Bir Kere Yücelmiş Olmaya Görsün!
Tarih: 13 Mart 2013 | Bölüm: Felsefe | Yorumlar: 1 Yorum var.
İnsanlar doğaları gereği sürekli kendilerine rakip olarak gördükleri kişilerle çekişme durumundadırlar. Bunu bazen kabul etmez ve çeşitli ifadelerle bir yarış içerisinde olmadıklarını ve hatta bazen “rakip tanımadıklarını” ifade ederler. Bu söylemlerinin altında da büyük olasılıkla yine bir yarış duygusu vardır.
Duygularını yaşamına çok kolay yansıtan insan, yaşamı içerisinde bazı konularda kendilerinden daha uzman, bilgili, yetenekli, yüce… insanlara sürekli taş atar. Bu taş atma olgusu, çoğu zaman çekememezliğin sonucunda oluşur. Bu davranışıyla kişi, önce kendi psikolojisini olumsuzluklar üzerine kurmaya başlar; sonra ise çevresindeki başarılı insanları hasetlikle kaybetmeye başlar. Yani hem kendisini hem de sosyal çevresini büyük ölçüde yaralar.
Birçoğumuz elma, armut, erik… ağaçlarındaki meyvelere ulaşmak için çabalamışızdır. Bu çabalardan biri –bazen de en sonuncusu– genellikle “taş atarak meyveyi aşağı indirme”dir. Yere indirilen, sonuçta yere indirildikten sonra mideye indirilecek ve çoğu zaman basit bir maddedir. Fakat onu ele geçirmek için kararlılık gösteren birisi için, o basit madde artık büyük bir hedeftir. Buradan da anlaşılacağı üzere genellikle olumsuz durumlar için kullanılan “taş atma” sözcük öbeği, burada da herhangi bir yönden kazanım elde etmek için kullanılmıştır. Atalarımız da bu olguyu anlatmak için “Meyve veren ağaç, taşlanır.” demişlerdir.
Hayvanların Aklı Var mıdır?
Tarih: 6 Ağustos 2012 | Bölüm: Felsefe | Yorumlar: 40 Yorum var.
Bugün derste değerli bir hocamız, biraz felsefe yaptı. (: Gündelik bilgi ile bilimsel bilgi arasındaki farklılıklara değinirken, nereden geldiyse konu “hayvanlarda akıl” konusuna geldi. Biraz düşünüp şaşırtıcı örneklerle hayvanların akıl taşıdıklarını düşününce, konuyu biraz daha irdelemek istedik.
Bugüne kadar yapılan bazı araştırmalarla, hayvanların aklı olmadığını ortaya koyan sonuçlara ulaşılmış. Bazı bilim adamları bunu kabul ediyor, bazıları kabul etmiyor. Ben, sadece aklıma takılan birkaç soruyu sizlerle paylaşıp, sonuca beraberce ulaşmayı umuyorum. Şimdi, basitçe düşünecek olursak, hayvanlarda aklın olduğunu kabul edebilmek için, akıl olmadan yapılamayacak bazı davranışları hayvanlarda görmek gerekiyor.
Öncelikle “öğrenme” ile başlayalım. “Öğrenme nedir?” diye düşündüğümüzde, en yalın tanımıyla “İnsan davranışları üzerinde meydana gelen kalıcı izli davranış değişiklikleridir.” deriz. Öğrenmenin akılla yapıldığı tartışılamaz bir gerçektir. Yani kişi, öğrenmelerin gerektirdiği yaptırımları, aklını kullanarak yapar ve tam bir öğrenme gerçekleştirir. Peki, “Hayvanlar öğrenebiliyor mu?” diye düşünelim. Bence öğreniyor. Çünkü öğrenme olmadan gerçekleşmesi imkansız örnekler görüyoruz.
Sanat ve Felsefe İlişkisi
Tarih: 12 Eylül 2011 | Bölüm: Felsefe | Yorumlar: 1 Yorum var.
Sanat ve felsefe bazı yönleriyle birbirine uzak uğraşı alanları olarak görülüyorken, bir yandan da aralarında bazı ortaklıklar bulunması nedeniyle birbiriyle sıkı bir ilişki içerisindedir. Sanat ile felsefe arasındaki ortak ve ayrı yönleri belirlemede belki de bizim için hareket noktası oluşturacak düşünce, sanatın daha çok dış dünyadaki varlıkların insanlar üzerinde uyandırdığı duyguları anlatmaya çalışması; felsefenin ise dış dünyadaki o varlıkların iç yapısına ulaşmaya çalışarak, mantıksal düşünce ile daha soyut ve derin gerçeklere ulaşmaya çalışmasıdır.
Sanatçılar, daha çok gözle görülen şekillerin insanlarda uyandırdığı duygusal heyecanı ve duygulardaki sürükleyici hazları hissetmeye ve onları türlü yollarla ifade etmeye çalışırlar. Filozoflar ise daha genel ve soyut düşüncelerle uğraşarak, mantıksal boyutta birbirine bağlı konuları öznel bir biçimde incelemeye çalışırlar. Bir gerçeğin etrafında örülü çehredeki güzelliği bulan sanatçı, çehrenin altındaki gerçeğin varlığını ve çözümlemesini yapmaya çalışan ise filozoftur.
Karlı dağların doruklarından süzülerek gelen suların karıştığı coşkun bir akarsuyun kenarında kurulmuş olan küçük bir evin günün ilk ışıklarıyla aydınlanan bahçesinde kendi hâlinde uğraşan bir adamın varlığını tasavvur edelim. Bu manzara, bir ressam için görsel anlam taşımaktadır ve ince ayrıntılarına kadar resmedilebilecek kadar değerli bir anı ifade etmektedir. Fakat aynı durum karşısında, sanatçılığın gerektirdiği öznel duyumsayış ve düşünüşten uzak biçimde manzarayı sorgulayan ve o görüntünün doğa – insan etkileşimi içinde bizlere sunduğu gerçeği ortaya çıkarmaya çalışan kişi filozof olacaktır.
Mutlak Güzellik Var mıdır?
Tarih: 12 Eylül 2011 | Bölüm: Felsefe | Yorumlar: Yorum yok.
Dünyada hem mutlak hem de göreceli varlık ve değerler bulunmaktadır. Mutlak değer ve varlıklar, tüm insanlığın kabul ettiği evrensel gerçekliklerdir. Göreceli varlık ve değerler ise, algılanışı insandan insana değişen kişisel kabullerden oluşmaktadır. Pozitif bilimler yoluyla incelenen mutlak gerçek, deneysel yollarla tüm insanlığa sunulan ve aksi bilimsel yollarla ortaya konulmadığı sürece evrensel bir gerçeklik olarak var olacak bilgi ve duyumsayışları kapsamaktadır. Örneğin “Dünya’nın Güneş tarafından ısıtıldığı” bilimin çağımızdaki gelişimi doğrultusunda yapılan araştırma ve deneyler sonucunda elde edilmiş mutlak bir bilgidir. Bu bilgi, bilimsel yollarla çürütülmediği takdirde tüm insanlık için evrensel gerçeklik değerini taşıyacaktır. “Güneş’in tan atımı zamanında dağların ardından kızıl renge bürünen göğe yükselişi ile ortaya çıkan manzara” ise, mutlak bir gerçekliğin dışında göreceli bir değerdir.
Kişilerdeki “estetik algı” göreceli kabullerden biridir. Bir kişi için hiçbir anlam ifade etmeyen bir varlık veya durum, başka biri için üzerinde saatlerce düşünülebilecek bir çağrışımda bulunabilir. Bu durum, her insanın kendine özgü oluşuyla doğrudan ilgilidir. Çünkü yaşantı farklılıkları, insanların dış dünyadaki varlık ve olayları algılamalarını doğrudan etkilemektedir. Zaten insanların evreni algılama, yorumlama ve duyumsama biçimleri, bu yaşantılar sonucunda oluşturdukları öz benliklerinin denetimi altında bulunmaktadır.