Sanat ve Felsefe İlişkisi
Tarih: 12 Eylül 2011 | Bölüm: Felsefe | Yorumlar: 1 Yorum var.
Sanat ve felsefe bazı yönleriyle birbirine uzak uğraşı alanları olarak görülüyorken, bir yandan da aralarında bazı ortaklıklar bulunması nedeniyle birbiriyle sıkı bir ilişki içerisindedir. Sanat ile felsefe arasındaki ortak ve ayrı yönleri belirlemede belki de bizim için hareket noktası oluşturacak düşünce, sanatın daha çok dış dünyadaki varlıkların insanlar üzerinde uyandırdığı duyguları anlatmaya çalışması; felsefenin ise dış dünyadaki o varlıkların iç yapısına ulaşmaya çalışarak, mantıksal düşünce ile daha soyut ve derin gerçeklere ulaşmaya çalışmasıdır.
Sanatçılar, daha çok gözle görülen şekillerin insanlarda uyandırdığı duygusal heyecanı ve duygulardaki sürükleyici hazları hissetmeye ve onları türlü yollarla ifade etmeye çalışırlar. Filozoflar ise daha genel ve soyut düşüncelerle uğraşarak, mantıksal boyutta birbirine bağlı konuları öznel bir biçimde incelemeye çalışırlar. Bir gerçeğin etrafında örülü çehredeki güzelliği bulan sanatçı, çehrenin altındaki gerçeğin varlığını ve çözümlemesini yapmaya çalışan ise filozoftur.
Karlı dağların doruklarından süzülerek gelen suların karıştığı coşkun bir akarsuyun kenarında kurulmuş olan küçük bir evin günün ilk ışıklarıyla aydınlanan bahçesinde kendi hâlinde uğraşan bir adamın varlığını tasavvur edelim. Bu manzara, bir ressam için görsel anlam taşımaktadır ve ince ayrıntılarına kadar resmedilebilecek kadar değerli bir anı ifade etmektedir. Fakat aynı durum karşısında, sanatçılığın gerektirdiği öznel duyumsayış ve düşünüşten uzak biçimde manzarayı sorgulayan ve o görüntünün doğa – insan etkileşimi içinde bizlere sunduğu gerçeği ortaya çıkarmaya çalışan kişi filozof olacaktır.
Mutlak Güzellik Var mıdır?
Tarih: 12 Eylül 2011 | Bölüm: Felsefe | Yorumlar: Yorum yok.
Dünyada hem mutlak hem de göreceli varlık ve değerler bulunmaktadır. Mutlak değer ve varlıklar, tüm insanlığın kabul ettiği evrensel gerçekliklerdir. Göreceli varlık ve değerler ise, algılanışı insandan insana değişen kişisel kabullerden oluşmaktadır. Pozitif bilimler yoluyla incelenen mutlak gerçek, deneysel yollarla tüm insanlığa sunulan ve aksi bilimsel yollarla ortaya konulmadığı sürece evrensel bir gerçeklik olarak var olacak bilgi ve duyumsayışları kapsamaktadır. Örneğin “Dünya’nın Güneş tarafından ısıtıldığı” bilimin çağımızdaki gelişimi doğrultusunda yapılan araştırma ve deneyler sonucunda elde edilmiş mutlak bir bilgidir. Bu bilgi, bilimsel yollarla çürütülmediği takdirde tüm insanlık için evrensel gerçeklik değerini taşıyacaktır. “Güneş’in tan atımı zamanında dağların ardından kızıl renge bürünen göğe yükselişi ile ortaya çıkan manzara” ise, mutlak bir gerçekliğin dışında göreceli bir değerdir.
Kişilerdeki “estetik algı” göreceli kabullerden biridir. Bir kişi için hiçbir anlam ifade etmeyen bir varlık veya durum, başka biri için üzerinde saatlerce düşünülebilecek bir çağrışımda bulunabilir. Bu durum, her insanın kendine özgü oluşuyla doğrudan ilgilidir. Çünkü yaşantı farklılıkları, insanların dış dünyadaki varlık ve olayları algılamalarını doğrudan etkilemektedir. Zaten insanların evreni algılama, yorumlama ve duyumsama biçimleri, bu yaşantılar sonucunda oluşturdukları öz benliklerinin denetimi altında bulunmaktadır.