Nazım Hikmet Ran
Tarih: 26 Haziran 2014 | Bölüm: N | Yorumlar: Yorum yok.
Marksist ideolojiye bağlananların, bilhassa 1990’dan sonra, en büyük moral kaynağı, onların tek ilâhı olan Nazım Hikmet, gençliğinde ırkçı denilebilecek kadar Türkçü şiirler yazmış, “Ağa Camii” şiirinde, Ağa Camii’nin Beyoğlu kirli muhitinde yalnızlığına acımış, onun bu halini görünce “Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım, Allah’ımın adını daha çok candan andım” demiş şiirin sonunu da şöyle bitirmiştir:
“Ey bu camiin ruhu bize mucize göster
Mukaddes huzurunda el bağlanmayan bu yer,
Bir gün harap olmazsa Türk’ün kılıç kınıyla
Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla”
Nazım Hikmet, kirli ortamından, günahkâr yuvalarından dolayı bütün bir Beyoğlu’nun baştan başa yanmasını isterken, komünist ideolojiye sıkı sıkıya bağlandıktan sonra, bu ideoloji için hayatını feda etmiştir. Sadece hayatını değil, benliğini, insanlık şuur ve haysiyetini ideolojisi adına makineye teslim etmiştir.
Nazım Hikmet, “Makinalaşmak” isimli şiirinde;
“Trrrarum trrrrum, trarrrum,
Trak tiki tak!
Makinalaşmak istiyorum!” diyor.
Makineleşmek isteği “beyninden, elinden, iskeletinden geliyormuş; her dinamoyu altına almak için çıldırıyormuş, tükürüklü dili bakır telleri yalıyormuş, damarlarında, lokomotifleri kovalıyormuş.” Karnına bir “türbin oturtup” kuyruğuna da “çift uskur taktığı gün” “Bahtiyar” olacakmış. Bir insan üretim aşkına da olsa, insanlığını, insanlık şuurunu terk edip bu kadar otomatlaşabilir mi? Maddeci felsefe adına, tekniğe ve teknolojiye teslimiyetini zirve örneği Nazım Hikmet’tir. “Yeni İnsan, Yeni Toplum”da Erich Fromm, insanın emeğini putlaştırmasını ve ona teslim olmasını gerçek putperestlik olarak niteliyor. İnsanın emeğiyle kafasıyla yapılmış olan bir makine olup, robot gibi takır tukur çalışmak, makineye ve tekniğe teslim olmaktır, insan emeğine kurban etmektir.
Dil ve Düşünce İlişkisi
Tarih: 27 Ağustos 2011 | Bölüm: Dil Bilimi | Yorumlar: 6 Yorum var.
İnsanları diğer canlılardan ayıran özelliklerden biri de düşünme yetisine sahip olmalarıdır. Bilinçli olarak gerçekleştirilen fikir uğraşısı olan düşünce dille ifade edilir. Dil böylece düşüncenin aktarıcısıdır. Düşünce aktarımı dil dışında başka araçlarla da gerçekleşir: resim, müzik, heykel, davranış vb. Ancak dil, bunlar arasında en işlevsel olanı, insan zihnine en fazla hareket alanı bırakanıdır. Dil dışında hiçbir ifade biçimi insana karmaşık ve soyut düşüncelerini dil kadar ayrıntılı olarak ifade etme fırsatı vermez.
Dil-düşünce ilişkisi bilim adamlarının ilgisini çekmiştir. Dil, o dili konuşanların dünya görüşünü ve algılayışını da belirler. Dilin düşünceyi belirlediği yolundaki iddia antropolog dilbilimci Edvvard Sapir ve öğrencisi Lee Whorf’a dayanır. Sapir-Whorf hipotezine göre diller düşünce biçimini de belirler ve buna bağlı olarak bir dilde mevcut olan ayrım başka bir dilde bulunamaz. Tabiatı, ancak dilimizin bize tanıdığı imkanlar ölçüsünde gösterebiliriz. Bu görüşe göre diller farklılaştıkça düşünme biçimleri de farklılaşmaktadır. Dilleri farklı olan her toplumun farklı bir düşünme sistemi vardır. Örnek olarak bir Kuzey Amerika Kızılderili dili olan Hopi’de masa’ytaka kuşun yanısıra uçabilen böcek, uçak, pilot vb. gibi her şeyi göstermek için kullanılır ki bu Türkçe konuşan biri için yadsınacak bir durumdur. Sapir-Whorf-hipotezinden hareketle, toplumların, dillerinin izin verdiği ölçüde dünyayı algıladıkları, dolayısıyla dilleriyle düşünce ve kültürlerini biçimlendirdikleri sonucuna varılabilir.