeç, hem belirteç, hem de eylem olarak kullanılışına örnek gösterir.