Sosyalizm / Komünizm Nedir?
Tarih: 20 Haziran 2014 | Bölüm: Karışık | Yorumlar: Yorum yok.
Sosyalizmin pek çok çeşidi ve rengi olmakla beraber, burada daha çok marksist ve ihlilâlci sosyalizm kastedilmektedir. Sosyalizm, aslında, toplumculuk anlamında, kapitalizmin ezici ve sömürgeci tutumuna karşı bireyin ve toplumların kurtarılmasını, insanların hemcinsleri tarafından sömürülmesinin önlenmesini hedef alan bir harekettir. Toplumların ve devletlerin siyasî ve iktisadî bağımsızlığını da hedefleyen sosyalizmler, genellikle, bu gayeye ihtilâl (devrim) yoluyla ulaşmak isterler.
Meşrutiyet Dönemi sosyalist düşüncelerde gördüğümüz gibi İştirakçi Hüseyin Hilmi dine, toplumun inançlarına yumuşak yaklaşmış ve ondan istifade etmek istemişse de, bu diğer sosyalistlerce hoş karşılanmamıştır. Çünkü marksist sosyalizm, aslında materyalist ve ateisttir; dolayısıyla dini de zararlı ve bilim dışı görür. İktisadî yönden, üretilenlerin adaletli olarak dağılımını, üretim araçlarının toplumun ve devletin eline verilmesini, ekonomik hayatın değiştirilmesini hedef alır. Sosyalizmin genel olarak insanî yönden, insanın sömürülmesini ortadan kaldırma fikrine dayanır. Bu bakımından II. Meşrutiyet’in ilk senelerinde önce anlayışla ve hoşgörüyle karşılanmış İştirak mecmuasında melâmilerden Abdülaziz Mecdî (Tolun) bile şiir yazmakta bir beis görmemiştir.
1921’den sonra Türkiye’de, sosyalist hareketler Sovyetler Birliği’nin ideolojik yönlendirmesi istikametinde faaliyet göstermiştir. Şefik Hüsnü (Değmer), Hikmet Kıvılcımlı, M. Ali Aybar, Vedat Nedim Tör, Haydar Rıfat (Yorulmaz), Kerim Sadi (A. Cerrahoğlu), gibi pek çok temsilcileri yetiştirmiştir. Sosyalist hareket kendi içinde “Kadro”, “Yön” gibi dergilerin etrafında farklı hareketlere de yol açmıştır. Daha sonra Marksçı, Leninci, Stalinci, Maocu, Enver Hocacı ve daha pek çok fraksiyonlara bölünmüş, 21-24 Aralık 1991’de (Almaata Toplantısı) Sovyetler Birliği’nin çökmesi üzerine Sosyalist-Komünist ideoloji ve hareketler cazibelerini kaybetmiş, Avrupa’daki birçok komünist partisi ismini değiştirmiştir.
Hayvanların Aklı Var mıdır?
Tarih: 6 Ağustos 2012 | Bölüm: Felsefe | Yorumlar: 40 Yorum var.
Bugün derste değerli bir hocamız, biraz felsefe yaptı. (: Gündelik bilgi ile bilimsel bilgi arasındaki farklılıklara değinirken, nereden geldiyse konu “hayvanlarda akıl” konusuna geldi. Biraz düşünüp şaşırtıcı örneklerle hayvanların akıl taşıdıklarını düşününce, konuyu biraz daha irdelemek istedik.
Bugüne kadar yapılan bazı araştırmalarla, hayvanların aklı olmadığını ortaya koyan sonuçlara ulaşılmış. Bazı bilim adamları bunu kabul ediyor, bazıları kabul etmiyor. Ben, sadece aklıma takılan birkaç soruyu sizlerle paylaşıp, sonuca beraberce ulaşmayı umuyorum. Şimdi, basitçe düşünecek olursak, hayvanlarda aklın olduğunu kabul edebilmek için, akıl olmadan yapılamayacak bazı davranışları hayvanlarda görmek gerekiyor.
Öncelikle “öğrenme” ile başlayalım. “Öğrenme nedir?” diye düşündüğümüzde, en yalın tanımıyla “İnsan davranışları üzerinde meydana gelen kalıcı izli davranış değişiklikleridir.” deriz. Öğrenmenin akılla yapıldığı tartışılamaz bir gerçektir. Yani kişi, öğrenmelerin gerektirdiği yaptırımları, aklını kullanarak yapar ve tam bir öğrenme gerçekleştirir. Peki, “Hayvanlar öğrenebiliyor mu?” diye düşünelim. Bence öğreniyor. Çünkü öğrenme olmadan gerçekleşmesi imkansız örnekler görüyoruz.
Tanzimat Edebiyatında Felsefe
Tarih: 19 Aralık 2011 | Bölüm: Tanzimat Edebiyatı | Yorumlar: Yorum yok.
Bu dönem edebiyatını iki farklı çizgide inceleyebiliriz; aslında Tanzimat edebiyatına kısacada yenilikler yani batılılaşma edebiyatıda denilebilir.
–> Tanzimat edebiyatının ilk nesli olan Şinasi,Ziya Paşa, Namık Kemal gibi edebiyatçılar Türkiye’de siyasi Tanzimat devriyle ölçülmeyecek kadar geniş bir aydınlar sınıfı yetiştirmişlerdir. Asıl önemli olan ise Türkçe‘nin gelişmesine gösterdikleri çaba olmuştur. Bilhassa Şinasi’nin (1826-1871) çıkarmış olduğu Tasvir-i Efkar Gazetesi çevresinde uyandırdığı halkçı dil hareketi ve ardından gelenlerin getirdiği yeni edebiyat anlayışı bunda önemli bir rol oynamıştır. Aynı zamanda Tanzimat edebiyatının kurucusu sayılan Şinasi şiirde ilk defa eski şekiller içinde yeni kavramları kullanmıştır.
Sanat ve Felsefe İlişkisi
Tarih: 12 Eylül 2011 | Bölüm: Felsefe | Yorumlar: 1 Yorum var.
Sanat ve felsefe bazı yönleriyle birbirine uzak uğraşı alanları olarak görülüyorken, bir yandan da aralarında bazı ortaklıklar bulunması nedeniyle birbiriyle sıkı bir ilişki içerisindedir. Sanat ile felsefe arasındaki ortak ve ayrı yönleri belirlemede belki de bizim için hareket noktası oluşturacak düşünce, sanatın daha çok dış dünyadaki varlıkların insanlar üzerinde uyandırdığı duyguları anlatmaya çalışması; felsefenin ise dış dünyadaki o varlıkların iç yapısına ulaşmaya çalışarak, mantıksal düşünce ile daha soyut ve derin gerçeklere ulaşmaya çalışmasıdır.
Sanatçılar, daha çok gözle görülen şekillerin insanlarda uyandırdığı duygusal heyecanı ve duygulardaki sürükleyici hazları hissetmeye ve onları türlü yollarla ifade etmeye çalışırlar. Filozoflar ise daha genel ve soyut düşüncelerle uğraşarak, mantıksal boyutta birbirine bağlı konuları öznel bir biçimde incelemeye çalışırlar. Bir gerçeğin etrafında örülü çehredeki güzelliği bulan sanatçı, çehrenin altındaki gerçeğin varlığını ve çözümlemesini yapmaya çalışan ise filozoftur.
Karlı dağların doruklarından süzülerek gelen suların karıştığı coşkun bir akarsuyun kenarında kurulmuş olan küçük bir evin günün ilk ışıklarıyla aydınlanan bahçesinde kendi hâlinde uğraşan bir adamın varlığını tasavvur edelim. Bu manzara, bir ressam için görsel anlam taşımaktadır ve ince ayrıntılarına kadar resmedilebilecek kadar değerli bir anı ifade etmektedir. Fakat aynı durum karşısında, sanatçılığın gerektirdiği öznel duyumsayış ve düşünüşten uzak biçimde manzarayı sorgulayan ve o görüntünün doğa – insan etkileşimi içinde bizlere sunduğu gerçeği ortaya çıkarmaya çalışan kişi filozof olacaktır.