Ahmed Eflakî
Tarih: 14 Temmuz 2013 | Bölüm: A | Yorumlar: Yorum yok.
Tasavvuf edebiyatının ünlü kişilerinden olan Eflâkî’nin asıl adı Ahmed olup daha çok Eflâkî nisbesiyle tanınmıştır. Büyük bir ihtimalle bir astronomi âliminden ders alıp gözlemle uğraştığı için kendisine Eflâkî nisbesinin verildiği tahmin edilmektedir.
Ayrıca Mevlânâ‘nın torunu Ulu Arif Çelebi’ye intisabından dolayı hakkında Arifi nisbesi de kullanılmıştır. Altınordu Devleti sınırları içerisinde doğan Eflâkî, büyük ihtimalle tahsiline burada başlamış, daha sonra devrin önemli kültür merkezlerinden olan Konya’ya gelerek burada Sirâceddin Mesnevîhan, Abdülmü’min-i Tokadı ve Nizameddîn-i Erzincânî’den ders almıştır. 761/1360’ta ölmüştür.
Menâkıbu’l-ârifîn Eflâkî’nin en önemli eseri olup şeyhi Ulu Arif Çelebi‘nin isteği üzerine otuz altı yılda Farsça olarak kaleme alınmıştır. Özellikle Mevlevîlik tarihi açısından önemli olan eserde, başta Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî olmak üzere diğer Mevlevi büyükleri ve Mevlevi tarikatı hakkında bilgiler verilmektedir.
Ayrıca eser Anadolu’nun XII1-XIV yüzyıllardaki dinî, tarihî, sosyal ve kültürel yapısı hakkında önemli bilgileri bünyesinde barındırması bakımından oldukça önemlidir. Eser, akıcı bir üslûpla kaleme alınmıştır. Tahsin Yazıcı, Menâkıbu ‘l-ârifîn’in hem Farsça neşrini hem de Türkçe tercümesini (Ahmet Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri III, İstanbul ‘989) yayımlamıştır.
Ali Rıza Efendi (Bey)
Tarih: 2 Haziran 2013 | Bölüm: A, Atatürk | Yorumlar: 3 Yorum var.
Ali Rıza Bey, Zübeyde Hanım’ın eşi ve Mustafa Kemal‘in babasıdır. İlk önceleri dinî vakıfların yönetiminde görev alan düşük düzeyli bir Osmanlı bürokratıydı; 1877 yılındaki Rusya’yla yaşanan savaş sırasında askerlik hizmetini yerine getirdikten sonra da gümrük kurumlarında düşük düzeyli bir bürokrat olarak görevini devam ettirdi. Onun görev yeri, Yunanistan sınırına yakın olan ve Selanik’in doğusunda bulunan ormanlık bölgenin sınırları içindeydi.
Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi önce Selanik’te evkaf kâtipliği yapmıştır. Atatürk babasının çalışkan ve modern bir kişi olduğunu söyler. 1876’da Sırbistan’la savaş başladıktan sonra Selanik’te gönüllülerden bir tabur kurulmuş babası Ali Rıza Efendi de bu taburda mülazım-ı evvel (Üsteğmen) olmuştu. II. Abdülhamit’in vehmi üzerine bu ve benzer birlikler dağıtıldıktan sonra, Ali Rıza Efendi evkaftan çekilerek gümrük memuru olmuş ve daha sonra da serbest çalışmaya kereste tüccarlığı yapmaya başlamıştır.
Muhtemelen 1839 yılında Selanik’de dünyaya gelen Ali Rıza, Osmanlı Devleti’nin Makedonya ve Teselya’yı Türkleştirme politikası çerçevesinde 1460’larda Makedonya’nın Manastır Vilayeti’nin Debre-i Bala Sancağı’na bağlı Kocacık Köyü’ne; oradan 1830’larda Selanik’e göç etmiş olan Kocacık Yörüklerinden olduğu ve dedesi Ahmet Efendi ve Amcası Hafız Mehmet Emin Efendi’nin taşıdıkları Kızıl lakabının, Kocacık Yörüklerinin Orta Asya’dan gelerek Anadolu’da Konya-Karaman Bölgelerinde yaşayan “Kızıloğuz” Türkmenlerinden olmasından kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Falih Rıfkı Atay’ın aktardığına göre, 1830’larda Selanik’e Söke’den göç etmiştir.
Adni
Tarih: 15 Mayıs 2013 | Bölüm: A | Yorumlar: Yorum yok.
Fâtih dönemi şairlerinden olan Adnî, Fâtih’in veziri Mahmûd Paşa’dır Mahlası birçok tezkirede sehven Adlî şeklinde geçmektedir. Kaynaklarda Alaca-hisarlı olduğu kayıtlıdır. Ancak bugün babasının Sırp despotu Angelos ailesinin Tesalya kolundan gelmiş olması ihtimali kuvvetli görülmektedir. Mehmed Ağa’nın himayesiyle Edirne sarayında öğrenim gördükten sonra II. Mehmed’in tahta çıkışıyla birlikte ocak ağalığı rütbesi verilmiş ve İstanbul kuşatmasında görev almıştır.
Fâtih’le birlikte birçok savaşa katılan Mahmûd Paşa, Belgrat Seferi’ndeki başarıları üzerine 1454’te vezir ve Rumeli beylerbeyi olmuştur. Birkaç defa azledilen paşa, bir ara kaptan paşalık görevinde de bulunmuştur. Son olarak her türlü görevden ayrılarak Hasköy’de uzlete çekilmiştir. Şehzade Mustafa’nın ölümüne sevindiği, bir rivayete göre ise, bu işte parmağının olduğu bahanesiyle önce Yedikule’ye hapsedilmiş ve türbesindeki kitabeye göre 1473’te, kaynaklara göre 1474’te orada öldürülmüştür. Türbesi kendi yaptırdığı camiin hazîresindedir.
Mahmûd Paşa, 1451 ‘de ocak ağalığı görevine getirilişinden ölümüne kadar Fâtih’in güvenip sevdiği ve saygı duyduğu bir şahıs olmuştur. Eğitim işlerinden sosyal hizmet çalışmalarına, ülkenin güvenlik işlerinden yapılan savaşlara ve divan kararlarından edebî toplantılara kadar, sürekli Fâtih‘le birlikte bulunduğu görülmektedir. Ancak bu beraberlik ara sıra entrikalar sebebiyle gölgelenmiştir. İstanbul’un fethinden hemen sonra başlatılan eğitim çalışmalarında görev alan Mahmûd Paşa, Ali Kuşçu ile birlikte, Tetimme ve Sahn-ı Semân medreseleri teşkilatının kurucusudur.
Ahmed-i Dâi
Tarih: 14 Mayıs 2013 | Bölüm: A | Yorumlar: Yorum yok.
XV. asırda dikkati çeken ilk şair, XIV. asrın sonu ile XV. asrın başında yaşayan Ahmed-i Dâ’î’dir. Döneminde bazı şair ve naşirlerin Türk dilinin güçlüğünden, duygularını ve düşüncelerini ifade etmede yetersizliğinden şikâyet etmelerine karşılık yüzyılın başında hem nazım hem de nesir alanında Türkçeye önemli eserler kazandıran Dâ’î’nin hayatı hakkında bilinenler sınırlıdır. Babasının adı İbrâhûn, dedesinin adı Mehmed’dir. Asıl adı Ahmed, mahlası Dâ’î olup adı ve mahlası birlikte anılır. Ahmed-i Dâ’î hakkında bilgi veren kaynakların hepsi onun Germiyanlı olduğunu kabul eder. Ancak doğum tarihi ve yeri hakkında verilen bilgiler birbirini tutmaz.
Sehî Bey ve Latîfî, Dâ’î’nin Emîr Süleyman devri (1402-1410) şairlerinden olduğunu söyledikleri hâlde, Hasan Çelebi ve ondan naklen Mehmed Süreyya onu Sultan I. Murad dönemi (1362-1389) şairlerinden sayarlar. Eserlerinden, Sultan I. Murad, Germiyan Beyi II. Yakub, Yıldırım Bâyezîd’in oğlu Emîr Süleyman ve Sultan II. Murad devirlerinde yaşadığı anlaşılan Ahmed-i Dâ’î, bu sultanlar adına eserler de yazmıştır. Germiyan’da bir müddet kadılıkta bulunan Dâ’î’nin ölüm tarihi ve yeri kesin olarak bilinmemektedir. Bursa’da adını taşıyan bir mahalle, bir hamam ve cami bulunmaktadır. Kabrinin de Bursa’da olduğu tahmin edilmektedir.
Ahmed-i Dâ’î, Türkçeye hâkim, vezin, kafiye ve edebî sanatları kullanmakta maharetli, sehlimümteni denecek kolaylık ve akıcılıkta kelimeleri nazma sokan, çok hassas ve derin bir şiir kabiliyetine sahip bir şairidir. Nazım ve nesir yazabilen Dâ’î, ruhundaki coşkunun türlü görünüşlerini, rikkat ve hüznü, hicranı, Ümitsizliği çok samimi ve sade bir dille anlatarak zarif, şuh ve ince aşk şiirleri yazmıştır. Sık sık büyük bir coşku içinde söylediği tasavvufî ve arifane şiirleri de görülmektedir. Lirik şiirlerinde gösterdiği başarıyı didaktik olanlarda da gösteren Dâ’î, ince hayâlleri, derin duyuşları ile olduğu kadar tasvir ve tahkiyedeki kudreti ile de dikkat çekmektedir. Yer yer renkli, ritmik ve lirik mısraları görülen şairin eserleri derinlikten çok sanat ve zarafetle ön plana çıkarlar.
Şiirleri klâsik edebiyatın tekâmülüne destek vermiş bir şairdir. Çağdaşı Ahmedî’ye nispetle daha yumuşak ve sempatik olmasına rağmen; nazımdaki kudret ve genişlik bakımından Ahmedî’yi geçememiş, şöhret ve kendisinden sonrakilere tesir bakımından da geride kalmıştır. Fars şiirini iyi kavrayan Dâ’î, bu şiirin ahenk ve söyleyiş inceliklerini Türkçeye çevirmede başarı göstererek klâsik tarz şiirin Anadolu’daki kurucuları arasında önemli bir yer kazanmıştır. Geniş kültürü ve her konudaki derin bilgisiyle devrinde saygı uyandırıp ünlenen Dâ’î’nin değişik konularda on beş kadar eseri vardır. Manzum eserleri şunlardır.