Bâki’nin Hayatı ve Eserleri
Tarih: 10 Mayıs 2013 | Bölüm: B | Yorumlar: 7 Yorum var.
Asıl adı Abdülbâkî’dir. Hicri 933’te, Miladi 1526’da İstanbul’da doğdu. Babası Fâtih-ü müezzinlerinden Mehmed Efendi idi. Fakir bir ailenin çocuğu olan Bâkî, gençliğinde saraç çıraklığı, veya son yıllarda öne sürülen bir görüşe göre cami kandillerinin yakılması işi olan “serrâc” çıraklığında bulunmuştur. Yaratılışındaki okuma ve öğrenme arzusu onu medreseye yöneltti. İyi bir medrese tahsili gören Abdülbâkî, Ahaveyn (iki kardeş) lakabıyla meşhur Karamanî Ahmed ve Mehmed efendilerden, daha sonraları Süleymaniye müderrislerinden Kadı-zade Şemseddîn Ahmed gibi devrin tanınmış âlimlerinden ders gördü. Ders arkadaşları arasında Nev’î, Edirneli Mecdî, Hoca Saadeddin, Üsküplü Vâlihî ve Karamanlı Muhyiddin gibi ileride ün yapacak şair ve ilim adamları bulunmaktaydı.
962/1555’te Nahcivan Seferi’nden dönen Kânûnî’ye ilk defa kasidesini takdim etti. Bu vesileyle sultanın lütuf ve takdirine mazhar oldu. 963/1556 yılında Halep kadılığına tayin edilen hocası Şemseddîn Ahmed’le birlikte gitti ve orada kadı naipliği yaptı. Şâh Abbas’ın kütüphanecisi ve Mecma’u’l-havas adlı tezkirenin müellifi Sâdıkî-i Kitâbdâr Halep’e uğradığında kendisiyle tanışıp uzun uzun sohbetlerde bulundu. 967/1560’ta tekrar hocasıyla İstanbul’a döndü. Şiirden ve şairlerden hoşlanmayan Rüstem Paşa’nın ölümünden sonra yerine Semiz Ali Paşa’nın geçmesiyle Bâkî’nin yıldızı parladı. 1561 yılıfıda dânişmend olan Bakî, bir müddet sonra müderris oldu ve önce Silivri’de Pîrî Paşa Medresesi’ne sonra da İstanbul’da Murâd Paşa Medresesi’ne tayin edildi. Kânûnî’nin yakın alaka ve iltifatını, musahipliğini kazanan Bakî, bu devirde refaha ve bütün imparatorluğa yayılan bir şöhrete ulaştı.
Başta Kânûnî ve diğer devlet ricaline yazdığı kasidelerle ve güzel gazellerle takdir topladı. Padişahın arzusuyla onun şiirlerine nazireler yazdı. 973/1566 yılında hacca giden babası orada öldü. Az bir zaman sonra büyük hâmisi ve takdirkârı olan sultan Zigetvar’da vefat etti (Eylül 1566). Daima himayesini gördüğü bu büyük sultana samimî bağlılığını ve onun yüce şahsiyetini dile getiren ünlü mersiyesini yazdı. Son kısmı yeni padişaha intisap vesilesi olan mersiyenin ardından da II. Selim tahta çıktığında hemen bir cülusiye takdim etti. Umduğu caize bir tarafa Muradiye Medresesi’nden de azledildi. Takriben üç yıl mazüliyet hayatından sonra Mahmûd Paşa Medresesi müderrisliğine, iki yıl kadar sonra Eyüp müderrisliğine, 1573 yılında da Sahn müderrisliğine tayin olundu.
Bosnalı Sabit
Tarih: 1 Nisan 2012 | Bölüm: B | Yorumlar: Yorum yok.
Asıl adı Alaaddin Ali olup Bosna’nın Uziçe kasabasında doğduğu için daha çok Bosnalı Sabit diye anılmıştır. İlk eğitimini memleketinin tanınmış bilginlerden Müftü Halil Efendi’den alarak şiire karşı kabiliyetini daha o yıllarda vermiştir. Daha sonra İstanbul’a gelip Kapdanıderya Seydî-zâde Mehmed’e kasideler sunmuş ve dairesine imam olmuştur.
Paşanın bir aralık Rumeline gönderilmesi, şairin 1678’den önce İstanbul’a gelmiş olması ihtimalini güçlendirmektedir. gir zaman sonra Şeyhülislâm Çatalcalı Ali Efendi’ye mülâzim ‘1089/1678) ve La’lî-zâde ailesine damat oldu. Bir zaman müderrislik ettiyse de Hana sonra kadılık mesleğini tercih ile uzun zaman Rumeli’de Çorlu, Burgaz, Kefe ve Yanya gibi kazalarda kadılıklarda bulundu. Bir aralık azledilen şairin Pasmakçı-zâde Seyyid Ali Efendi’ye yazdığı bir kasideden şairin bir keresinde baskıya yağmasına uğradığı ve kızının esir düştüğü, bir diğer tarihinden de İsmail adlı oğlunun Tunca nehrinde boğulduğu anlaşılmaktadır (1103/1691).
Tekfurdağı müftülüğünde bulunduğu sırada Edhem ü Hümâ mesnevisini kaleme almıştır. Sekiz yıl kadar aynı görevde bulunduktan sonra kendi isteğiyle Bosna kadılığına atandı (1112/1700). Burada sıkıntılı günler geçiren Sabit ardından Konya mevleviyetine getirilir. Mevlânâ için yazdığı medhiye bu yıllara ait olmalıdır. Bu görevinden azledilerek İstanbul’a geldi (1118/1706). Bir süre sonra da Diyarbakır mevleviyetine getirildiyse de kısa bir süre sonra buradan da azledilmiştir (1121/1709). Baltacı Mehmed Paşa’nın ikinci olarak sadrazamlığa getirilişi devresinde (1122/1710) bir ramazan ayı münasebetiyle yazdığı “Rama-zâniye” son eserlerindendir. Yakalandığı dizanteri hastalığından dolayı Nâbî ile aynı ay içinde vefat ederek Maltepe’de Mesnevî sarihi Sarı Abdullah Efendi’nin ayak ucuna defnedilrniştir (3 Şaban 1124/5 Eylül 1712).