Osmanlı Türkçesinin Söz Varlığı
Tarih: 6 Mayıs 2014 | Bölüm: Söz Varlığı | Yorumlar: Yorum yok.
Eski Anadolu Türkçesi döneminde hem Eski Türkçeye ait söz varlığının korunup türetme yollarıyla geliştirilmesi hem de Arapça – Farsça sözcükleri kullanmama eğilimi ile ortaya konulan zengin söz varlığı, bu dönemi takip eden Osmanlı Türkçesinde çoklukla değişmiş ve yabancılaşmıştır. Osmanlı aydınlarının Arapça ve Farsça sözcükler kullanmayı büyük bir sanat olarak algılamaları sonucunda ortaya çıkan “zümre dili”, halkın konuştuğu Türkçeden çok farklı, içine Türkçe ögeler serpilmiş Arapça – Farsça karışımı bir dil olarak yaratılmıştır. Osmanlı Türkçesi olarak da adlandırabileceğimiz bu dönemde, Eski Türkçeden 15. yüzyıla dek saklanarak taşınan söz varlığı unutulmuş, yerine yabancılaşma oranı % 70’lere varan yapay bir söz varlığı ortaya çıkmıştır.
Osmanlı Türkçesi döneminin başlarında, belki de Eski Anadolu Türkçesi döneminin sonlarını kapsayan bu dönemde Türkçedeki yabancılaşma, 18-19. yüzyıldaki kadar şiddetli değildir. Fakat Osmanlı’da birçok eser veren sanatçılar ve ileri gelenler tarafından Arapça ve Farsça sözcüklerin çok sık kullanılmasıyla, söz varlığı açısından ortada yalnızca Türkçenin adı kalmış gibidir. Bir sayfalık Osmanlıca metinde birkaç bağlaçtan, yardımcı fiilden veya ekten başka Türkçe ögeye rastlamanın mümkün olmadığı bu dönemde, sayısız yabancı ad ve tamlamalar söz varlığını istila etmiştir.
Eski Anadolu Türkçesinin Söz Varlığı
Tarih: 5 Mayıs 2014 | Bölüm: Genel | Yorumlar: Yorum yok.
Karahanlı döneminden sonra Osmanlı dönemine geçiş aşaması olarak kabul edilen 13 ile 15. yüzyıllar arasındaki dönemi ifade eden Eski Anadolu Türkçesi, Batı Türkçesinin oluşmaya başladığı ilk dönemleri kapsamaktadır. Karahanlı döneminde, Eski Türkçeden gelen veya türetilen sözcükler sıklıkla kullanılmıştır. Osmanlı döneminde ise Türkçe sözcüklerin yerine, Arapça ve Farsça olanlar tercih edilecektir. Eski Anadolu Türkçesi dönemi, hem Eski Türkçe sözcüklerin korunduğu, türetilen yeni sözcüklerle söz varlığının genişletildiği hem de Arapça – Farsça sözcüklerin bilindiği hâlde pek sık kullanılmadığı bir dönem olma özelliğiyle önem taşımaktadır.
Yunus Emre’de % 13, Aşıkpaşa’nın eserlerinde ise % 20 olan yabancı sözcük oranı, Osmanlı döneminde % 60’ları geçecek olan söz varlığının, bu dönemde yabancılaşmaya karşı kendini koruduğunu göstermektedir. Özellikle bu dönemin başlangıç evresinde ve dinsel konuların ele alındığı metinler dışındaki yapıtlarda yabancı kökenli ögeler oldukça azdır. Farsça “kör” veya Arapça “asker” sözcükleri dile yerleşmeye başladığında, Eski Anadolu Türkçesinde “gözsiz” (kör) ve “çeriġ” (asker) sözcükleri kullanılıyordu. Bunun için her ne kadar Farsçadan “hükm, cehd”, Arapçadan “amel, zeval” gibi yabancı kökenli sözcüklerden alıntı yapılmışsa da genellikle Türkçe kökenli sözcük türetmeleri kullanıldığından, oldukça öz ve yabancılaşmamış bir dilin kullanıldığını söyleyebiliriz.
Türk Dilinin Tarihi Gelişimi
Tarih: 28 Temmuz 2011 | Bölüm: Genel | Yorumlar: Yorum yok.
Eski Türkçe
Türk yazı dilinin ele geçen ilk örnekleri Orhun Âbidelerinin metinleridir. Fakat bu metinler şüphesiz Türk yazı dilinin ilk örnekleri değildir. Çünkü Orhun Âbidelerindeki dil yeni teşekkül etmiş bir yazı dili olarak değil, çok işlenmiş bir yazı dili olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan, Türk yazı dilinin başlangıcını ele geçen bu ilk metinlerden çok daha öncelere çıkarmak gerekir. Türk yazı dilinin sekizinci asırdan sonraki gelişmesi ile mukayese edilerek bir tahmin yürütülürse, Orhun abidelerindeki yazı dilinde hiç değilse bir kaç asırlık bir gelişme mevcut olduğuna kolaylıkla hükmolunabilir. Buna göre Türk yazı dilinin başlangıcını Milâdın ilk asırlarına, hiç olmazsa Orhun âbidelerinden bir kaç asır önceye çıkarmak doğru olur. Fakat Orhun kitabelerinden daha eski bir metin ele geçmediği için bu yazı dilini ancak sekizinci asırdan itibaren takip edebilmekteyiz.
İşte nazarî olarak Milâdın ilk asırlarında başladığını kabul ettiğimiz ve ilk ele geçen metinleri sekizinci asra ait olan bu yazı dili 12 – 13. asra kadar devam etmiş olup, bu devre Türk yazı dilinin ilk devresini teşkil etmektedir. Bu ilk yazı dili devresi ayni zamanda müşterek bir yazı dili devresidir. Yani bu yazı dili bütün Türklüğün tek yazı dili olarak kullanılmış, Orta Asya’da geniş bir sahayı kaplayan Türklük âlemi asırlar boyunca hep ayni dille okuyup yazmıştır. O devirden kalma eserlerde görülen ufak tefek farklar ise saha ve zaman farklarından ileri gelen normal ayrılıklar olup tek bir yazı dilinin hudutlarını aşacak mahiyette değildir.
Kâşgarlı’nın en çok beğendiği ve şivelerle karşılaştırırken “Türkçe” diye adlandırdığı, Hakaniye Türkçe’si, yahut başka eserlerde Kâşgar dili, Kâşgar Türkçe’si adı ile anılan dil hep bu ilk Türk yazı dilidir. Bu yazı dili devresinden gelen eserlerin büyük bir kısmı Uygur yazısı ile yazılmış olduğu için bu devreye Uygur devresi, bu yazı diline de Uygurca denilebilir. Fakat Türkoloji öğretiminde Türkçe’nin bu ilk devresi için bugün en uygun isim olarak “Eski Türkçe” tâbirini kullanmaktayız. Türkçe’nin ondan sonraki çeşitli gelişmelerinin kaynağı hep bu devreye çıkmakla, bugün geniş sahalarda ayrı kollara ayrılmış bulunan Türkçe’nin bütün şekillerinin menşei bu devrede bulunmakta, kısacası, Türkçe’nin bütün yapısı bu devre ile izah edilebilmektedir. Demek ki bu devre Türkçe’nin ana Türkçe devresi, ilk devresi, eski devresidir. Onun için bu devreyi “Eski Türkçe” diye adlandırmak çok yerindedir. Bu kitapta biz de bu ismi kullanacağız.
Türkçenin Tarihi Gelişimi
Tarih: 28 Temmuz 2011 | Bölüm: Türk Dili, Türkçenin Tarihi Gelişimi | Yorumlar: 15 Yorum var.
Altay dil teorisini kabul edenler için. Kuzey Buz Denizi’nden Basra Körfezi’ne, Kuzeydoğu Asya’dan Doğu Avrupa’ya kadar uzanan geniş bir alanda konuşulan Türk dili, bu dili konuşanların sayısı, yazılı metinlerinin eskiliği ve çokluğu bakımından Altay dilleri arasında en önemlisidir. Bugüne kadarki bilgiler ışığında, Türk dilinin tarihlendirilmiş en eski yazıtı, VII. yy’a ait Çoyren (Çoyr, 688-692) yazıtıdır. Başka bir deyişle, Türk yazı dilinin ilk örnekleri VII. yy’a aittir. Çoyren yazıtı, Köl Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk yazıtları gibi mezar taşı olarak dikilmiştir.
Köktürk Kağanlığına bağlı bir kişinin, II. Köktürk Kağanlığını kuran Ilteriş’e katıldığını anlatan bu yazıt, sadece 6 satırdan ibarettir. Orhun yazıtlarının yazıldığı alfabe ile hâkkedilmiştir (taşa kazınmıştır). Dilimizin ve tarihimizin en önemli belgeleri olan Orhun yazıtları (Köl Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk yazıtı), Çoyren yazıtından yaklaşık 40 yıl sonra yazılmaya başlanmıştır. Burada olduğu gibi, her ne kadar en eski yazıt olarak Çoyren yazıtı gösterilse de Orhun yazıtları Türk dilinin en eski belgeleri olarak değerlendirilir. Bunun nedeni bu yazıtlardaki metinlerin anlaşılabilecek uzunlukta olması, yani Köktürk harfleriyle yazılmış pek çok taşta olduğu gibi silinti ve tahribatın çok fazla olmamasıdır.
Moğol dilinin en eski yazılı belgesi, 1225 tarihli Yesünke Taşı’dır. Moğolların en önemli belgesi olan Moğolların Gizli Tarihi ise 1240 yılına aittir. Bu eseri Ahmet Temir, 1948 yılında Türkiye Türkçesine aktarmıştır.
Tunguzcanın en eski yazılı belgesi bugün artık ölü diller arasında sayılan Çuçen diline aittir. Bu belgelerden ilki 1413, ikincisi 1433’ten kalmadır. Tunguzca içinde en çok Mançular hakkında bilgi sahibiyiz. Mançuca belgelerin en eskileri ise XVI. yy’a aittir.Korecenin çok ufak parçalara yazılı olan ilk belgeleri ise 1443’ten başlamaktadır. Altay dilleri arasına çok geç dahil edilen ve bu sebeple Altay dil birliği üyesi olarak “belki” ihtiyatı konularak gösterilen Japoncanın en eski yazılı belgesi ise 712 yılına aittir.
Yukarıda görüldüğü üzere Türk dili, Altay dilleri arasında yazı dili kimliğini kazanmış en eski dildir. Dil dönemlendirmeleri, o dili konuşanlar tarafından yapılmaz. Çok daha sonraları o dille uğraşan dilbilimciler tarafından yapılır. O yüzden bazen birbiriyle örtüşmeyen değerlendirmelere rastlanabilir veya bir dönem için geçerli olan bir görüş daha sonra eskiyebilir; yerini yenilerine bırakmak zorunda kalabilir.